"Türkiyecilik ve Türkiyelilik Tartışmalarında İslamcılık Düşüncesinin Seyri"
Sivas Özgür-Der’de bu ayki gündem değerlendirmesinin konusu “Türkiyecilik ve Türkiyelilik tartışmaları ekseninde İslamcılık düşüncesinin seyri” idi.
İbrahim Buldur'un konuşmacı olduğu programda özetle şunlar kaydedildi:
Tek parti iktidarından bu yana devletin, İslam’ın kamusal alanda görünür olmasına karşı olumsuz ve baskıcı yöndeki tutumu, dini hassasiyeti olan insanlarda devlet erkine karşı olumsuz bir tavrın geliştirilmesine sebep oldu. Bu tavır, İslamcı düşüncenin gelişmesiyle beraber entelektüel düzeyde devlete ait kavramların, simge ve sembollerin sorgulanmasını da beraberinde getirdi. Özellikle 80 darbesi ve 28 Şubat post modern darbesi var olagelen bu süreci tetikleyen başlıca etkenler oldu. Ancak Ak Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte devletin dine karşı olumsuz tutumu değişmeye başladı. Darbe dönemlerinden kalan birçok zulümle hesaplaşılması, Müslümanlara yapılan baskıların ortadan kaldırılması ve iktidar partisinin İslami hassasiyete sahip kişilerden oluşması bu olumsuz bakış açısının değişmesini sağladığı gibi kavramlar konusunda da yeniden düşünmenin önünü açtı. Ancak bu, kimi İslami grupların kendisini iktidarla özdeşleştirmesi zafiyetini de beraberinde getirdi. Özellikle de son dönemde artan milliyetçi-devletçi atmosfer İslamcı camiayı devletle olan mesafesini epey azalttığından dolayı fazlasıyla etkiledi. Bu yüzden bakış açılarımızın, kavramlara yüklediğimiz anlamların, değişimin ve dönüşümün değerlendirilmesi gerekli hale geldi.
Müslümanlar için yaşanılan ülke ne ifade eder?
Klasik fıkhı düşüncede Müslümanlar için yaşanan ülkeyi İslami kılan şey Allah’ın hükümlerinin geçerli olup olmadığıdır. Eğer geçerli değilse ortada iki seçenek vardır. Ya hicret etmek ya da baskı ortamı yoksa Allah’ın hükümlerini egemen kılmak için çaba sarf etmek. Günümüz modern devlet yapısını göz önünde bulundurduğumuzda bu seçeneklerin yeniden düşülmesi gerekiyor. Çünkü ulus devlet; sınırların kesin bir şekilde çizilmiş olduğu, hak ve hukukun vatandaşlık bağıyla bağlı olmak şartıyla geçerli olduğu ve devletin her alana nüfuz ettiği bir sistemdir. Bu yüzden örneğin hicret etmek için vize, pasaport, vatandaşlık, oturma izni vs. gibi uluslararası ve ulusal hukuka uygun prosedürlerin yerine getirilmesi gerekir. Aksi takdirde birçok haktan yararlanılamaz. Ya da vatan dediğimiz şey insanın doğduğu memleketini ya da bölgesini ifade etmekten ziyade siyasal ve hukuki bir sisteme işaret eder. Vatandaşlık ise bu sisteme sıkı bir bağlılık ve itaati ifade eder. İnsanı bu sistemin organik bir parçası kılar. Bu yüzden insanlar, daha doğar doğmaz karmaşık ama bir o kadar da sistematik olan devlet aygıtının bir üyesi haline gelir. İslam için temel bağ iman bağıdır ancak muhakeme yapılırken modern devlet sisteminin de dikkate alınması gerekir.
Türkiye dün neyi temsil etmiş, bugün neyi ifade etmektedir?
Türkiye Cumhuriyeti ümmet coğrafyası açısından düne kadar olumlu çağrışımlar yapmıyordu. Amerika’nın yakın müttefiki hatta bölgedeki maşası olarak görülmesi, İsrail’i tanıyan ilk Müslüman devlet olması, laik devlet yapısının etkisinin olabildiğince iç ve dış siyasette hissettirilmesi gibi sebepler yüzünden pozitif bir imajı yoktu. Ancak özellikle son 10 yıldır Türkiye, İslam dünyası için çok farklı şeyler ifade etmeye başladı. Özellikle İslam ülkelerindeki zulümlerin uluslararası arenada gündeme getirilmesi, Filistin, Somali, Arakan gibi daha pek çok ülkeye aktif yardımların devlet eliyle götürülmesi ve milyonlarca Suriyeli mültecilere ensar-muhacir bilinciyle kucak açılması gibi etkenler Türkiye’nin İslam dünyasının lideri olarak görülmesini sağladı. Bunlar Türkiye açısından önemli kazanımlardır, bunca dünya Müslümanı bu anlamıyla Türkiye’den razı olurken bu durumu görmezden gelmek adil bir tutum olmaz. Yükselen milliyetçi söylemin ümmetçi bakışa zarar vereceğini öngörsek de şimdilik dış politika açısından değişen pek bir şey olmadığını söyleyebiliriz.
Türkiye coğrafyasında faaliyet gösteren İslami oluşumların “Türkiyeli” olması gerekir mi?
İnsan fıtratı gereği doğup büyüdüğü yeri sahiplenir, başta dili olmak üzere gelenek, görenek, kültür bakımından doğduğu yere göre şekillenir. Bu yüzden tebliğ yaparken en iyi verim elde edeceği yer doğup büyüdüğü yerdir. Dil veya kültürel benzerlikler bir yana güven duyulan, bu anlamda tanınıp bilinen birisi olmak da önem arz eder. Bu yüzden hem fıtri açıdan hem de pratik olarak yerel olunması gerekmektedir. Ancak bu, İslami düşüncenin ulus devletle sınırlandırılması ve olaylara bakış açısının vahiy merkezli olmasından ziyade devlet merkezli olması tehlikesini de beraberinde getirmemelidir. Müslüman için en önemli kardeşlik bağı iman bağıdır. Herhangi bir ırk ya da vatandaşlık bağı değildir. Bu yüzden dünyanın her yerindeki İslam coğrafyalarıyla fikri ve gönül bağı asla koparılmamalı, maddi destek ve yardımlar asla esirgenmemelidir. Siyasal olarak uluslar üstü etkili bir sistemin geliştirilmesi için çabalanmalıdır.
Türkiyelilik mi Türkiyecilik mi?
Türkiyeli olmak doğup büyüdüğümüz yere aidiyet anlamı taşıyorsa bu gayet doğal ve fıtri bir durumdur. Rabbimiz insanları kavimler halinde ve farklı dillerde yaratmıştır. Doğal olarak insanın kendi coğrafyasına ve vatandaşı olduğu ülkeye işaret etmesi bağlamında Türkiyeli olmak fıtri bir şeydir. Ancak Türkiyecilik bu şekilde bir çağrışım yapmaz. Türkiyeci olmak demek olaylara vahiy merkezli, değer merkezli bakmak değil ülke merkezli, ulusal çıkar merkezli bakmak anlamına gelir. Bu da İslam’a aykırı olan şeylerin görmezden gelinmesine sebep olur ve insanı adaletten alıkoyar. Günümüzde konjonktür gereği Türkiyeli olmak ve Türkiyeci olmak arasında pek bir fark yokmuş gibi görünse de bu durum kalıcı değildir. Müslüman’ın görevi ise kalıcı sabiteleriyle geçici değişkenlere bakması gerektiğidir.
HABERE YORUM KAT