1. YAZARLAR

  2. Kürşat Bumin

  3. Türkiye'de kriz tartışması
Kürşat Bumin

Kürşat Bumin

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye'de kriz tartışması

11 Ekim 2008 Cumartesi 04:47A+A-

Türkiye'de de okuru hızla artan filozof Slavoj Zizek'in “Wall Street'de sınıf savaşı” başlıklı bir yazısıyla karşılaştım dün. ABD'den başlayıp Avrupa'ya da ulaşan “kurtarma” harekatı için kullanılmaya başlanan “Wall Street Main Street'e karşı” formülünden hareket eden filozof, “Bu kurtarma planı gerçekten 'sosyalist' bir önlem mi, yoksa bu devlet sosyalizminin ABD'de başlangıcı mı?” sorusunu sorup şu cevabı veriyordu: “Eğer durum böyle ise, bunun benzersiz bir örneğiyle karşı karşıyayız: 'sosyalist' bir önlem ama birinci amacı yoksulların değil zenginlerin yardımına koşmak: borçlananların değil borç verenlerin yardımına koşmak.”

Zizek, “kurtarma” harekatına ilişkin şu “ironi”yi de hatırlatıyordu: “Bankacılık sisteminin 'sosyalizasyonu” kapitalizmi kurtarmaya yarayınca kabul edilebilir. 'sosyalizm”, kapitalizmi stabilize etmek dışında kötü ve zararlıdır.”

Yazıya gelen “okur tepkileri”ne göz attım. Bunlardan birisi özellikle hoştu. Okur, “Açıklanması gereken bir başka konu da şu” diyerek soruyordu: Vergi mükellefinin bu “millileştirme” harekatına yaptığı ödeme, millileştirilmiş olan tekrar özelleştirildiği zaman geri dönecek miydi?

Sonra bir gazetenin (Le Monde) “Politikaya dönüş” başlıklı başyazısını da okudum. Bu kısa yazı da, açıkçası, söylemediğini bırakmıyordu. Borsaları ve banka sistemlerini darmadağınık eden tercihleri “gazino kapitalizmi” olarak niteleyen yazar siyasal sorumlulara çatmayı da unutmuyordu: Yıllardır Washington ya da Londra'da piyasanın kendini düzeltme kapasitesine sahip olduğunu söyleyenler onlar değil miydi?

Yazının finali de iç açıcıydı doğrusu: Siyasete ve onun temel meselesine dönmek gerekiyor: Ulusların zenginliği neye yaramalı, kime hizmet etmelidir? Halkların daha iyi yaşamasına mı, yoksa dün “doğum” bugün ise “para” ile hüküm süren bir avuç aristokrasinin zenginleşmesine mi?

Dün göz attığım Fukuyama imzalı bir yazıya da değineyim. Çok değil on yıl kadar önce kendi başına bırakılan “piyasa”yı yedeğine almış liberal demokrasinin insanlığın ideolojik evriminin sonuna ulaştığını ve bu anlamda “Tarihin sonu”nun geldiğini ilan eden düşünür, işlerin hiç de öngörüldüğü gibi gelişmediğini açıklıyordu. Bu yazının bir okurunun düştüğü şu not da güzeldi: “Biraz geç de olsa gözlerini açtı.”

Madem “okuma notları” çizgisinde gidiyoruz, Fransa'daki son başkanlık seçimlerinde Sosyalist Parti'nin adayı olan Segolene Royal'ın “Finansal sistemi ekonominin hizmetine sokmak” başlığıyla haber yapılan açıklamasını da hatırlayalım. Royal, “yangına” karşı alınan önlemlerin küller içinde uykuya yatacak olan ateşi söndürmeyeceğini, alınması gereken asıl önlemlerin bugünün yoldan çıkmış kapitalist finans sisteminin değiştirilmesi olduğunu söylüyordu.

“Okuma notları” çerçevesinde son olarak , Sosyalist Enternasyonal'in krize ilişkin açıklamasınına kısaca aktarmak isterim. Açıklama -bayağı sosyalist bir açıya yerleşerek- “spekülatif piyasalar”ın hakimiyetinden, “reel ekonomik büyüme”nin bu hakimiyetin esiri kılındığından, “neoliberal politikalar”ın iflasından ve dolayısıyla yepyeni bir “paradigma”nın, bir “yol haritası”nın gerekliliğinden söz ediyordu.

Şimdi de gelelim “dışarıyı” bırakıp “içeriye”:

Krizin tavana vurduğu günlerden itibaren siyasi partilerimizin yetkili kişi ve kurumları tarafından yapılan açıklamalarını olabildiğince gözden geçirmeye çalıştım.

İlk gözlemim şu oldu: Türkiye ekonomisinin dünyaya “entegre” olduğu ve dolayısıyla krizden etkilenmemesinin imkansız olduğu hemen her cenah tarafından tekrarlanmış olsa da, “bizim” bu büyük krize yaklaşımımız bayağı farklıydı doğrusu.. (Demek ki henüz tam “entegre” olmamışız!)

Bir kere her şeyden önce, krizle birlikte devletlerin peş peşe giriştikleri “kurtarma” operasyonları hakkında Batı'da hemen her siyasal platformda karşınıza çıkan son derece zengin yorum ve yaklaşımların benzerleri ile bizde karşılaşmak imkansızdı. Dünya ayağa kalkmış, sağcısı-solcusu bu krizin özellikle “kapitalizm” ve “liberalizm” ile ilişkisinde analizini yapmaya çabalıyor, ama bizim siyasal partilerimiz açısından olaya bakacak olursak ortada sanki 2001 krizini bile yakalayamamış küçücük bir sarsıntı yaşanıyor...

Bu çerçevede özellikle “sosyal demokrat” CHP'nin krize ilişkin açıklamalarını aradım. Bu partiye mensup siyasetçilerin yaptıkları açıklamaların büyük kısmında krizden Türkiye'nin (de) etkilenmesinin kaçınılmaz olduğunu -kısaca- belirttikten sonra vakit geçirmeden hükümetin bankacılığa ilişkin politikasıyla polemiğe başlanıyordu...

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın krize ilişkin açıklamalarını özellikle aradım. Bu çerçevede karşılaştığım değerlendirmeler herşeyden önce -durduk yerde kimsenin günahını da almayayım: belki de ben bulamadım- sayısının azlığıyla dikkatimi çekti. Baykal hemen her konuda satırlarca açıklama yapmasına karşın, “kriz” meselesine nedense şöyle bir değinmekle yetinmişti.

Baykal'ın ağzından Sosyalist Enternasyonal'in krize ilişkin yaptığı açıklamayı hatırlatan analizler hiç çıkmamış değildi tabii ki. Mesela bir yerde “Liberal ekonomi anlayışının, global ekonomi anlayışının kendi başına herkes için mutlak refahı, zenginliği ve mutluluğu güvence altına alacağı varsayımının gerçeklerden kopuk olduğunun ortaya çıktığını” belirttiği satırlar. Ama hepsi aşağı yukarı bu kadar... Bu satırların hemen ardından da malum konu: “Gelinen noktada hükümet satma kararı aldığı iki bankayı, Ziraat Bankası'nı ve Halk Bankası'nı artık satamayacağını görmeye başlamıştır. Ve bu satışı ertelemek durumundadır. Aslında bu çok daha...”

Üzülüyor insan tabiiatıyla ve doğrusu gıpta ediyor Batı'nın sosyalistlerine ve sosyalist partilerine...

Niçin bizimkiler de -hem de dünya kapitalizmini ne yapacağını bilemez bir durumda suçüstü yakalamışken- “Hükümet”i filan bırakıp da nasıl söneceğini hiç kimsenin bilmediği krizi Batı'daki “yoldaşları”nın yaptığı gibi ciddi, kavramları ve ilkeleri açık seçik bir siyaset felsefesi çerçevesinde değerlendirmez ve seçmenleri yeni bir yola davet etmezler-edemezler acaba?

Bu işin de AB'siz olamayacağı besbelli artık.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT