Türkiye’de “sağcılaşma” ve “solculaşma” eğilimleri (1)
Türkiye'de siyâsal hayât tek kanatlı olarak yol alıyor. Bu durumun 1990'lara kadar “merkez sağ”-“merkez sol” ayrışması üzerinden iyi, kötü yürüyen bir yapılanmanın çözülmesiyle alâkalı olduğunu söyleyebiliriz. Buna biraz bakalım.
Kökleri İT (İttihad ve Terakki) ve Hİ (Hürriyet ve Îtilâf) partilerine kadar giden bir ayrışma, daha sonraları bazı çeşitlemeler kazandıysa da temelde CHP-DP üzerinden gelişti. Eğer 1960'lardaki TİP'in gelişimi gerek içeriden, gerek dışarıdan müdahalelerle dumura uğratılmasaydı, tablo daha başka ve daha anlamlı olabilirdi. Ama CHP ideolojisini dönüştürerek “ortanın solu” teziyle bunun önünü aldı. Yâni, devletçi-bürokrat parti, TİP'in temsil ettiği Türk solunu bypass etti.
CHP'nin solculaşması, devletin her şeye müdâhil olduğu Keynesgil bir dünyâda o kadar da zor değildi. Çünkü 1970'lerde siyâset henüz devlet-sivil toplum çelişkisini okuyamıyordu. Nixon'ın dediği gibi, herkesin Keynesçi olduğu bir dünyâda bürokratik devletçiliği “sosyal” devletçiliğe dönüştürmek o kadar da çetin bir doğum değildi.
1980'lerden sonra tablo değişti. ANAP, DYP olarak devam eden taşra sağcılığını kırdı. Özal, 1983-1987 arasında daha kentli ve açılımcı bir siyâsal çıkış yaptı. Bu, temelde eski ve yeni sağ arasındaki bir kırılmadır. Türkiye'deki sağın târihi açısından bu çok bunalımlı bir dönemdir. Bir defâ, sağ refleksler süreci taşıyamamış, Özal sonrası ANAP'ın aslına rücû etmesiyle sonuçlanmıştır. 1990'larda, ANAP DYP arasındaki tek anlaşmazlık, Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller arasındaki kişisel mücâdeleden ibârettir.
1990'lardaki Restorasyonun en mühim tarafı CHP ile DYP arasındaki buzların erimesi ve uyumlu koalisyonlara gitmeleridir. Yâni, merkez sağ ile merkez sol arasındaki bütün sorunlar(!) unutulmuştur. Bunu, “târihsel uzlaşma” olarak perdahladılar. Ama sözkonusu yaftalama, 1970'leri yaşamış, binlerce insanın ölümünü unutmamış insanlar için, “daha önce aklınız neredeydi?” sorusunu ortadan kaldırmaz. Bugünlerde muhalif bir TV kanalında, mâhut “Anti-Erdoğanizm” üzerinden program yapan eski bazı siyâsetçilerin uyumuna baktıkça içimde kabaran duyguları anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum doğrusu.
CHP'nin yakın zamanlardaki en mühim başarısı eski sağı massetme başarısıdır. Taşranın dönüştüğü ve merkeze doğru siyâsete katıldığı dönemde, tabanını kaybeden eski sağın, eski solu massetme kaabiliyeti gösterebileceği ve başrolü çalabileceğini beklemek safdillik olur. En az iki sebepten ötürü bu böyledir: 1) Yeni sosyoloji ve onun siyâsal dinamiklerine karşı koyuşta, elbette “devletçilik” son sözü söyleyecektir ve bu pozisyonun sâhib-i aslîsi CHP'dir. 2) Eski sağa göre CHP her zaman daha kentlidir. Değişen demografik yapıda eski sağın dili marjinal kalmaktadır. CHP'nin siyâsal dili ise kentli dünyâda, kireçlenerek de olsa hâlâ bir karşılığa oturmaktadır.
RP ise yeni merkez partisi olarak başarılı olabilir miydi? Bence uğradığı haksızlıkların onu zayıflatan etkileri bir tarafa, bu başarılamazdı. Çünkü RP, nihâyetinde taşra temelli eski sağın en hassas sinir uçlarının var ettiği bir partiydi. Bir yüzüyle kentlere ulaşıyorduysa da, taşra bağlantıları daha derindeydi ve süreci sırtlayacak bir açılım kapasitesi yoktu. AK Parti'ye tutunum kazandıran olgu, belediyeler üzerinden gelişen “kentli” bir hareket olmasıydı. AK Parti'nin , “Millî görüş gömleğini çıkarmak” olarak tanımlanan olgunun sosyolojisi budur. Buna eşlik eden diğer bir mühim olgu da, AK Parti'nin 2010'a kadar sürdürdüğü “açılım” siyâsetlerinin başarısıydı. Bu açılım siyâsetleri AK Parti'yi sağcılaşma tehlikesinden koruyan en mühim sigortalardan birisiydi. Nihâyet; Tezkere, One Minute çıkışı, AK Parti'yi çekirdek kapitalist güçlerin dayatmalarına karşı dirâyet göstermekte sicili bozuk olan geleneksel sağcılığın çok dışına çıkarıyordu.
2010'dan sonra, aşama aşama, AK Parti'nin açılımcı siyâsetleri gerile(til)di. Açılımın yerini pekiştirim siyâsetleri aldı. Gezi'den başlayarak peşpeşe gelen saldırılar düşünüldüğünde bu mâkul görülebilir bir durumdur. Ama 2015 Seçimleri sonrası bunun sürdürülebilir olduğunu sanmıyorum. Paternalist ve pozitivist büzüşme sağcılaşmanın en önemli göstergelerinden birisidir. 2015 Seçimlerini yine tek başına kazanacağı büyük bir ihtimâl olan AK Parti'yi gelecek dönemde bekleyen en büyük risk, geleneksel taşra sağı reflekslerine geri dönme riskidir. Bu risk, daha derinde dinamik Türkiye sosyolojisinin gerisine düşme riskidir. Yeni Türkiye söylemini ideolojik bir heyecanla değil, sosyolojik bir beklentiyle olumlu karşılayanlardanım. Yeni Türkiye, AK Parti'nin de yenilenip sağcılaşma riskini bertaraf edebildiği, yani merkezde kalıp merkez sağ olmadığı bir Türkiye olmak zorunda.
Önümüzdeki yazının konusu HDP'nin solculaşması olacak.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT