1. HABERLER

  2. HABER

  3. GÜNDEM

  4. Türkiye'de Günlük Vaka Sayısının Yeniden Yükselişi Nasıl Yorumlandı?
Türkiye'de Günlük Vaka Sayısının Yeniden Yükselişi Nasıl Yorumlandı?

Türkiye'de Günlük Vaka Sayısının Yeniden Yükselişi Nasıl Yorumlandı?

Yaklaşık iki hafta önce başlayan normalleşme adımlarının ardından Türkiye'de günlük vaka sayısında kritik bir artış gözlemleniyor. Günlük 900'lü rakamlarda tutulan düzey, gelinen aşamada 1500'ün üzerine çıkmış durumda.

15 Haziran 2020 Pazartesi 23:51A+A-

HAKSÖZ-HABER

Türkiye’de normalleşme sürecinden kısa süre sonra son günlerde vaka sayısındaki artışlar kamuoyunun yanı sıra konunun doğrudan veya dolaylı olarak içerisinde olan isimleri de kaygılandırıyor.

Konuya dair yaklaşımlarda bu durumu doğrudan kamuoyunun “sorumsuzluğu” ile açıklayanlar da var, olayın faturasını tamamen “hükümetin beceriksiz kriz yönetimi”ne kesenler de var.

Euronews sitesinin Üsküdar Üniversitesi'nden radyoloji uzmanı Prof. Dr. Güner Sönmez ve Dresden Teknik Üniversitesi'nden genetik bilimci Doç. Çağhan Kızıl ile yaptığı demeçler üzerine kurduğu haberini aşağıda ilginize sunuyoruz:

*

TÜRKİYE'DE GÜNLÜK COVİD-19 VAKA SAYISI YENİDEN YÜKSELİŞTE: İKİNCİ DALGA MI GELİYOR?

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Twitter'dan yaptığı son paylaşımda, “İyileşen hasta sayımız yeni vaka sayısının altına düştü. Yoğun bakıma ve solunum cihazına ihtiyaç artıyor: Hedeften uzaklaşıyoruz. En zayıf noktamız, tedbirsiz iyimserlik. Tedbirli iyimser olalım. Kontrollü Sosyal Hayat dönemine yarın tam olarak geçelim” dedi.

14 Haziran itibariyle günlük vaka sayısı 1562'ye yükseldi.

Nerede hata yapıldı?

Uzmanlar normalleşme sürecinde toplumsal düzeyde bir gevşeme olduğuna ve sürecin halkla iletişim ayağında yeterli adımların atılmadığına dikkat çekiyorlar. Sahiller ve alışveriş merkezleri dolarken, sosyal mesafe kurallarına uyum konusunda sıkı bir denetim ve yaptırım getirilmezken günlük vaka sayısındaki kritik eşiğe yaklaşılacağına dair endişe ise daha da büyüyor.

Üsküdar Üniversitesi'nden radyoloji uzmanı Prof. Dr. Güner Sönmez, son günlerde vaka artışının ciddi düzeyde seyretmesini toplumda maske kullanımının azlığı ve kullananların da çoğunluğunun uygunsuz kullanmasına bağlıyor.

Geçtiğimiz günlerde de ABD'li bilim insanları, koronavirüs nedeniyle hayatını kaybeden hastalara yapılan otopsi çerçevesinde bu kişilerin ağız, burun ve nefes borularından örnekler alarak akciğer üst ve orta kısımlarından parçalar toplayıp kültür yaptılar ve bu bölgelerde virüsün üreyip üremediğini detaylı bir biçimde incelediler. Sonuçta virüsün ağızdan değil burundan girdiğine ve virüsün hücre içine girip bağlanması ve enfeksiyon üretmesinde "ACE reseptörünün önemine" yönelik bilimsel bir bulguyu ortaya koydular.

ACE reseptörü, burundan ciğerlere indikçe etkisini azaltıyor, en yoğun olarak ise burunda bulunuyor.

Euronews Türkçe'ye konuşan Sönmez, "En çok ACE reseptörü burunda bulunuyor. Bu reseptör virüsün hücre içine girebilmesi için kullandığı kapı niteliğinde. Yani hastalık en çok burundan bulaşıyor. Ama insanların çoğu maskeyi ağzını kapatmak için kullanırken burunları açıkta kalıyor. Bu da tamamen faydasız ve anlamsız bir maske takmak anlamına geliyor, bulaşı önlemiyor" diyor.

Sönmez, normalleşmenin hem erken olduğu, hem de tedrici olması gerekirken birden yaşandığı görüşünde. Ayrıca, bu alarm verici rakamların büyük oranda geçen hafta sonunun yansıması olduğunu belirtiyor.

"Sahiller, alışveriş merkezleri konusunda bazı kısıtlamalar devam etmeliydi. Hafta sonu yasaklarındaki gevşemede bir karmaşa oldu, onu da toplum yanlış algıladı. Filyasyon dışında tezgahtar, taksici, kurye, kuaför vs taraması yapılmalıydı" diyen Sönmez, ayrıca "1 Haziran'dan sonra kısmi artış olması beklenen bir şeydi ama yüzde 20'lerde kalsa kabul edilebilirdi, bugün ki artış maalesef beklenenin üstünde" diye ekliyor.

Uzmanlar ayrıca, Covid-19 salgınının yönetim sürecinde de iletişim stratejisi açısından hatalara dikkat çekiyorlar ve vakaların il il paylaşılmasının veya yaş aralığı gibi verilerin kamuoyuna bildirilmesinin önlem alınması açısından daha doğru olacağını belirtiyorlar. Örneğin, Sönmez'e göre, devamlı ölen sayısının düşüklüğü ve virüsün agresifliğini yitirdiği konusundaki söylemler ile ölenlerin ısrarla 65 yaş üstü ve kronik hastalığı olanlar olarak vurgulanması toplumda gevşemeye yol açtı.

"Bu süreçte çalışmak zorunda olanlar, çok dikkat etseler de toplu taşıma kullanmaları ve çalışırken aynı ortamı kullanmaları gerektiği için enfekte olmamaları çok zor. Belki bunlarla ilgili daha esnek bir düzenleme yapılmalıydı" diyor Sönmez.

Öte yandan, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Harvard Üniversitesi’nin verdiği sert tepkinin ardından asemptomatik (belirti göstermeyen) koronavirüs hastalarının virüsü yaymasının nadir olduğuna dair açıklamasını geri çekmek durumunda kaldı.

"DSÖ'nün açıklamaları da kafa karıştırıcı oldu. Karmaşa her zaman boşvermişliği doğurur" diyor Sönmez.

Hızlı ve kontrolsüz normalleşme

Dresden Teknik Üniversitesi'nden genetik bilimci Doç. Çağhan Kızıl da normalleşme sürecinin hızlı ve kontrolsüz yaşanmasının bugünkü süreci tetiklediğini düşünenlerden.

Euronews Türkçe'ye konuşan Kızıl, "Pandeminin en başından beri bilim insanları bu sürecin zorlu ve çetrefilli olacağını biliyorlardı. Bilimsel veriler temelinde ben de bu konu hakkında görüşümü hep belirttim, riskleri göstermeye çalıştık. Ama bizi karamsar olmakla suçladılar. Oysa, bu süreçte iyimser olmanın herhangi bir faydası yok. En zor koşullara hazırlıklı olmalıyız ki salgının yayılmasını durdurabilelim. En etkin önleme, bilimsel görüşler temelinde dürüst ve temkinli olmakla sağlanır" diyor.

Kızıl'a göre, salgının başlangıcından itibaren Türkiye'deki resmi söylem, senaryoların en iyimser yanına konumlandı.

"Bunun ekonomiyi ayakta tutmaya dönük bir psikolojik adım olduğunu anlıyoruz, ama tam tersi yönde etki gösterdi. Pandeminin kontrol altında tutulduğu veya ikinci bir dalga yaşanmayacağı yönündeki beyanatlar, sosyal mesafe tedbirlerinin azaltılmasına yol açtı çünkü insanlar sorunun bittiğini düşündüler. Bence Türkiye'nin bu süreci yönetmedeki en büyük hatası, pandeminin önemini insanların zihninde azaltmaya yol açan resmi söylemlerde bulunmak oldu, zira bunlar otomatik olarak toplumsal etkileşimleri geniş çevrelere taşıdı" diyor Kızıl.

Tam tecrit mümkün mü?

Ancak uzmanlar bu noktadan sonra günlük vaka sayısını azaltmada tam bir tecrit haline dönülmesinin (full lockdown) bir etkisi olmayacağı düşüncesinde.

"Çünkü bu sürdürülebilir bir yöntem değil" diyor Kızıl ve açıklıyor: "Eğer Mart ve Nisan ayında Türkiye birkaç haftalığına böyle bir yönteme başvurmuş olsayıd, belki şu anda çok daha az vaka ve salgın görürdük. Ancak bu da sosyal mesafelenme ve farmasötik olmayan tedbirlerin önemini ortadan kaldırmaz."

Kızıl'ın farmasötik olmayan önlemlerden kast ettiği ise, kişisel mesafenin korunması, maske kullanımı, kişisel hijyen tedbirlerine uyulması ve AVM'ler gibi kalabalık ortamlardan kaçınılması. Tüm uzmanların ise üzerinde birleştiği tek nokta, rehavete kapılmamak ve işi ciddiye almak.

 

HABERE YORUM KAT