Türkiye’de üniversiteleşme oranları ve etkileri
Yasin Aktay, YKS sonuçlarından hareketle Türkiye'de üniversitelere yönelik ilgiyi incelediği yazısında dünden bugüne kıyaslamalar yapıyor.
Yasin Aktay / Yeni Şafak
YKS sonuçları ve Türkiye’de üniversiteleşmenin farklı boyutları
YÖK üç gün önce ÖSYM’nin bu yılki sınav sonuçlarına göre üniversite adaylarının 27 Temmuz - 8 Ağustos 2023 tarihleri arasında yaptığı tercihlere göre yapılan yerleştirme sonuçlarını açıkladı. Öncelikle bu sonuçlar, bu yıl lise öğretimini tamamlayıp üniversite hayatına başlayan bütün öğrencilere, velilerine hayırlı olsun. Üniversite şimdiye kadarki bütün eğitimin adeta ana hedefi haline gelmiş durumda. Bir insanın hayata atılırken temin edeceği mesleki donanımın esasını oluşturduğu için önemli bir aşama.
YÖK’ün sonuçları açıklaması genellikle bir önceki yılın, 2022 yılının sonuçlarına göre karşılaştırmalı olarak yapıldı. Böylece iki yıl içinde üniversiteleşme oranında yaşanan farkları görme şansımız olabiliyor. Mesela geçen yıl 3 milyon 243 bin 334 aday başvuru yapmışken, bu yıl % 9’a yakın artışla 3 milyon 527 bin 443 aday başvuru yapmış.
Örgün eğitim veren yükseköğretim programlarında (açıköğretim hariç) toplam kontenjan 2022 yılında 867.224 iken 2023 yılında 923.411 olmuştur. 2022 yılında açıköğretim hariç toplam yerleşen sayısı 850.631 iken bu sayı 2023 yılında 898.024 olarak gerçekleşmiştir. Bu verilere göre, toplam yerleşen sayısı geçen yıla göre 47.393 kişi artmıştır. Yükseköğretim kurumlarımıza artan talebi görmekten memnuniyet duymaktayız.
2021 yılında boş kontenjanlar 169 bin iken, 2022 yılında 17 bin, 2023 yılında ise (8.828’i depremzede, 34 yaş üstü kadın ve şehit/gazi yakını için ayrılan kontenjanlar olmak üzere) toplam 25 bin olarak gerçekleşmiştir.
Kuşkusuz bu farklar son yirmi yıldır, hatta Türkiye’de ciddi bir üniversiteleşme hamlelerinin yaşandığı dönemlerle yapılabilecek daha geniş kapsamlı karşılaştırmalar için de önemli veriler sunuyor. Yıllardır üniversiteleşme oranı ve hızı konusunda yaşanmakta olan süreçte bir devamlılık olduğunu görüyoruz. Bunu gösteren en basit ve ilk etapta göze çarpan veri, rakamlardaki artışın nüfus artışının çok ilerisinde olması. Nüfus artış hızı yüzde 2 seviyelerindeyken üniversiteye müracaat ve kabul oranı yüzde 9 seviyelerinde artmıştır.
Türkiye’de üniversiteleşme oranı konusunda son yirmi yıl içinde tabiri caizse tam bir yüksek hız ortaya konulmuş olduğu malum. 76 olan üniversite sayısı 208’e çıkmıştır ama üniversiteleşme, yani toplam nüfusa düşen üniversite öğrencisi sayısı bu orandan çok daha fazla artmış oldu. Çünkü mevcut üniversitelerin sayısının artışıyla birlikte kontenjanlarında da bir o kadar artış sağlandı.
Eskiden bir Tıp Fakültesi hocasına düşen öğrenci sayısı neredeyse dünyanın en düşük seviyelerindeydi (hatırladığım kadarıyla yüzde 3,5). Bu, en gelişmiş ABD ve Almanya gibi ülkelerdekinde yüzde 18 ve 21 seviyelerinde. Tek başına bu veri ilk bakışta bizde tıp eğitiminin çok yüksek bir seviyede olduğu izlenimi vermeliydi. Oysa durum tam tersiydi. Öğrenci sayısının düşüklüğü eğitim seviyesinde bir yüksekliğe değil, sadece eskiden tıp eğitiminin daha fazla öğrenci yetiştirme konusunda gereken sorumluluğu üstlenmiyor olması anlamına geliyordu.
Oysa ülkenin çok acil daha fazla doktor ve sağlık görevlisi ihtiyacı vardı. Bu durum o zamanki YÖK idaresi ile Başbakan Erdoğan arasında ciddi bir tartışma konusu bile olmuştu. Yeterince hoca bulunmadığı mazeretine sığınan YÖK idaresine Erdoğan: “sizin işiniz ne? Hocaları ben mi yetiştireceğim?” diye cevap vermişti. Yine de işi onlara bırakmayıp kontenjanları artırma yönünde düzenlemeler yapmış ve kısa sürede aynı Tıp fakültelerinin öğrenci yetiştirme kapasitelerini, yeni bir Tıp Fakültesi açmadan önce bile birkaç katına çıkarmıştı.
Bu kadar kısa süre içinde yaşanan bu hızdaki gelişme geçmişte tıp eğitiminin aslında birileri tarafından özellikle bastırılıyor olduğu izlenimini haklı çıkarıyordu. Bu baskılamayı kim yapıyordu ama? Türkiye’nin tıp alanında dışa bağımlı olmasını isteyen dış mihraklar diyemeyeceğiz, çünkü ülke bu kadar fakirken Türkiye dışarıya da sağlık müşterisi üretebilmekten uzaktı. Bu baskılamayla gelişmeyen sağlık sektörünün aslında tek kurbanı halk oluyordu ama ikinci kurban da tıp eğitimi almak isteyen öğrenciler oluyordu. Kıran kırana bir sınav maratonunun ardından çok az kişi bu eğitime hak kazanabiliyordu ve eğitim süreci olabildiğince zahmetli, masraflı, aşağılayıcı bir disiplin altında cereyan ederken meslek içinde oluşan hiyerarşiler disiplin içinde hiyerarşik bir saltanat ağını kuruyor ve besliyordu. Muhtemelen kapasitelerin artışına en fazla direnç de bu mesleki iktidarı koruma güdüsünden geliyordu. Bu direncin 28 Şubat döneminde kendine ideolojik bir başka savunma duvarı oluşturduğunu da görüyorduk.
Aynı şey diğer alanlarda da gerçekleşti. Toplamda üniversite eğitimi, bir ülkede sadece iyi bir eğitim almak, meslek sahibi olmak anlamına gelmiyor, aynı zamanda daha güçlü, temsil kabiliyeti yüksek, haklarına muttali ve talepkâr bir vatandaş tipolojisinin oluşmasına da hizmet eder. O yüzden Amerikan demokrasisini besleyen en önemli sürecin üniversiteleşme olduğu üzerinde durmuştur sosyologlar ki, halen 300 milyon nüfuslu ABD’de yüksek öğretim 5000 üniversiteyle bu demokratik atmosferin oluşumuna katkıda bulunmaktadır.
Kapasite artırımı ve yeni üniversitelerin açılması yoluyla Türkiye’de üniversite öğrencisi sayısı kısa süre içinde aşırı hızlı sayılabilecek bir artışla neredeyse dünya sıralamasında birinciliğe oturdu. Şu anda YÖK’ün verilerine göre üniversite öğrencisi sayısı 8 buçuk milyonu bulmuş durumda. Bu rakam Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde 10’unu aşan bir oranı işaret ediyor.
Üniversite eğitim hizmetinin sunumu, neresinden bakarsanız bir ülke için bir gelişmişlik göstergesi. Ona tahsis edilen bütçelerin de sürekli artması anlamına geliyor bu rakamsal gelişmeler. Bu hem bir tercih ama tabii ki, bu tercihle Türkiye’nin içine sokulmuş olduğu bir ekonomik ve toplumsal kalkınma rotasının bir gereği.
Bu hızda ve bu oranda bir üniversiteleşmenin kuşkusuz Türkiye demokrasisine, siyasal katılımına da çok önemli sonuçları var. Doğrusu bu kadar çok üniversiteleşmenin hem ekonomik ve sosyal boyutları hem de siyasal boyutları hususunda olumluluk veya olumsuzluk noktasında rivayetler muhtelif. Bu rivayetleri irdelemek lazım.
HABERE YORUM KAT