Türkiye ve Fransa'nın göç meselesine bakışındaki farklılıklar
Adem Palabıyık, Fransa'nın sömürgeci kimliği sebebiyle göçmenlerden çekindiğini vurgularken Türkiye'ye yönelik göç akımlarının ise çok başka sebeplerle yaşandığına dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Adem Palabıyık / Açık Görüş
Göçün sebebi farklıydı, sonucu da farklı olacak
Fransa'nın başkenti Paris'te polis tarafından göğsünden vurulan Nael M. isimli Cezayirli gencin ölümünün ardından başlayan olaylar uzun süre ses getirdi. Özellikle banliyö bölgelerinde başlayan olayların Paris'in merkezine ilerlemesi ve diğer şehirlere sıçraması ise hiç beklenen bir durum değildi ama Sarı Yeleklilerden sonra en yıkıcı ve uzun süren sokak hareketlerinden biri oldu. Fransa'yı hem kendi içinde hem de uluslararası arenada oldukça zor durumda bırakan mevcut tablo, hem öteki olarak konumlandırılan hem de ekonomik olarak ciddi anlamda periferiye itilen kesimlerin, intikam isteği olarak yorumlanıyor.
Bu olayın tarihsel sosyolojisine bakınca mevcut isyanın aslında yeni değil 1980'li yıllardan itibaren beslendiği söylenebilir. Fransa'daki banliyö krizi de böyle bir sürece sahiptir. Özellikle sosyal ve ekonomik olarak dışlanan kesimlerin toplum içinde değersiz hissettirilmesi ve sosyal anlamda da merkezden uzak olması olası bir sıkışıklığın habercisiydi. 80 sonrasından şimdiye kadar sık aralıklarla ses duyurma çabaları da oldu ama merkezi yönetim, öteki olarak konumlandırdıklarını duymamakta ısrarlıydı. Bazı sokak hareketleri göçmenlerin tutumlarını belirli dönemlerde görünür kıldı fakat Fransa yönetimi, bu seslere de kulak tıkadı.
Fransa'daki göçmen aidiyetsizliği
Merkezi hükümet özellikle metro hatları üzerinden banliyö bölgeleri ile iletişim kurmaya ve gettolaşan yerlerin merkez ile bağını kurmaya çalışsa da, son olaylar bunun yeterli olmadığını gösterdi. Bunun asıl sebebi Fransız iktidarlarının geçmiş dönemlerde yaptıklarını hala canlı tutan bazı izlerin olmasıydı; göçmenler hiçbir zaman bir aidiyet hissine sahip olmadı, öteki olarak tanımlandı, merkezi konumlara getirilmediler ve neredeyse Fransız yönetiminin hamallığını yaptılar. Bu sebepten Fransa'yı kendi vatanları olarak görmediler, Fransa için savaşmadılar ve Fransa için kazanmadılar, vergi vermek istemediler. Özellikle Cezayir, Fas ve Tunuslu göçmenler, Fransızların kendi atalarına yaptıklarını bir an bile unutmadı ve Fransa'ya güvenmedi. Bauman'ın deyimiyle, göçmenler geride bıraktıkları yerler için değil geldikleri yerler için sorun arz ediyordu çünkü yerel iş gücünü tehdit eden bir sınıfsal yapı haline geliyorlardı.
Bourdieu ve göçmenler
Fransa'da özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında kentleşmenin daha çok Paris, Lyon, Marsilya gibi şehirlerde devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu süreçte Fransız devleti de sosyal konut projesini geliştirdi. Merkezden uzakta yapılaşan kentlere orta sınıflar yerleşse dahi sınıflaşmaya başlayan göçmenler özellikle ailelerin birleştirilmesi kanunu ile bir araya gelme şansını buldu. Kentleşme ile birlikte ülkeye gelen göçmenlere bu evler artık yeterli olmayınca banliyölere yerleşmeye başladılar ve işte ilk kopuşlar buralarda yaşandı. Çünkü buralara yerleşen aileler ve çocukları toplumdan dışlanmaya başladı. Göçmenlere yönelik izlenen politikalarda ciddi aksaklıklar gözlemlenince, göçmenler arasındaki memnuniyetsizlik arttı.
Fransız sosyolog Pierre Bourdieu, Cezayirliler üzerine yaptığı çalışmalarda özellikle göç sürecini sermaye kavramı ile açıklıyordu. Bourdieu'ye göre göçmenler "Yaşam Tarzı Göçü" kuramı ile hareket ediyordu ve ana maksat daha konforlu bir hayattı, zorla gelmemişlerdi. Başka topraklarda olmaları göçmenlerin sermaye türlerinin de zayıf kalmasına sebep olmuştu. Özellikle ekonomik ve kültürel sermayeleri zayıf topluluklar suça ortak olmaya meyilliydi ve Bourdieu, bu kesimlerin konforlarını sağlayamadığı için suç işleme potansiyellerinin yüksek olduğundan bahsetmişti. Önemli bir kavram olarak göçmen habitusunu analiz eden Bourdieu, göçmenlerin sahip olduğu ve bugüne kadar deneyimledikleri tüm pratiklerin Fransa'da karşılığının olmadığını vurgulamıştı. Bu da göçmenlerin ve Fransa'nın karşılıklı olarak ırkçılığa başvurabileceğine işaret ediyordu. Nahel'in öldürülmesi ile başlayan olaylar aslında ırkçılığa veya faşizme evirilme tehlikesi olan tüm bu süreçlerin bir özeti veya habercisiydi.
HDP nasıl bir alaka kurdu?
Fransa'da yaşanan olayların ardından ülkemizdeki farklı kesimlerden ilginç, tutarsız, geçerliliği olmayan ve tehdit dili içeren bazı açıklamalar geldi. Özellikle tutuklu olan DBP eski eş-başkanı Sabahat Tuncel, "Fransa'yı görüyorsunuz. Siz toplumda ırkçılığı, sınıf farkını ve haksızlığı derinleştirirseniz, bir yerde patlak verir" cümleleri ile aba altında sopa gösterme arayışına girdi. Bu cümleler masumca kurulan ve birilerinin hak arayışına destek sağlayabilecek cümleler değildi.
Tarihte Türkler ile Kürtler hem siyasal olarak hem de stratejik olarak birçok defa ortaklık yaptı ve kazandı. Özellikle Malazgirt savaşı ile başlayan süreç Kurtuluş savaşı ile devam etti. 1950 yılındaki çok partili hayata geçişte Kürtlerin yoğunluklu olarak yaşadığı bölgelerden Demokrat Parti'ye oy çıkması, demokrasiye duyulan siyasal özlemi ve tek partili hayata atılan havluyu ortaya koydu. Yine rahmetli Özal ve rahmetli Erbakan dönemlerinde Kürtler, bu liderleri ciddi anlamda destekledi. 2002'de AK Parti ile birlikte yeni bir siyasete evirilen bölge politikalarında Kürtler, ciddi rol oynadı. Çözüm sürecinde PKK'nın yanında değil devletinin yanında durdu, 6-8 Ekim olaylarında PKK ve BDP'nin çağrısına uymadı, Hendek olaylarına destek vermedi ve 15 Temmuz'da FETÖ ve PKK karşısında durarak, devletinin safını güçlendirdi.
İki göç arasındaki fark
Fransa'da yaşanan olaylar ile birlikte Türkiye'de alevlendirilmeye çalışılan bir diğer tartışma da Suriyeliler örneği üzerinden ilerledi. Oysa ülkemize gelen göçmenler ile Fransa'ya giden göçmenler arasında da ciddi bir fark söz konusuydu. Fransa'daki göçmenler "refah göçünü" tercih ettiler, bu sebepte hiçbir zaman Fransa'yı öz-vatanları olarak görmediler. Türkiye'ye Suriye'den gelen göçmenler ise tamamen insani sebeplerle bu ülkeye sığınmıştı, temel sebep ülkelerindeki iç savaştı. Onlar isteyerek gelmedi, komşuları olan bir ülkenin toprağına yöneldiler. Fransa'da ise denizleri veya binlerce kilometreyi aşarak ulaşılan bir göç hareketi var. Geçmişin sömürü düzeninin bugüne yansıması olan bir toplumsal hareketlilikten bahsediyoruz. Bu anlamda iki toplum arasındaki göçmenleri karşılaştırmak, bu karşılaştırmadan olumsuz bir sentez çıkarmak ve aynı sosyolojik şartlarla değerlendirmek neredeyse imkânsız.
Türkiye'nin başarısı: Göç İdaresi Başkanlığı
Ülkemiz izlediği göçmen politikası ile birçok ülkeye liderlik edecek duruma geldi, özellikle Göç İdaresi Başkanlığı'nın başarı ile yürüttüğü politikalar, Fransa gibi ülkelerin yaşadığı krizlerin önlenmesinde aktif roller oynadı. Dr. Savaş Ünlü ve Dr. Can Ozan Tuncer liderliğindeki yönetim kadrosu, İçişleri Bakanlığı bünyesinde oldukça önemli çalışmalara imza attı, bütün süreçler yakından takip edildi ve her süreç ayrı ayrı analiz edilerek entegrasyon süreci başarıyla sürdürüldü. Göç İdaresi Başkanlığı'nın birçok ülkeye referans olacağı artık kesinleşmişken, İçişleri Bakanlığımızın devam ettirdiği göçmen politikalarından haberdar olmayanların hem göçmenler hem de Kürtler üzerinden ülkemizi dar alanlara itme çabası bu anlamda sonuçsuz kalacaktır.
HABERE YORUM KAT