Türkiye-Rusya İlişkileri: Oyun Kurucu Kim?
Britanya’nın önemli gazetelerinden biri olan Financial Times, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyareti için “Putin, Türkiye ve NATO’yu birbirine düşürmek istiyor” mealinde bir değerlendirme yapmış. Akabinde ise “Bu, Suriye’deki Batı siyaseti için acil riskler taşıyor” yorumunu paylaşmış. Rusya muhakkak ki küresel çapta büyük bir güç ancak buna rağmen Türkiye-Rusya ilişkilerini salt Rusya merkezli okumak hem yanlış hem de yanıltıcı sonuçlara gebedir. Rusya veya benzeri çaptaki bir devletin Ermenistan, Gürcistan, Moldova çapındaki devletlerle münasebetleri için bu tür değerlendirmeler yerinde olur ancak Türkiye o kategori ve kalibrenin çok üstünde bir ağırlık merkezidir.
Belki biraz tuhaf hatta fantastik gelebilir ama Financial Times’in yukarıda andığımız öngörüsünü şöyle bir özne değişikliğiyle yeniden kursak nasıl olur? “Erdoğan, Rusya ve NATO’yu birbirine düşürmek istiyor.” Biraz sert olduysa küçük bir tadilat ve ilave yaparak öngörümüzü şu şekilde takdim edelim: “Erdoğan, Rusya ile AB ve ABD arasındaki ayrışma ve gerilimleri kullanarak Müslüman halklar lehine yeni bir plan kurmaya çalışıyor.” Çünkü resmi beyanlara göre Türkiye, NATO ve AB’yle yollarını ayrıştırma yönünde bir temayül taşımadığı gibi Şangay Beşlisi’ne üye olmak gibi bir teklifle de gitmedi Rusya’ya. Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın St Petersburg’a geniş bir heyetle giderek Vladimir Putin başkanlığındaki Rusya heyetiyle uzun, kapsamlı ve krizi geride bırakarak ileriye dönük çok boyutlu bir işbirliği-ortaklık teklifiyle gitmesi Türkiye açısından öncelikle hangi hedeflere matuf olabilir?
‘Ayı’nın Armut Üzerine Türküleri
Türkiye-Rusya münasebetinin gerilim ve krizden çıkış arayışında gözden kaçması, dikkatlerden uzak tutulmaması ve alt çizilmesi gereken kimi hassas hususlar var. Bunlardan biri belki de birincisi bu ilişkilerin onarılması, iyileştirilmesi ve geliştirilmesine Rusya en az Türkiye kadar muhtaçtır. Sürekli bir biçimde Türkiye’nin AB ve ABD tarafından sıkıştırıldığına ve yalnızlaştırıldığına vurgu yaparak aynı sürecin Rusya için de geçerli olduğunu gözden ırak tutmak basit ve çirkin bir kurnazlıktır. Rusya şu anda ne Ukrayna ve Suriye krizini çözebilecek bir kapasiteye ne de bölgesel bir politika kurabilecek imkân ve araçlara sahiptir. İşgal ve katliama girişiyor, yakıp yıkıyor, ilhak edip müstemleke oluşturabiliyor lakin bütün bunları ‘ayı’ gibi yapıyor. Korku salıp vahşet üretiyor sadece. Hiçbir cazibesi, makul ve meşru hiçbir standardı yok.
Sadece barbarca değil aynı zamanda ahmakça bir stratejiyle Esed rejimini ayakta tutmanın takıntısıyla bölgeyi dizayn edebileceğini zannediyor. Suriye’de tükenen İran ve Hizbullah’ın, daha çok askeri harcamadan imtina eden Amerika’nın boşluğunu doldurmaya şartlanmış bir pozisyonda. Rusya’nın uzun bir zaman daha katliam ve yıkımlarına devam etmesi mümkün görülüyor. Peki ya kazanması, meşru ve sürdürülebilir bir rejim ikame etmesi en uzak ufukta olsun gözüküyor mu? Hangi ahmak uzman, hangi analist bu öngörüye sıfırdan başka ihtimal tanır!?
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un da Devlet Başkanı Vladimir Putin’in de “Türkiye’nin burnunu sürteceğiz, cezalandıracağız” mealindeki dayılanma ve şantajları St Petersburg’daki görüşmelerle geride kaldı. Bu iklimi inşa eden, Rusya’nın yıkıcı gerilim üretimini engelleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’dir. Meselenin bir boyutu iktisadi ve ticari ilişkilerse diğer boyutu da Suriye üzerinden meydana çıkan kaotik yıkımın nihayete erdirilmesidir.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Rusya’dan döner dönmez Anadolu Ajansı’na yaptığı değerlendirmelerin yoğun bir Batı eleştirisi üzerine kurulduğu görülüyor. Mesela Çavuşoğlu’nun “NATO’nun içindeyiz ama PKK ve DAİŞ saldırırken NATO yok” kritiği kadar karşıt cephelerden hiç birine teslim olmayacağını ihsas eden şu vurgusu da göz önünde tutulmalıdır: “AK Parti iktidara geldikten sonra, Batı ile ilişkilerini nasıl yürüttüyse Rusya ile de götürmüştür. Batı ile Rusya ilişkilerini tamamlayıcı gördük. Rusya ile ilişkilerimizi daha iyi noktaya getireceğiz.”
Bu vurguları güçlendiren önemli bir kırılma noktası olarak 15 Temmuz darbesinde AB ve ABD’nin aldığı pozisyonun her fırsatta altının çizilmesidir. 15 Temmuz’la alakalı olarak AB’yi ciddi hatalar yapmak ve sınıfta kalmakla suçlayan Çavuşoğlu’nun final cümlesi manşet olacak niteliktedir: “Batı Türkiye’yi kaybederse kendi hataları yüzünden kaybedecektir.” AB ve ABD’ye yönelik eleştiriler yoğun, ciddi çelişki ve çatışmalar yaşanıyor ama köprüleri atma, ilişkileri kesme, Batı’ya karşı Rusya-İran bloğuna iltica etme gibi bir söylem veya eylem geliştirileceği beklentisine de anlamsız olacaktır.
Özür ve Tazminat Unutuldu(!)
Türkiye, ne özür diledi ne tazminat yolu açtı ne de benzeri bir talebi karşıladı. Çünkü Rusya haksız ve suçluydu ilaveten Türkiye’yi tecziye edecek kadar kudretli de değildi. Ne var ki Türkiye’ye karşı tırmandırdığı gerilim Rusya’yı bir taraftan İran ve Esed rejimine daha bir bağımlı kılıyor diğer taraftan AB ve ABD karşısında güçten ve takatten düşürüyordu. Ortaya çıkan bu zeminde siyasi, iktisadi, askeri ve diplomatik açıdan Rusya’nın kaybını ve kaybetme potansiyelini hesap dışı tutan bir değerlendirme klasik bir propaganda olmaktan öteye geçemez.
Geçen yüzyıllarda İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti ve Rus Çarlığı arasındaki gerilimden dibine kadar istifade ederdi. Kimi zaman Rusya’nın kimi zaman da Osmanlı’nın yanında saf tutarak bölgeyi dizayn ederlerdi. Soğuk Savaş döneminde de bu büyük oranda böyle sürdü. Fakat belki de yeni bir denge kurulmasının eşiğindeyiz. Türkiye farklı bir oyun kurucu olarak sahneye çıkıyor. Şimdi AB ve ABD’nin Rusya ile yaşadığı gerilimden maksimum faydayı elde etmek üzere meşru hedefine doğru yürüyor.
Son dönemde Rusya ve ABD’nin desteğiyle Suriye’nin kuzeyinde alan hâkimiyetini epeyce bir genişleten PKK-PYD’ye karşı Türkiye’nin Rusya’yla birlikte yeni bir konsept geliştirecek. IŞİD’e karşı olduğu gibi PKK-PYD’ye karşı da ortak bir terörle mücadele geliştirileceğine ilişkin uzlaşı mesajı hafife alınmamalı. Meselenin sıcağı sıcağına burada nasıl yankılandığına dair HDP lideri Selahattin Demirtaş üzerinden bir bakalım isterseniz. Demirtaş’ın St. Petersburg’ta düzenlenen zirveyi olabildiğince itibarsızlaştıran değerlendirmesi aynen şöyle: “Rus-Türk ilişkilerini düzelecek diye görmüyorum. Rusya Suriye’deki hiçbir çıkarından vazgeçmez. Erdoğan’ı kendine mecbur edecektir; Esad’lı bir çözüme razı edecektir.” PKK ve HDP’nin Amerika’nın yanı sıra Rusya’nın da kendilerinden vazgeçemeyeceğine ilişkin beklentileri hayli yüksek görüldüğü üzere.
Ne başından bu yana yanında durduğu Suriye halkını terk ediyor ne de başından beri yıkılması için gayret gösterdiği Esed’le bir projeye onay veriyor. NATO’dan yapılan açıklamalar, AB’den deklare edilen telkinler, Amerika’nın beklenti ve kaygıları Türkiye’nin pozisyonu zayıfladığı için değil aksine güçlendiği içindir. Eğer Türkiye kolay manipüle edilebilir ve önemsiz bir taktik figürden ibaret olsaydı AB ve ABD telaşlanmaz, Rusya misafirperverlik sergilemek ve yoldaşlık etmek için bu kadar yırtınmazdı.
Oluşturulmak istenen sahte algı gibi AB ve ABD, Türkiye’yi musibet ve yük olarak telakki etseydi Rusya ile ittifakı için “mübarek olsun” der geçip giderdi. Çokça ve çok taraftan seslendirilen analiz görünümlü algı operasyonlarını değil önümüzdeki somut gerçek ve gelişmeleri esas almakta fayda var. Bütün zaaf ve engellere rağmen bu bölgede oyun kurucu aktörlerden biri de hassaten 15 Temmuz darbesine direniş sürecinden itibaren Türkiye’dir artık.
***
Bu yazı Yeni Akit Gazete'sinde yayınlanan makalenin genişletilmiş halidir.
YAZIYA YORUM KAT