Türkiye-Sünnîlik İlişkisi
Ülkemizde farklı etnik kimlikler beraber yaşamaktadır. Bir imparatorluk bâkiyesi olan bu coğrafyada başkası da düşünülemezdi. Tarihsel olarak çok kültürlü ve çok dinli bir yapısı da vardır. Ulus devlete geçiş sonrası yapılan nüfus mübadeleleri ve yaşanan göçler sebebiyle çok dinli yapısı neredeyse tek dinli bir yapıya dönüşmüştür.
Çok az sayıda Hıristiyan ve Musevî vatandaş da bulunmaktadır. Bu sebeple, nüfusun yüzde 99’u Müslüman ülke denmektedir. Bu yüzde 99’un içinde yüzde 2 civarında ateistler de mevcuttur. Bunlar ise kültürel aidiyet ve sosyal kodlar itibarıyla Müslüman kabul edilmekteler.
Toplumun kahir ekseriyetini Hanefî ve Şafiî mezhebine müntesip Ehli Sünnet kesimi oluşturur. Alevî ve Caferî fırkalarına müntesip vatandaşlarımız da mevcuttur.
Tarih tecrübemizde bu coğrafya Sünnî İslâm’ın hâmiliğini ve temsiliyetini yapmıştır. Bu temsiliyet dışlayıcı değil kucaklayıcı, ötekileştirici değil birleştirici olmuştur. Safevîlerin yayılmacı politikalar izlediği dönemler istisna sayılabilir.
Sünnîlik bugün 1.6 milyar nüfusa sahip dünya Müslümanlarının yüzde 90’ını teşkil eder. Tarihsel olarak Sünnî dünyaya Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar liderlik etmiştir. Hint-Türk İslâm devleti ve Endülüs de buna dahildir.
Dünya Müslümanları, Cumhuriyet döneminde yaşanan kırılmaya rağmen, Türkiye halkını bu tarihî mirasın sahibi olarak algılar. Kısacası bu tarih tecrübesi Türkiye’ye Müslüman dünyada liderlik rolü yükler. Bu rolün özünde de Müslümanların can ve mal emniyetini sağlama olduğu gibi Sünnî paradigmayı koruma görevi de vardır. Türkiye bugün bunu tam olarak yapamazsa da ondan beklenen bu misyondur.
Bu özet girişi bir hakikatin altını çizmek ve Türkiye’ye kurulan bir tuzağı işaretlemek amacıyla yaptım.
Kimi siyasetçiler, ilahiyatçılar, ithal edilmiş ideolojik yapılar, İran angajmanlı çevreler ve moderniteyi referans alan Müslümanlar Türkiye’nin Sünnî kimliğinden rahatsızlar. Mezhep çatışmalarının önüne geçmek, daha kuşatıcı olmak ve modern dünyaya ılımlı ve rasyonel bir İslâm sunmak adına bu aidiyetinden kurtulması gerektiğini savunmaktalar.
Dinî olarak bu iddia doğru değildir. Zira mezhep savaşını siyasi, iktisadi ve ideolojik nedenlerle Batı ve İran kışkırtmaktadır, Sünnîlik değil. Sünnîlik aidiyeti taşıyan bazı marjinal kesimler bunu yapsalar da ana akım Sünnîlik bunu dışlamaktadır.
Dünya Müslümanlarının yüzde 90’ını Sünnî Müslümanlar oluşturur dedik. Kuşatıcılık öncelikle bu çoğunluğu kucaklamakla mümkün olur. Eğer Türkiye, Endonezya’dan Fas’a dünya Müslümanlarına öncülük yapmak istiyorsa kendisiyle onları bir araya getiren din tasavvuruna ve Sünnî aidiyete önem vermek zorundadır.
Bunu yapmazsa bu aidiyeti önemseyen dünya Müslümanları neden Türkiye’ye yönelsinler ki? Sünnîliği dışlamak aslında Türkiye’nin tarih tecrübesinin zaruri sonucu olan bu misyonu yüklenmesinin önünü kesmek demektir.
Salt İslâm iddiası yeterli olsaydı dünya Müslümanları İran’ın peşine takılırdı. İran, “İran İslâm Cumhuriyeti” etiketinin avantajlarını da kullanarak 38 yıldır dünya Müslümanlarını temsil ettiğini söylemiş, bu meyanda takıyyeyi sınırsız kullanarak gerçek niyetlerini saklamış ama dünya Müslümanlarını ikna edememiştir.
Sünnîlik evvelemirde bir İslâm tasavvuru ve İslâm’ı yaşama biçimidir. Sünnîlik tarihsel devamlılığın kendisi ve aynı zamanda dünya Müslümanlarını birleştirebilecek yegane paradigmanın adıdır.
Bunu görmezden gelen bir yapı dünya Müslümanlarına liderlik yapamaz. Bu boşluğu da başkaları mutlaka doldurmaya çalışacaktır. Türkiye’nin öncü rol oynamasını istemeyenler Türkiye ile dünya Müslümanlarını buluşturan aidiyeti hedef almaktalar.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT