Türkiye'de nükleer enerji: Rusya'ya bağımlılık artıyor mu?
Pınar İpek, "Türkiye’nin enerji ihtiyacına nükleer hangi şartlarda ne kadar çözüm olabilir?" sorusuna dikkat çekerken Rusya'ya karşı enerji bağımlılığı konusunda uyarılarda bulunuyor.
Doç. Dr. Pınar İpek / Fikir Turu
Türkiye’de nükleer enerji: Bilmeniz gereken her şey
Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle özellikle Avrupa’da çıkan enerji krizi ve iklim değişikliğine neden olan fosil yakıtlardan uzaklaşma ihtiyacı, ülkeleri alternatif enerji kaynağı arayışlarına itti. Bu kaynaklardan biri de nükleer enerji. Almanya gibi, nükleer enerjiden vazgeçmiş ülkeler bile, konuyu yeniden tartışıyor. Fransa gibi bazı ülkelerse, zaten hiç vazgeçmemişti.
Türkiye de enerji talebi göreceli hızlı artan bir ülke. Enerji talebini karşılamak için düşünülen kaynaklardan biri de nükleer enerji.
Nükleer enerji ve güvenlik kelimeleri yan yana gelince ilk akla gelen çoğu zaman fiziki güvenlik olsa da, aslında enerji güvenliği jeo-politikada farklı bir anlam taşıyor. Ölçütleri de kendine özgü.
Bir ülkenin enerji güvenliği dört ana kritere göre düşünülebilir: makul fiyat, gerekli altyapıyla ulaşılabilir olmak, kesintisiz arz ve iklim değişikliğiyle mücadelede (karbon salımlarını azaltma yönünde) sürdürülebilir olmak. Bu çerçevede Türkiye’de nükleer enerjiye ihtiyaç var mı, dünyada nükleer enerjinin geleceği ve nükleer enerjide Rusya ile işbirliği Türkiye’yi bağımlı yapıyor mu gibi temel soruları ele alabiliriz.
Türkiye’nin nükleer enerji çabaları yeni değil
Türkiye’de nükleer enerji santrali kurma çabaları yeni değil. İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan atom bombası sonrası uluslararası ilişkilerde “dehşet dengesi” olarak da bilinen güç mücadelesi sürecinde nükleer enerjinin barışçı amaçlarla kullanımını tartışmak için 1955 yılında 1. Cenevre Konferansı düzenlemişti.
Türkiye bu konferanstan bir yıl sonra 1956’da nükleer enerjiyle ilgili çalışmaları başlatmak için gerekli kurumsal yapının ilk adımını attı. 1967-1981 yılları arasında farklı alanlarda nükleer enerji araştırma ve eğitimi veren 4 merkez açıldı. 1961’de ilk kez kurulan nükleer araştırma reaktörüne yenileri yıllar içinde eklendi.
Nükleer güç santralı (NGS) kurulması kararı, Türkiye’de ilk kez 1968 yılında İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda yer aldı. İlk NGS’nin nerede kurulabileceğine dair yer araştırma çalışmaları yapıldı.
NGS yer seçiminde iki şart gözetildi. Bu şartlardan ilki, büyük miktarda soğutma suyu ihtiyacının karşılanabilmesi ve inşaat aşamasında çok ağır parçaların taşınabilmesi için deniz kıyısına yakınlıktı. Diğeri de Akdeniz ve Karadeniz gibi deprem riski az olan bölge.
İlk adım ne zaman atıldı?
Böylece 1976 yılında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) ilgili kararıyla ilk NGS’nin kuruluşu için Mersin’in Silifke ilçesinde Akkuyu mevkine yer lisansı verildi.
Aynı yıl Türkiye’nin ilk nükleer santral ihalesi hazırlandı. İhale o dönem ülkede yaşanan ekonomik zorluklarla beraber finansmanda yaşanan sorunlar nedeniyle uzadı, 1980 askerî darbesi sonrası da tamamlanamadı.
İlk ihale sürecinde Türkiye’de ilk nükleer karşıtı hareket de başladı. 1978 yılında Akdeniz kıyısı belediye başkanları, Mersin’de düzenledikleri toplantıda yörelerinde NGS yapılmasını istemediklerini beyan edip protesto ettiler.
1982 yılında yeni NGS’ler için yer seçimi çalışmaları başladı ve ikinci NGS için Sinop-İnceburun mevkii TAEK tarafından uygun görüldü. 1983 yılında Sinop ve Akkuyu NGS’lerinin kurulması için Amerikan, Kanada ve Alman firmalarına niyet mektubu verildi. Yürütülen görüşmeler sonrası Kanadalı firma ile 1985 yılında işbirliği anlaşmasında mutabakata varıldı; ama, taraflar NGS’nin hem “yap-işlet-devret” modelinin riski kapsamında anlaşamadı, hem de finansman sorununu çözemedi. 1990 yılında ihale süreci iptal edildi. 1996 yılında Akkuyu NGS için bir başka ihale ilan edildi ama o süreç de tamamlanamadı. Nihayetinde de 2000 yılında Bakanlar Kurulu Türkiye’nin NGS kurma çalışmalarını erteleme kararı aldı.
Bütün bu iptallerin, erteleme kararlarının arkasında yatan ana neden, finansal zorluklar oldu. O dönem yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle sadece nükleer enerji değil, genelde Türkiye’nin uzun dönemde ekonomik büyüme ihtiyacıyla artacak enerji talebi için gerekli yatırımlar yapılamadı. 1970’lere damga vuran petrol kriziyle enerji fiyatlarında hızlı yükseliş sonrası Türkiye’de ve diğer kalkınmakta olan ülkelerde 1980’li yılların borç krizi ve 1990’lı yılların ekonomik krizleri doğrultusunda enerji yatırımlarının finansmanı önem kazandı. Ayrıca, Türkiye’nin kronikleşen dış ticaret açığı içinde fosil kaynakların (ham petrol ve ürünleri, doğal gaz, kömür) ithalat maliyeti, miktarla birlikte arttı.
Türkiye elektrik üretimini hangi kaynaklarla sağlıyor?
Türkiye’nin nükleer enerjiye ihtiyacı var mı, sorusu bu tarihsel çerçevede enerji güvenliğiyle beraber değerlendirebilir. Türkiye’nin artan elektrik üretiminde kesintisiz arz kaynaklarını sağlamak, arz kaynaklarını çeşitlendirmek, elektrik üretiminde doğal gazda dışa bağımlılığı ve Türkiye’nin yıllık toplam ithalatının yaklaşık dörtte birine denk gelen enerji ithalat faturasını azaltmak nükleer enerji tercihinde kullanılan gerekçeler arasında.
Türkiye, elektrik üretiminde fosil yakıt olarak en fazla doğalgaz kullanıyor, bunun da tamamını ithal ediyor. Türkiye’nin 2021 yılı sonu itibariye elektrik üretiminde toplam kurulu gücün arz kaynakları bakımından dağılımında fosil kaynakların payı %46.7 (doğal gaz %26, linyit %10, ithal kömür %9 ve diğer %1.5). Yenilenebilir kaynakların payıysa %53.3 (Hidrolik %31.6, rüzgar %10.6, güneş %7.8, jeotermal %1.7, biyokütle %1.7).1
Türkiye’nin nükleer enerjiye ihtiyacı var mı?
Yenilenebilir kaynakların elektrik üretiminde payı artıyor, ancak yenilenebilir kaynaklar arasında en büyük paya sahip hidrolik (barajlardan) elektrik üretiminde kurak geçen mevsimlerde önemli düşüşler oluyor. Bu tür mevsimsel dalgalanmalarda kesintisiz elektrik üretimi için fosil kaynaklardan (öncelikle doğal gaz sonra ithal kömür ve/veya yerli linyit) elektrik üretimi artıyor.
Bu bağlamda nükleer enerji, arz kaynak çeşitliliği yarattığı, enerji güvenliğinde kesintisiz enerjiye ulaşım yani emre amede baz yükü sağlayan elektrik üretimiyle arz güvenliği ve iklim değişikliğiyle mücadelede (karbon salımlarını azaltma yönünde) sürdürülebilirlik sağladığı için Türkiye’nin enerji ihtiyacına katkıda bulunabilir.
Ayrıca, NGS kurulurken maliyetin çok yüksek olması dışında nükleer enerjiden elektrik üretim birim maliyeti, ithal doğal gazdan üretim birim maliyetiyle kıyaslanırsa doğal gaz alım fiyatına göre ucuz olabilir ve bu da enerji güvenliğinde bir başka kriter olan makul fiyat açısından Türkiye’nin enerji ihtiyacına katkıda bulunabilir.
Öte yandan, geçmişte NGS kazalarında (Örneğin, 1986 yılında Ukrayna’da Çernobil NGS ve 2011’de Japonya’da gerçekleşen deprem sonrası Fukuşima NGS) insan yaşamını ve sağlığını tehdit edecek düzeyde radyoaktif sızıntı olması ve bu kazalar sonrası uzun bir süre toprak ve suda tehlikeli düzeyde radyoaktif kirliliğin devam etmesi, dünyada nükleer enerjinin geleceği ve güvenliği sorusunu gündemde tutuyor.
Hangi ülkeler neden nükleer enerji istiyor?
Dünyada 2022 yılı itibarıyla 33 ülkede toplamda faaliyet gösteren 442 adet nükleer güç reaktörü bulunuyor. Çin, Hindistan, Rusya ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde sayıca daha çok olmak üzere 19 ülkede yaklaşık 55 adet nükleer güç reaktörü inşaat ediliyor.
Elektrik üretiminde faal olan nükleer reaktörlerin ortalama yaşı otuz. Mevcut NGS’lerin %60’ından fazlası 31 yıldan fazla bir süredir işletiliyor.2 Dolayısıyla dünyada yaşlanan nükleer santraller yerine yenilenebilir enerji kaynaklarıyla (fotovaltik güneş, rüzgar, jeotermal ve biokütle) elektrik üretimi yapılırken/planlanırken (örneğin Almanya), yeni NGS inşaa eden ülkelerin çoğunluğu iki gruba ayrılıyor.
İlk grup, büyük nüfus ve ekonomik büyüme ile orantılı enerji talebi daha çok artan kalkınmakta olan ülkeler; ikinci grup, önemli miktarda ham petrol ve/veya doğal gaz kaynaklarına sahip ülkelerin bu kaynaklara dayalı elektrik kurulu güçlerinin yerini alabilecek yeni NGS kurarak fosil yakıtların ihracatını ve böylece petrol/doğal gaz gelirlerini artırmak isteyen ülkeler.
Kısaca, dünyada bir yandan yaşlanan nükleer santralleri yenilemek yerine yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi için yatırımlar artarken, diğer yandan elektrik üretiminde arz sürekliliği sağlaması ve 2015 Paris Anlaşması’yla hedeflenen karbon salımlarının azaltılması nedenleriyle nükleer enerjinin önemli olduğu savunuluyor.
Rusya’ya bağımlılık mı?
Nitekim, bu yılın Şubat ayında başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nı izleyen süreçte enerji fiyatlarında hızlı artış ve Rusya’nın Avrupa ülkelerine doğal gaz akışını kesmesi, 1973 ve 1979 yıllarındaki petrol krizlerinden daha karmaşık ve derin bir enerji krizi yarattı. Bu bağlamda nükleer enerjide Rusya ile işbirliği Türkiye’yi bağımlı yapıyor mu sorusu önem kazandı. Bu soruyu değerlendirmeden önce AK Parti hükümeti döneminde nükleer enerjinin 1990’lardan sonra yeniden gündeme gelişini hatırlayalım.
2007 yılında “Nükleer Güç Santrallarının Kurulması ve İşletilmesi ile Enerji Satışına İlişkin” 5710 sayılı kanun çıkarıldı, 2008 yılında Akkuyu’da NGS’nin kurumu için yarışma usulü ihale Resmi Gazete’de ilan edildi.
İhale süreci sonunda teklif veren tek firma Türk-Rus ortaklığı olan Atomstroyexport-Inter Rao-Park Teknik Grubu oldu. Fakat, 2009 yılında ihale iptal edildi. Çünkü, Danıştay NGS kurulmasını düzenleyen 5710 sayılı kanun kapsamında yapılacak yarışma ve sözleşmeye ilişkin usul ve esaslar ile teşvikler hakkında yönetmeliğin bazı maddelerinde yürütmeyi durdurma kararı verdi. Bu karar sonrası 12 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye ile Rusya arasında “Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” imzalandı; 6 Ekim’de Resmi Gazete’de yayınlandı.
Türkiye’nin NGS projeleri, 1976 yılından bu yana ihale ilanı ve/veya firmaların davetiyle ihale usulüyle yapılmasına rağmen, Rusya ile yapılan 2010 yılı anlaşmasıyla bu usulden vazgeçildi. Akkuyu NGS’nin toplam inşaat maliyetinin 20 milyar ABD doları olduğu belirtildi.3 Bu maliyetin tamamının Rusya devleti tarafından karşılanacak olması, Türkiye’nin geçmişte NGS ihalelerini sonuçlandırmada karşılaştığı en büyük zorluk olan finansman sorununu ortadan kaldırıyor. Böylece, dünya nükleer endüstrisinde “yap-sahip ol-işlet” modeline göre uygulanacak ilk NGS projesi, Akkuyu NGS oldu.
Anlaşmada, Rus yetkili kuruluşlarının proje şirketindeki toplam paylarının hiçbir zaman %51’den az olmayacağı belirtiliyor. Bir başka deyişle Akkuyu NGS, bir devletin egemenlik alanında, başka bir devletin kontrolüne sahip olduğu ve işleteceği ilk örnek olacak.
2018 yılında temel atma töreni düzenlenen projede aynı yıl ilk güç ünitesinin inşasına, 2022 yılı itibarıyla da diğer üç güç ünitelerinin inşasına başlandı. İlk ünitenin 2023 yılında devreye alınması planlanıyor.
Akkuyu alternatif kaynaklardan daha avantajlı olabilir mi?
Anlaşmanın bu özelliklerini göz önüne alarak nükleer enerjide Rusya ile işbirliği Türkiye’yi bağımlı yapıyor mu sorusunu enerji güvenliğinde makul fiyat kriterine göre değerlendirirsek Akkuyu NGS proje şirketinden elektrik satın alma anlaşmasında belirtilen fiyatın alternatif enerji kaynaklarının birim maliyetine göre avantajlı olup olmadığı hesaplanmalı.
Anlaşmaya göre, Türkiye üretilmesi planlanan elektriğin her bir güç ünitesinin ticari işletmeye alınma tarihinden itibaren 15 yıl boyunca 12.35 ABD senti/kWh ağırlıklı ortalama fiyattan satın almayı garanti etti.4 Santralde sadece Rusya’dan gelecek uranyum kullanılabilecek ve Akkuyu Nükleer A.Ş.’ye 49 yıl geçerli (2066 yılına kadar) elektrik üretim lisansı verildi. Dolayısıyla 15 yıllık anlaşma sonrası elektriğin kime hangi fiyattan satılacağı belirsiz.
Diğer yandan nükleer enerjinin enerji güvenliğine olumlu katkısı, iklim değişikliğiyle mücadelede (karbon salımlarını azaltma yönünde) sürdürülebilirlik ve elektrik şebekesi yönetiminde kesintisiz arz kaynağının temini açısından düşünülebilir. Fakat, Akkuyu NGS faaliyete geçince güvenliği ve nükleer atık yönetimi de dikkate alınmak zorunda.
Nükleer enerjinin olumlu yönleri, insan yaşamı ve çevre riskleriyle beraber değerlendirilmeli. Anlaşmaya göre proje şirketi, Türkiye tarafından alınan elektrik için kullanılmış yakıt ve radyoaktif yakıt yönetimi hesabına 0.15 ABD senti/kWh ve işletmeden çıkarma hesabı için 0.15 ABD senti/kWh tutarında ayrı bir ödeme yapacak.5
Atık yönetiminin finansmanı ötesinde NGS güvenliğini sağlayan şartların Rusya ile yapılan anlaşmada ne derece karşılandığı sorusu bu yazının kapsamı dışında olsa da çok önemli ve nükleer enerji mühendisleri tarafından detaylı incelenmeli.
Enerji güvenliğinde arz kaynağı sağlayan ülkenin güvenilirliği
Son olarak, enerji güvenliğinde arz kaynağı sağlayan ülkenin güvenilirliği de (örneğin, devletlerarası bir anlaşmazlıktaki tutumu veya kendi iç güvenliğindeki sorunlar nedeniyle uranyum tedarikinde risk) değerlendirilmeli.
Son yıllarda Türkiye ve Rusya arasında çıkan siyasi krizlere örnek olarak bakıldığında arz kaynağı sağlayan ülkenin güvenilirliği bakımından belirsizlik açık. Örneğin, Rus savaş uçaklarının Türk sınırını ihlal etmesi ile Türkiye-Suriye sınırında ortaya çıkan tansiyon, 24 Kasım 2015 tarihinde Türkiye’nin Rus jetini vurması sonucu ikili ilişkilerde krize evrilmişti. Rusya siyasi kriz devam ederken Türkiye’ye karşı diplomatik ve ekonomik yaptırım uygulamaktan çekinmese de o dönem doğal gaz ticaretinde sorun yaşanmamıştı. Yine de kriz süresince Türk Akımı doğal gaz boru hattı projesi dondurulmuş ve 2010 yılında imzalanan Akkuyu NGS anlaşması kriz dönemi askıya alınsa da taraflar anlaşmanın iptal edileceğini inkar etmişlerdi.
Sonuç olarak Türkiye’nin elektrik üretiminde önemli paya sahip doğal gazı en çok Rusya’dan boru hatlarıyla ithal ettiğimizi de dikkate alırsak, Türkiye’nin enerji güvenliğinde Rusya’ya bağımlılığı arttı. Bir başka deyişle Türkiye’nin nükleer enerji tercihinde kullanılan gerekçelerin her birinde (artan elektrik üretiminde kesintisiz arz kaynaklarını sağlamak, arz kaynaklarını çeşitlendirmek, elektrik üretiminde doğal gazda dışa bağımlılığı azaltmak) Rusya’nın rolü arttı ve Türkiye’nin asimetrik bağımlılığı devam ediyor.
HABERE YORUM KAT