Türkiye Siyasi Tarihinin İbretlerle Dolu Seçim Tablosu
Yıldıray Oğur, Türkiye’nin yakın siyasi tarihini erken seçimler üzerinden mercek altına aldığı yazısında “Türkiye’nin seçim tarihi, yeni bir seçime giderken siyasetçiler için ibretlik derslerle dolu.” diyor.
Yıldıray Oğur’un Karar’da yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (21 Nisan 2018) yazısı şöyle:
Erken Seçimlerden Geç Kalmamış Tavsiyeler…
1 Nisan 1923 günü, Meclis kürsüsüne çıkan İsmet Paşa, “seçime gitmeyi teklif ediyoruz” dediğinde muhalif vekiller şaşırmıştı.
Çünkü o ana kadar ısrarla seçim isteyen muhalif İkinci Grup üyesi vekiller, karşılarında hep iktidarı ve bilhassa da İsmet Paşa’yı bulmuşlardı.
Üç sene sonra idam edilecek Lazistan mebusu Ziya Hurşit Bey "Zannederim, evvelce böyle bir teklif verilmişti de, Paşa hazretleri reddine taraftar olanlardan birisi idiniz” demiş, İzmit mebusu Sırrı Bey, “Paşam, bunu bizzat 20 gün evvel teklif etmiştim ve bizzat zat-ı aliniz aleyhinde bulunmuştunuz” diye kibarca bu çelişkiyi hatırlatmıştı.
Ama emir büyük yerden geliyordu. Uzun bir Batı Anadolu gezisine çıkan Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya döner dönmez gece topladığı yakın kurmaylarına, Meclis’i yenileme talimatı vermişti.
Seçim tarihi 28 Haziran 1923’dü. Seçimlere sadece üç ay vardı.
Bu Türkiye Cumhuriyeti tarihinin de ilk baskın seçimiydi.
Aslında Meclis erken seçim teklifini kabul edince kürsüye çıkıp İstiklal Harbi’ni birlikte yaptığı vekillere teşekkür eden Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasına bakınca ne olup bittiğini anlamak pek mümkün değildi:
“Arkadaşlar; Türkiye Devletinde ve Türkiye Devletini kuran Türkiye halkında taçlar yoktur, diktatör yoktur. Taçlar yoktur ve olmayacaktır! Çünkü olamaz. Bütün cihan bilmelidir ki; artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hakimiyet-i milliyedir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdanı ve mevcudiyetidir.”
Halbuki bu baskın seçimin amacı, Birinci Meclis’te sesi çok çıkan, muhalif İkinci Grup’u tasfiye edip, Lozan’ı gürültüsüz onaylayacak, o günlerin tabiriyle “kız gibi” bir Meclis kurmaktı.
Güvenilir vekil adaylarını belirleyecek komisyonun üyelerinden biri, iki yıl sonra idamla İstiklal Mahkemesi’nde yargılanacak, daha sonra kitapları yakılacak Kazım Karabekir Paşa’ydı:
“Ben muhalif istemiyorum' diyerek, kendisine kavlen ve tahriren en çok sadakat gösterenleri ve Birinci Meclis'te fiiliyatıyla bu emniyeti kazananları ve hemen bütün karargâhının mensuplarını namzet gösteriyordu. Ben de böyle emre uyan bir meclisle, dünyaya hakim İtilaf devletlerinin emniyetini kazanamayacağımızı ve dahilde de hürriyet mefhumunu kaldıracağımızı ve belki daha şiddetli bir muhalefete yol açılacağını söyleyerek seçim komitesinden ayrıldım.”
28 Haziran günü yapılan seçimlerde sandıklardan daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’nı oluşturacak iktidarın müdafa-i hukuk grubu adayları çıktılar. Meclis artık, Mardin’den vekil seçildiğini gazetelerden öğrenen Yakup Kadri gibi “güvenilir”isimlerden oluşuyordu. Meclis’e girebilen tek muhalif ise Gümüşhane’de kavga dövüş bağımsız vekil seçilmeyi başaran Zeki Kadirbeyoğlu olmuştu.
Ama bu anlayışın Meclis’ten kendi muhalefetini yaratması uzun sürmedi. Bir yıl sonra aralarında Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları, İstiklal Harbi komutanlarının da olduğu 29 kişi CHP’den istifa ederek muhalif Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular.
Bu beklenmedik muhalefet, ancak Şeyh Said Ayaklanması bahanesiyle partinin kapatılması, ardından da İzmir Suikastı davasında muhalif vekillerin idamla yargılanmasıyla durdurulabilecekti.
Çok partili demokrasiye geçildikten sonraki ilk erken seçim ise 1957 yılında yapıldı.
Bu da aslında erken değil, baskın bir seçimdi.
1954 seçimlerinin ardından Demokrat Parti iktidarında işler kötüye gitmeye başlamıştı.
6-7 Eylül olayları sonrasında toplantı, gösteri, sendikal haklar kısıtlanmış, basına yönelik baskılar artmış, aralarında 79 yaşındaki Hüseyin Cahit Yalçın ve İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker’in de olduğu gazeteciler tutuklanmış, Cumhuriyetçi Millet Partisi lideri Osman Bölükbaşı’nı seçtiği için Kırşehir ilçe yapılmış, SBF dekanı Turhan Feyizoğlu bir konuşması yüzünden görevden alınmış ve bu uygulamalara karşı çıkan DP içinden bir grup milletvekili de istifa ederek Hürriyet Partisi’ni kurmuşlardı.
1957 yılında iktidarın dili ve uygulamaları daha da sertleşmişti. Radyo tümüyle muhalefete kapanmıştı. Menderes’in miting meydanlarında ise iki gündemi vardı; Kıbrıs davası ve komünist ayaklanma tehlikesi.
Antep’te yaptığı konuşmada “Muhalefet ve basının açmış olduğu şiddetli ateşin himayesinde bir takım komünist birliklerinin hareket hazırlıklarında olduğu görülüyor” demiş, “kanun yetmezse kanun hükmünde kararnamelerle bu fitneyi bitirme” sözü vermişti.
DP iktidarının sertleşmesine karşı üç muhalefet partisi birlikte hareket etmeye başlamışlardı. Muhalefetin talepleri “siyasi emniyet, basın hürriyeti, hakim teminatı, üniversite muhtariyeti, toplantı ve seçim kanunlarının islahı”ydı.
Bu sırada muhalif liderlerden Osman Bölükbaşı, Kırşehir’de karşılanması sırasında yaşanan olaylar yüzünden tutuklandı. Hapishanede saçlarının kazıtıldığı haberleri çıkıyor, yeni doğan çocuğu için diğer muhalefet liderleri ona tebrik telgrafları gönderiyordu.
Böyle bir zor dönemde birbirine yaklaşanmuhalefetin ittifakını engellemek ve onları hazırlıksız yakalamak isteyen Başbakan Menderes, 5 Eylül 1957 günü erken seçim kararı verdi. Seçim için belirlenen tarih 27 Ekim 1957’ydi. Yani seçimlere iki ay bile yoktu.
Yetmemiş, seçim kanununda bir değişiklik yapılarak, partilerin ittifak yapması engellenmişti.
Muhalefet partileri ortak açıklama yaparak seçimden sonra anti-demokratik kanunları değiştirerek, tekrar seçime gitmeyi vaad ettiler.
Muhalefetin liderlerinden birinin hapishanede olduğu seçimler gerilimli geçti. Radyo sadece iktidar propagandası için kullanıldı, mühürsüz pusulalar, 46 seçimlerini hatırlatan usulsüzlükler oldu. Henüz tüm sandıklar kapanmadan, radyodan “DP’nin tulum çıkardığı” yayınları yapıldı.
Ama bütün bunlara rağmen sonuç Demokrat Parti için hüsran oldu. Seçim kanununun avantajıyla tek başına iktidar olmasına rağmen DP on puan gerilemiş, Meclis’te 79 sandalye kaybetmiş, muhalefetin oy toplamı iktidarı geçmişti.
Türkiye’de halk her zaman mesajını sokakta değil, sandıkta vermeyi tercih etti.
Baskı, hile, devlet müdahalesi, adaletsizlikler, tehdit, kibir ilk gelen sandıkta cezalandırıldı.
Parti devletin valileri ve jandarmalarıyla girdiği, açık hile yaptığı 1946 seçimlerine tepki, 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’yi iktidara taşıdı.
Halk, belki darbelere karşı sokağa çıkmadı ama 1960 darbesinden bir yıl, Adnan Menderes’in idamından bir ay sonra yapılan seçimlerde yasaklı DP’nin devamı olduğunu iddia eden üç parti çoğunluğu elde ettiler.
Toplum “beni seçmezsen ülke elden gider, anarşi geri döner, ülkenin bekası tehlikeye düşer” tehditlerini de hiç sevmedi. 1983 seçimlerinde tvlerden ve meydanlardan “kardeş kavgasına dönmek”le korkutan, kendi kurdurduğu parti MDP’yi işaret eden Kenan Evren’e rağmen, halk gidip çok az tanıdığı Özal’ı seçti.
İktidar sarhoşluğu, kibir de cezasız kalmadı. 1989 yerel seçimlerinde sandalyede iple bağlanmış belediye başkanı afişleriyle halkı tehdit eden ANAP ve kazanacağından fazla emin Dalan geceyi hezimetle kapattı.
Yolsuzluklar ve siyasette aile fotoğrafı hiç şık bulunmadı. 1991 seçimlerinde ANAP’ı üçüncü parti yapan kötü görüntülerden biri Semra Özal’ın İstanbul İl Başkanlığı’ydı.
Bir siyasetçiyi medyada linç etmek, ona eline geçen her şeyi fırlatmak, görünmez kılmak çoğunlukla ters tepti. 1994 seçimlerinde hiç şans verilmeyen, kendine gazetelerde, televizyonlarda yer bulamayan, bulsa bile sert eleştiriler ve önyargılarla haber olan genç Tayyip Erdoğan’ın şöhretli rakiplerini geride bırakarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde gazeteler günlerce inanamadılar.
O rüzgar 1995’de bir kaç küçük gazete dışında medyası olmayan Refah Partisi’ni de birinci parti yaptı.
Sosyal meseleler, tarihi fay hatları da sadece askeri yöntemlerle, tutuklamalarla yok edilemedi. PKK’nın içeride ve dışarıda sıfırlandığı, DEP’li vekillerin tutuklandığı bir ortamda seçime giren HADEP 1 milyonun üstünde oy alınca herkes çok şaşırmıştı.
Milli davalar ve milliyetçilik, hamaset her zaman iş yaptı ama bu tek başına yetmedi. Kıbrıs Fatihi, Karaoğlan Ecevit, bir yıl geçmeden girdiği ilk ara seçimde hezimet yaşamıştı. Ama 1999’da Öcalan’ın yakalanmasının dalgası yaşlı Ecevit’i iktidara taşıyabilmişti.
Bir lideri yasaklamak, siyasi mühendislikler yapmak, devletin kolluk güçleriyle önünü kesmeye çalışmak da hep ters tepti. 2002 seçimlerine girerken siyaseten yasaklı olan Erdoğan, bir yılı doldurmamış partisini tek başına iktidar yapmıştı.
Tarihin yanlış tarafında kalmak ve değişime direnmek de hep hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Başörtüsü fobisiyle milyonluk Cumhuriyet mitinglerini dolduran, sandıklara koşan laikler, 22 Temmuz akşamı bu gerçekle yüzleştiler.
Büyük paralar harcamak, dev mitingler düzenlemek, bütün ülkeyi afişlerle donatmek, halkı kuşe kağıda basılmış broşürlere boğmak, medyayı partizanca kullanmak da kitleleri ikna için yeterli olmadı.
16 Nisan referandumunda neredeyse hiç afiş asmayan, kampanya yapmayan sessiz hayır bloğu sandıklarda Evet’le başabaş çıktı, hatta milyonluk mitinglerin yapıldığı büyükşehirlerde öne geçti.
Yani Türkiye’nin seçim tarihi, yeni bir seçime giderken siyasetçiler için ibretlik derslerle dolu.
24 Haziran seçimlerine iki ay kala da sonucu afişler, dev mitingler, gazete manşetleri değil bütün bu eski tecrübelerden ders çıkarılıp çıkarılmadığı belirleyecek...
HABERE YORUM KAT