1. HABERLER

  2. ETKİNLİK-EYLEM

  3. “Türkiye’de Vesayet ve İslamcılık Tartışmaları”
“Türkiye’de Vesayet ve İslamcılık Tartışmaları”

“Türkiye’de Vesayet ve İslamcılık Tartışmaları”

“Türkiye’de Vesayet ve İslamcılık Tartışmaları” konulu seminer, Hamza Türkmen’in sunumuyla Bartın Özgür-Der’de gerçekleştirildi.

15 Mayıs 2017 Pazartesi 06:55A+A-

Bartın Özgür-Der bu yılki eğitim seminerlerine Hamza Türkmen’in sunduğu “Türkiye’de Vesayet ve İslamcılık Tartışmaları” konulu sunumuyla son verdi.

Dernek salonunda gerçekleşen seminerde Türkmen, konuyla ilgili şu hatırlatmaları yaptı:

Türkiyeli Müslümanlar olarak yıllardır üzerimizde iç ve dış vesayetin baskılarını yaşadığımız bir gerçektir. Müslüman siyasetçiler vesayetin başlangıcıyla ilgili farklı tarihler verseler de aslında ülke siyasetinde vesayet 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’na kadar götürülebilir. M. Ali Paşa’nın Kütahya içlerine kadar gerçekleştirdiği işgallerle baş edemeyen Osmanlı’nın ancak İngiltere’nin yardımıyla bu saldırıdan kurtulmasının ardından Kütahya’da imzalanan anlaşmayla azınlıklara serbestiyet verilmesi, Avrupa’nın ekonomiden siyasete kadar geniş ölçekli imtiyazlar elde etmesi ve peşi sıra gelen iç darbelere zemin hazırlayan süreçle vesayeti başlatmamız mümkündür.

I. Dünya Savaşı’nın ardından İslam coğrafyasının Batılılarca işgali, sonra 1921’de imzalanan Kahire Anlaşması’yla bölgede ulus devletlerin kurulması, bu devletlerin başına işbirlikçi idarecilerin geçirilmesi, eğitim ve kültür programlarıyla da Batıcı kimliği benimsemiş Jön Türk, Jön Arap adıyla maruf yeni jenerasyonun yetiştirilmesinin hedeflendiği yeni süreç, coğrafyamızda yerel ve Batı kaynaklı vesayeti başlatacaktı. Ekonomik, siyasi yönden imtiyazlı bir sınıfın devlet programıyla inşa edildiği üst düzey elit tabaka bundan böyle devlet bürokrasisi, yargı ve siyaseti şekillendirecek ve İslam düşmanlığını devlet yönetiminde temerküz eyleyecekti. Batıcı hayat tarzı ve “kurtarıcı ulu kişi” kültünün baş tacı edildiği yeni süreç Müslüman camianın başına bir süreliğine vesayet gömleğini örecekti. “Vesayet” kavramı bu anlamıyla toplumun iradesinin devre dışına itildiği, iktidarı elinde tutan gücün, kurucu üst sınıf iradesinin topluma dayatıldığı yönetim şeklinin adı oluyordu.

Lozan Antlaşması’nda alınan kararlar, İslami hassasiyetleri önceleyen kişilere dönük bu bağlamda bir edilgenleştirme sürecine yön verecekti. Hatta Lozan’da alınan malum kararlar; Osmanlı’dan kalan şer’i kanunlar ve uygulamalar tümüyle ilga edilecek, Bolşevizm ideolojisine asla müsaade edilmeyecek, yabancı sermayeye hürmetkâr olunacak maddeleriyle özetlenen bu kararların dışında başka hangi İslam karşıtı kararların hükme bağlandığını da bilememekteyiz. Fakat Lozan’ın kabulünün konuşulduğu esnada mecliste Lozan maddelerine itiraz eden Ali Şükrü Bey’in kısa sürede infaz edilmesi, bu bahane gösterilerek I. Meclis’in kapatılması ve ardından iç darbeyle Batıcı seçkin kadroyla 1923’te II. Meclis’in oluştuğunu biliyoruz. Kısa süre sonra katı laikleşmenin uygulanacağı bir döneme bir dizi inkılaplarla girildiğini bilmekteyiz. Dinsizlik adına ne varsa hızlıca uygulamaya konuldu; ezanın Türkçe okutulması, hacca gitmenin yasaklanması, kılık kıyafet kanunu, şapka takma zorunluluğu, alfabenin değiştirilmesi, despot tek parti rejimi iktidarında İslami uygulamaların tümüyle kamudan tecrit edilerek dinin yasaklar eşliğinde güncel hayatın dışına itildiğine bu toplum tanık oldu. Bu dönem dinsizleşmeye, gidişata karşı çıkan ya da çıkması umulan fertlerin topluca ve tez elden idam edilerek tasfiye edildiği istiklal Mahkemeleri sürecini de unutmadık.

Bugün anayasal dokunulmazlığını benzer zindelikte koruyan Kemalist ideoloji hususi ayrıcalığıyla ana eksende işlemeye ve de Lozan güvencesiyle çeperlenmiş olarak (dış vesayet güvencesinde) yoluna devam etmektedir. Sadece reel siyaset koşullarıyla bir nebze müsamaha ortamının genişlemesi, Kemalist uygulamaların kısmen geriletildiğine, iklimin bir nebze yumuşadığına tanık olduğumuzu söylemeliyiz. Gönlümüzü rahatlatan uygulamalar açısından ant tapıncının kaldırılması, Milli Güvenlik derslerinin kaldırılması, başörtüsünün serbestiyet alanının genişletilmesi, bazı kritik devlet konumlarında cüz’i kadrolaşma olgusu umudumuzu artırmış durumdadır ama yeterli olmadığını da bilmekteyiz. Ve vesayetin devam ettiğini de.

70’li yıllardan bugünlere biz Müslümanların siyaset sahnesinde aldıkları rolü ve kazanımlarını iyi tahlil etmeliyiz. Bugün devlet yönetimini yukarıdan aşağıya ele geçirme yöntemiyle değil, halkın talebini ön gören bir siyasetin hedeflendiği, merkezine İslam’ın doğrudan yerleşmeden ama İslam’a saygılı Erdoğan iktidarının artılarını ve eksilerini hakikat penceresinden ele almalıyız. Ülkede halen katı laik ve Kemalist formun etkin kadrolarca devletin üst kimliğini beslediğini hesaba katmalıyız. Erdoğan 15 Temmuz münasebetiyle subay okullarının mevcut yapısıyla darbeci personel yetiştirme riskine dikkat çekiyordu ki bu çok yerinde bir tespitti. Ancak şimdiden sonra, ciddi müfredat uygulamasıyla değişim mümkün olabilecek ve bu da yıllar sonra ancak meyvasını verecektir.

Önümüzdeki seçimlerde AK Parti’nin ön göreceği adayın halkın çoğunluğu tarafından tercih edilmesi şimdiden uygulanan politikalara bağlı. İktidar kendisini tercih eden seçmen kitlesini iyi teşhis etmeli. Müslüman seçmenin Kürdüyle, Türküyle talebi, sadece muasır medeniyetler hedefine matuf bir siyaset değil, Müslüman halkı hayatın aktif alanlarında daha imkanlı yapacak, kapitalizmin sınır tanımayan uygulamalarına kalkınma gerekçesiyle izin verilen, ekonomide adil uygulamalarla düşük ve orta gelirli halkın gözetildiği; rantçı, köşe dönmeci, Sorosçu, kendi rantından başka gözü başka bir şey görmeyen trollerin, köşe kapmacıların yerine Müslüman halkın maslahatının gözetildiği bir siyasal ortamı inşa etmeye AK Parti’nin daha bir önem vermesi gerekiyor.

Bıçak sırtında kazanılmış bir seçim atlatıldı. Kıl payı farkla anayasa değişimi kabul görmüş oldu. 2019 gibi kısa bir süre içinde de tekrar seçimlere gidilecek. 2000’lerden bugüne, yine 15 Temmuz gibi en kritik süreçte en başından tehlikeye aldırmadan koşulsuz destek veren Müslüman halkın talepleri mutlaka gözetilmelidir.

Biz Müslümanlar uluslaştırma ve Batıcı ideolojilerin dayatılmasıyla elleri birbirinden kopartılmış, asli değerlerine yabancılaştırılmış bir ümmetin evlatlarıyız. Bir değişim talep ediyorsak bu bir anda değil sabır ve mücadele hattında kararlılık ve isabetli adımlarla gerçekleşecektir, bunun farkındayız. Her toplumun ve dönemselliğin bir imtihan şekli vardır. Bugün kazanımlarımızı geliştirmek ve toplumsal değişim şartlarını olgunlaştırmak önceliklerimiz arasında olmalıdır. Kazanımları heba etmek, haddimizi bilmemek, sünnetullahı idrak etmeden acilci yöntemlerle elimiz boş döneceğimiz, imkanı varken de birlikte hareket etmek yerine köşe dönmeciliklerin uğruna umutlarımızı berhava edebileceğimizi unutmamalıyız. İslami tavır; Allah için doğru olanı ön görmek, önerilen ve destek verilen uygulamalar yapıldığında da bu eylemin yanında yer almaktır.

hamza_turkmen_bartin-(2).jpg

HABERE YORUM KAT

1 Yorum