Türkiye kökenli bir Suriyelinin "vatandaş" olamama hikayesi!
Yusuf Sami Kamadan yılan hikayesine dönen bir "vatandaşlık" hikayesini aktarıyor...
Yusuf Sami Kamadan / Mecra
Bir geri dönüş hikâyesi: Mülteci mi tebaa mı?
Yaşanan acıların hâlâ devam ettiği Suriye hakkında kısa bir cümle kurmak gerekseydi, onun bu yüzyılın en acı vakası olarak tarihte yerini alacağını söylemek herhalde en yerinde olanı olurdu. Kolombiyalı yazar Marquez’in Kırmızı Pazartesi isimli eserinde geçen Santiago Nasar'ın aldığı şiddetli bıçak darbesiyle iç organlarının ortaya dökülmesi gibi acı hikâyeler de saçılmış oldu.
Dille anlatmaya, kalemle yazmaya gelmez nice acı hikâyeler.. Tabii bu durum aynı zamanda Suriye’de yaşananlar unuttuğumuz kimi hikayeleri de meydana çıkardı. Teysîr Hoca’nın hikâyesi işte tam da böyle bir hikâye.. Zamanında Anadolu topraklarından Suriye’ye göçmüş bir ailenin Suriye’deki savaşla birlikte yeniden ait olduğu topraklara gelme, aslına bakılırsa bir dönüş hikâyesi..
Bir kısmı şifâhen bir kısmı belgelerle gelen hikaye şöyledir: Of’un Zisino köyünden olan Resuloğlu Hafız Müfid, II. Abdülhamid döneminde hac kafilelerinden mesul Hacı Ahmed Efendi’nin oğludur. 25 yaşında babasıyla birlikte Hicaz topraklarına giden Hafız Müfid, Osmanlı topraklarında seyahat etmek için alması gereken mürûr tezkiresinde geçtiği şekliyle buraya ilim tahsil etmek gayesiyle gider. Elimizde olan bu mürûr tezkiresinin tarihi rûmî 5 Ağustos 1324 yani 18 Ağustos 1908’dir.
Hicaz topraklarında kalarak uzun bir dönem ilim tahsilinde bulunan Hafız Müfid, hicrî 14 rebîülevvel 1334 yani 20 Ocak 1916 tarihli bugün yine elimizde mevcut olan Sultan Reşad tarafından kendisine verilen berâtla Medine’de bir camiye imam olarak tayin edilir.
Tabii bu yıllar İngilizlerin kışkırtmasıyla bölgenin kimi ayrılıkçı faaliyetlere şahit olduğu bir dönemdir. İki seneyi aşmayacak bir süre kadar burada imamlık vazifesini yerine getiren Hafız Müfid, kuvvetle muhtemel Mondros Ateşkes Antlaşması ile bu toprakların Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasının ardından buradan ayrılarak karışıklıkların yaşandığı bir başka yere, Şam’a gider ve buraya yerleşir.
Eyyûbîler’in el-Cezîre ve Dımaşk kolu hükümdarı el-Melikü’l-Eşref Mûsâ (ö. 1237) tarafından inşa ettirilen, İbn Salâh'ın usûl-i hadîse dair meşhur eseri Mukaddimesini yazıp okuttuğu, İmam Nevevî'nin, İbn Kesîr gibi meşhur alimlerin ders verdiği Şam'ın en meşhur hadis medresesi olan Dârü’l-hadîsi’l-Eşrefiyye’ye girerek burada dönemin en büyük alimlerinden biri olan Bedreddin el-Hasenî başta olmak üzere çeşitli alimlerden istifade eder. Sonrasında günümüzde Rîf Dimeşk’e bağlı bir şehir olan Dûmâ’ya yerleşen Hafız Müfid ilmî faaliyetlerine burada da devam eder. Suriye’nin Hanbelî mezhebine mensup üç yerleşim yerinden biri olan Dûmâ’da, ileride Hanbelî müftüsü olarak meşhur olan Ahmed Şâmî’yi okutur. Tabii bu arada evlenmiş olan Hafız Müfid, Türk hanımından Mehmed Müfid adlı bir erkek çocuğa sahiptir.
Kendisinin Şam’daki hayatıyla alakalı bilgi, Şam’ın meşhur iki biyografi yazarı tarafından kaleme alınan “Hicrî 14. Asırdaki Dimeşk Ulemâsının Tarihi” isimli Arapça eserde netlik kazanır. Oradaki bilgi tam olarak şöyledir:
Muhammed Müfîd Es-Sââdî
Hanefî fakîhi.
Rasûlzâde Ahmed oğlu Muhammed Mufîd en Nakşibendî el-Müceddidî
Karadeniz'deki Trabzon beldesinde doğdu. Zengin bir aile içinde yetişti. İlme olan sevgisi ve tutkusu onu önce Şam'a, sonra Hicâz'a hicret etmeye sevketti. Hicrî 1324 yılında Medîne-i Münevvere'de konakladı. Mescid-i Nebevî'ye imâm olarak tayin edildi. Hicrî 1335 yılına kadar Medîne'nin âlimlerinin ilimlerinden bolca istifâde etti (ilim pınarlarından kana kana içti). 1335 yılında Dimeşk'e göç etti Dârü’l-hadîsi’l-Eşrefiyye’ye medresesinde konaklayıp, Şeyh Bedreddin el-Hasenî'den ilim talep etti. Hicrî 1340 yılına kadar onun yanıbaşında kaldı. Ardından Şam'ın yakınındaki Dûma beldesine imâm ve hatîb olarak gitti.
Hanefî fıkhında derinleşti ve diğer ilimlerde müşâreket sâhibiydi.
Talebeleri arasında (Şam'ın son hanbeli müftüsü) Şeyh Ahmed eş-Şâmî ve Şeyh Mahmûd es-Seyyid bulunmaktadır.
Verâ (takvâ) ve zühd ehliydi. Fakir yaşadı ve fakir olarak öldü. Saat tamirciliği mesleğini icra etmekte olduğundan bu mesleğe nispet edildi (sââtî / saatçi diye anıldı)
Şam’da meşhur Nâsırüddin el-Elbânî’nin babası Nuh Necâti ile birlikte nisbesinden de anlaşılacağı geçimini saatçilik ile devam ettirmiş olan Hafız Müfid, 1931 yılındaki vefatına kadar da Dûmâ’daki bir camide imamlık vazifesini devam ettirir. Bu arada Şam’a geldiği tarihten vefat ettiği tarihe kadar Türkiye’de de ciddi değişimler yaşanır. Onun Türkiye’ye geri dönmemesinde Türkiye'de yaşanan değişimin tesirli olduğunu söylemek herhalde abartı olmayacaktır.
Burada tabii akla gelen soru memleketindeki akrabaları ile irtibatının devam edip etmediği sorusudur. Hafız Müfid’e, o dönemde Bursa’nın Harmancık ilçesinde imamlık yapmakta olan kardeşi Necmeddin tarafından vefatından tam 20 yıl sonra, 1951 yılında gönderilen epeyce geç kalmış bir mektup buna kısmen de olsa cevap verir. Mektupta Necmeddin “Soylu” soyadını aldıklarını yazar. Tabii Hafız Müfid çoktan ölmüştür. Mektubun nasıl olup da Dûmâ’ya ulaştığı ise gizemini korur.
Hafız Müfid’in vefat ettiği 1931 yılında yukarıda kendisinden bahsettiğimiz Mehmed Müfid 8 yaşındadır. Hafız Müfid onu, talebesi olan Ahmed eş-Şâmî’ye emanet ederek onu vasî olarak tayin eder. Eğitimine devam etmek üzere medreseye verilen Mehmed Müfid de aynen babası gibi Bedreddin el-Hasenî’den, vefat ettiği 1935 yılına kadar ders okur.
Babasından ders okuyan Ahmed eş-Şâmî, hocasının oğlu Mehmed Müfid’i sonrasında kızıyla evlendirerek kendisine damat da eder. Yukarıda kendisinden bahsettiğimiz Teysîr Hoca, Türk bir baba ile Arap bir anneden böylece dünyaya gelir. Emekliliğine kadar Dûmâ’da Arapça muallimi olarak çalışan Mehmed Müfid, emekliliğinden sonra miras taksimi ile alakalı resmî bir vazifede daha bulunur. Tabii Türkiye’dekilerle irtibat da devam eder.
- 1962 yılına ait kayıtlar bir toprak meselesi münasebetiyle Trabzon'dakilerin Mehmed Müfid ile irtibata geçtiklerini gösterir. Tabii annesi, çevresi, yaşadığı şehir Arap olan Mehmed Müfid Türkçe bilmiyordur. İlişki tercümeler üzerinde yürür. Bu dönemdeki en büyük adımı 1975 ile 1986 yıllarında iki defa Türkiye’ye giderek akrabalarını ziyaret etme teşebbüsünde bulunan Mehmed Müfid atar. Üstelik bu seyahatlerini “hatırât” başlığı ile yazıya da aktarır. Şahsım adına okuması bir hayli zor, el yazısıyla yazılmış sayfalar tutan bu Arapça metin Türkiye’yi ziyaret eden birinin heyecanı ve detaya varan seyahat bilgileriyle doludur. Notlarında verdiği bilgiye göre Antakya, İskenderun, Adana, Tarsus, Niğde, Kayseri, Sivas, Tokat, Amasya, Samsun, Ordu ve son olarak Giresun üzerinden Trabzon’a ulaşan Mehmed Müfid gittiği yerler hakkında tuttuğu Arapça notlarda bir hayli sitâyişle bahseder.
Tabii Türkiye’deki akrabaları Suriye’den kalkıp gelen misafirlerinden habersizdirler. Muhtemelen kendilerine gönderilen son mektuptaki adrese göre hareket eden Mehmed Müfid ve Suriye’den kendisine eşlik eden kişiler Of’a varmalarının ardından Zisino, yeni adıyla Bölümlü Köyü’ne hareket ederler. Of’tan Zisino’ya ulaşan 25 kilometrelik yol esnasında arabalarının bozulması, şiddetli yağmura yakalanmaları, hatta civarda yaşayan köylülerin durumlarını öğrendikten sonra kendilerini takdir etmeleri, zor arazi şartları ve karanlık orman içinde ilerliyor olmaktan duydukları dehşet de Mehmed Müfid’in Arapça notları arasında yer alır.
Nihayet köye varan, buradaki akrabaları tarafından çok sıcak bir şekilde karşılanan Mehmed Müfid babasının doğduğu evi de görür, burada dualar eder. Ziyaret ettiği akrabalarından biri de seksenlerinde olan babasının kuzenidir. Kendisi ayrıca “70 yıl önce bu köyden giden adamın oğlu” şeklinde köydeki diğer insanların da merakını cezbeden biri olur. Genellikle günlük tarzında tutulan bu notlarda can alıcı çok da bir şey bulunmaz. Mehmed Müfid geldiği tarik üzere tekrar Suriye’ye geri döner ve vefat ettiği 2000 yılına kadar da burada yaşamaya devam eder.
Babasının vefatının ardından da hikayenin kendisine ait olduğunu söylediğimiz Teysir Hoca devreye girer. Oldukça iyi bir eğitim almış olan Teysir Hoca, Suriye’nin en meşhur İslâmî ilimler akademisi olan Fethü’l-İslâm mezunudur. Babasının kurucularından biri olduğu ve o bölgedeki ihtiyaç sahiplerine yardım eden 1960 yılında faaliyetlerine başlayan el-Cemiyyetü'l-hayriyye li-iğâseti'l-muhtâcîn bi-dûmâ isimli müessesenin 2000 yılından 2012 yılına kadar 12 yıl başkanlığını deruhte eder.
Gerek ailesinden gelen itibar, gerekse de mezkûr yardım kuruluşuna başkanlık ettiği dönemde hayata geçirdiği uluslararası düzeyde dikkat çeken mühim projeler kendisini bölgede ismi geçen, güven odağı olan önemli biri mevkiine getirir. Bundan dolayıdır ki Suriye’de karışıklığın artık hissedildiği, Der’â’da kızgınlığın had safhada olup Dûmâ’da bunun yeni yeni başlamakta olduğu bir dönemde, meselenin büyümesini engelleme sadedinde halkın taleplerini, ne istediklerini kendilerine iletmek üzere Teysir Hoca, o bölgeden çağrılan başka sözü geçen kişilerin de içerisinde bulunduğu heyet içerisinde Esed tarafından bizzat saraya çağrılır ve kendisiyle görüşülen bir isim olur.
- Nihayetinde Suriye’de sıkıntıların baş göstermesi ile yerel desteklerin neredeyse tükenerek yardım yapacak kişilerin kalmaması, fakat bunun karşısında ihtiyaç sahiplerinin daha da artması neticesinde yaşanan insânî krizin geldiği boyut, başkanlığını yaptığı müesseseye yardım projeleri bulmak gayesiyle Teysir Hoca’nın yurtdışına çıkmasını bir ihtiyaç olarak gerektirir.
Bu minvalde çalışmalar yürüten 12 kuruluşun temsilcisi sıfatıyla Suriye’den ayrılan Teysir Hoca, gideceği ülke olarak da bir zamanlar ailesinin geldiği toprakları; Türkiye’yi tercih eder. Hayatı gerçekten de kitaplaştırılası biri olan bu isim, 2015 yılına kadar herhangi bir resmî sıfatı hâiz olmadan ihtiyaç sahiplerine yönelik çalışmalarını burada da yürütür. 2015 yılından sonra resmîyet de kazanan bu çalışmalar bugün “Şam Kardeşlik Ve Yardımlaşma Derneği” ismi altında harika hayır faaliyetlerine hâlâ devam eder.
Bugün Arap dünyasında; özellikle Suriye, Lübnan, Filistin gibi komşu ülkelerde Türk menşeine sahip sayısız ailenin varlığı tartışılmaz bir gerçektir. Osmanlı döneminden gelen bu durum, şüphesiz Osmanlı coğrafyasının bir bütün olarak tek vatan olmasıyla alakalıdır.
Bugün mesela İstanbul’dan kalkıp birinin Gaziantep’teyaşamaya başlaması gibi o dönemde de Anadolu’dan birinin kalkıp Şam’da yaşamaya başlaması çok da anlaşılmaz değildir. Tabii zamanla kurulan sun’î devletler, buna bağlı olarak oluşturulan sun’î sınırlar kimi ailelerin o tarafta kalmasını, büyük çoğunluğunun Türk menşeili olduğunu bilmekle birlikte Araplaşması neticesini doğurur.
Gerçekten de Suriye’de yaşadığım 2007 – 2008 yılında karşılaştığım böyle nice aile beni bir hayli şaşırtmıştır. Dolayısıyla Müfid Ailesi bunlardan sadece biridir. Bundan dolayıdır ki Suriye’den Türkiye’ye göç edenleri düşünürken bunu göz ardı etmemek çok da faydasız olmayacaktır.
Bugün Türkiye Devleti’nde İçişleri Bakanı olarak vazife gören Süleyman Soylu’nun her ne kadar içerisinde muğlaklık barındırıyor olsa da aile mensupları tarafından dile getirilen Teysir Hoca’nın akrabası olduğu söylemi araştırılması gereken bir soru olmakla birlikte yine de büyük bir önem ifade ediyor.
Teysir Hoca’nın hukukî olarak yapılması gerekenleri yapmasına rağmen bu ülkede vatandaşlık alamaması ise büyük bir ayıp olarak hâlâ düzeltilmeyi bekliyor. Seneler süren gayretler neticesinde mahkeme tarafından “Soylu” ailesine mensup olduğuna karar verilmesine rağmen Teysir Hoca’nın dosyası, bir karar vermesi için mahkeme tarafından kendilerine gönderilen nüfus müdürlüğünün maalesef raflarında çürüyor.
HABERE YORUM KAT