’Türkiye Putini durdurulmalı!’ denilirken; iç buhran, dış etkenlerden ay
Önce, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, evvelki gün yaptığı konuşmada, artık iyice klişeleşmiş bir sözü tekrarlamasına değinelim.. I. Dünya Savaşı esnasında, 1915’te meydana gelen trajik hadiseler yüzünden, Türkiye’nin diplomatik planda sıkıştırılmak istenmesi sebebiyle, Gül, ’Bırakalım, tarihi siyasetçiler değil, tarihçiler araştırsın..’ dedi..
Hele de Abdullah Gül, Tayyîb Erdoğan ve Ali Babacan’ın, bu klişe cümleyi tekrarlamaktan kaçınmaları beklenir. Çünkü, ’tarihçi ve siyasetçi’ ilişkisi, ’yumurta -tavuk ilişkisi’ gibidir.
Kezâ, tarihçiler, ulaştıkları belgelere göre karar verirler.. O belgelerin nasıl ve kimlerce, hangi şartlarda hazırlandığı ve ne kadarının elde edildiğinin sosyo-psikolojik şartları gözönüne alınmadan, konuyu tarihçilere havale etmek, ülkeleri ve toplumları birkaç tarihçinin elinde oyuncak durumuna düşürebilir.
Unutulmamalıdır ki, B. Amerika stratejilerinde oldukça etkili oldukları bilinen yahudi lobisi, Ermeni iddiaları konusunda, tamamiyle siyasî saiklerle, yıllarca ya sessiz kalmış, ya da Türkiye’ye destek verir gibi bir tavır takınmış ve hattâ Amerikan yahudilerinden ünlü Ortadoğu tarihçisi Bernard Lewiss, ermeni iddialarını temelsiz saydığı için, Demirel’in C. Başkanlığı döneminde Atatürk Madalyası ve 100 bin dolarla ödüllenlendirilmişti.. Ama, aynı yahudi lobisi son iki yıldır, ermeni iddialarının yanında yer almaya başlamış bulunmaktadır. Yine Amerikan tarihçilerinden Prof. Justin McCarty gibileri de önceleri ermeni iddialarını doğrularken; Türkiye tarafından -elbette tamamiyle duygusal (!!) şekilde-, ’memnun’ edilip Meclis’te bile konuşturulunca, ermeni iddialarını geçersiz saymıştı.. Bu tiplerin, rüzgâra; şahsî -ve ülkelerinin- menfaatlerine göre yön değiştirebilecekleri için bu örnekler yetmez mi?
4-5 ay sonra B. Amerika’nın başına geçmesi ihtimali güçlü olan Barack Obama, dün, ’Bu trajik gerçeği tanımalıyız. Bush yönetiminin bunu tanımamış olmasının bir ma’zereti yok..’ diyerek ermenileri daha bir umutlandırmıştır. Bu durum, nice tarihçileri de etkilecektir.. Türkiye’deki tarihçilerin de, TC’nin resmî stratejisine aykırı davranamıyacağı açık..
Nitekim, T. Tarih Kur. Başk. Prof. Y. Halaçoğlu da, bu konuda, fanatik bir tarafdar gibidir. O zaman yalnız ermeniler değil, müslüman halk da büyük facialar yaşamış, kitleler halinde kurbanlar vermiştir. Yani, hiçbir şey olmamış demek de, gerçekçi değildir..
Bu durumda, ülkeler ve toplumlar, hele de siyasî konularda, siyasetçilerin veya tarihçilerin iddialarının yalancısı veya doğrulayıcısı durumunda kalmaktadır.
Gerçi, Türkiye, son 15-20 senedir, ’tarihi belgeleri tarihçilerin incelemesine açtık..’ diyor ama, bu, dış odaklarca, ’Gerekli temizlikler yapıldıktan sonra..’ gerekçesiyle inandırıcı bulunmuyor.. Ermenistan, Rusya ve Amerika’daki tarihî belgeler ise, henüz açılmadı.. Anlaşılıyor ki, oralardaki temizlemeler henüz tamamlanamadı.. 95 sene önceki hadiselerin herkesin kendi siyasetine göre süzgeçten geçirip açıkladığı belgeleri, nasıl sağlıklı kabul edilecektir? O günün dünya şartları gibi, bugünün dünya şartları da etkili olmayacak mıdır?
Ayrıca, tarihi oluşumunda tarihçilerin değil, siyasetçilerin etkili olduğu da açıktır.
*
Asıl mes’ele, güçlü olmaya bağlıdır.. Bir ülkenin güçlü olması ise, sadece askerî veya ekonomik gücünden değil, sosyal bünyenin dokuları arasındaki sağlam bağlardan gelir. Bu da, halkın birlikte yaşama iradesinin gücüyle, ülkeyi korumak azmi ve rejimine sahib çıkmasıyla olur.. Ama, TC’nin iç bünyesinin, uluslararası dengelerdeki hassas gelişmeleri bile hesaba katmıyacak kadar katı bir totaliter anlayışın pençesinde olduğu da bir ayrı faciadır.
Türkiye, bu noktada sınıfta kalmıştır.. Çünkü, halk kitleleri genelde, İslam inancı etrafında birbirleriyle ve müslüman olmayan azlık unsurlar da, yine İslam’ın adâlet anlayışı içinde birlikte yaşamanın psikolojik zeminine sahib iken.. ’Kemalist/ laik bir dünya görüşü’nü kendisine kesin ve asla değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez bir yol haritası kabul eden resmî ideoloji, milletin iradesini de ipotek altına almıştır, ülkeyi de kendi cirit alanına çevirmiştir.. Halkın rey ve iradesinin, rejime, yönetim mekanizmasına gerçekten değil de göstermelik olarak etkili olabileceğini dayatmaktadır..
Böyle bir durumun ortaya çıkardığı buhranlar ortadadır.. Daha bir yıl önce, halkın büyük ekseriyetiyle destek verdiği bir siyasî hareket kanun dışı sayılma tehdidiyle karşı karşıyadır ve resmî ideoloji’nin şefleri, yüzde 47 değil, yüzde 99 oy alınsa bile, halkın iradesinin, o değiştirilemez prensiplere dokunamıyacağı şeklindeki laik dayatmaları hatırlatmaktadırlar.
Böylesine despotik/ totaliter bir yapı.. Hem de, Cumhûriyet rejimi ve halkın iradesi adına!.
Üstelik, dünyayı tehdid eden bir büyük ekonomik buhranın ayak sesleri daha bir yükselirken..
Ve dünyanın jeo-politik durumu oldukça karmaşık.. AB Anayasası denilen Lizbon metninin İrlanda’da geçen hafta yapılan referandumda, yüzde 53’le reddedilmesi AB’yi yeni buhranlara sürüklemeye aday.. Buna, İran İslam Cumhuriyeti’nin, Avrupa bankalarındaki 75 milyar euro (yaklaşım 125 milyar dolar) çekmesinin şoku da eklendi..
Amerika’nın İran’a saldırması ihtimalinin daha yükseltildiği ve 5 sene öncelerde varili 23-24 dolar olan petrol, şimdi, hayal bile edilemiyecek şekilde, 140 doları aşmış ve hattâ 200 dolara bile ulaşabileceğinin ihtimalleri ortadayken..
Irak, zâten mâlum.. Obama, çekilmenin gerekliliğinden, McCain ise, daha güçlü şekilde yerleşilmesinden söz ederken.. Ülke yine kan gölü halinde ve her an yeni iç çatışmalar ve bölünme tehlikesiyle karşı karşıya.. Ve bu durum Türkiye’yi derinden etkileyebilecekken.. Afganistan yeniden Talibân’ın avucuna düşmek üzere ve Hâmid Karzai, Afgan ordusunun Pakistan sınırlarını geçebileceği gibi tehdidler savururken..
USA emperyalizmi, dünyanın bu, en stratejik bölgesinin geleceğine ilgisiz kalmıyacağının işaretlerini veriyor.. Nitekim, Bush Yönetimi’ni kuşatan ve çoğu Amerikan yahudilerinden oluşan ‘Neo-Con’ (yeni muhafazakâr)’ların önde gelen isimlerinden Michail Rubin, Tayyîb Erdoğan için açıkça, ‘Türkiye Putini durdurulmalı..’ demekte.. Putin Rusya’yı Amerikan menfaatlerine aykırı olarak nasıl yeniden güçlendirdiyse, aynı durum, Türkiye tarafından da tekrarlanamamalı ve ‘Türkiye Putini durdurulmalıdır.’!!
Böyle bir hassas anda, TC’de ise, yönetimi 80 küsur yıldır elinde tutan ‘kemalist/laik’ mütegallibe zümresi, ‘Biz egemen olmayacaksak, ülke isterse küllüğe dönüşsün, laiklikten asla taviz veremeyiz.’ diye, ideolojik dayatmasını sürdürmekte yine kararlı gözüküyor..
Yani, mes’eleyi basit bir ‘siyasî mücadele ve Tayyib Erdoğan mes’elesi’ olarak görmek de, bir başka körlüktür.. Hele de 1960’dan beri iç siyasî çalkantılardan bir türlü gözünü açamıyan bir Türkiye’nin son 5-6 yılda, içerde ve özellikle Ortadoğu siyasetinde kazandığı etkinliği yitirmesi, diğer müslüman toplumların geleceğini de olumsuz yönde etkileyeceği gibi, ülkeyi yeni bir iç perişanlığa ve sancılara sürükleyebilir..
YAZIYA YORUM KAT