1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. KİTAP

  4. Türkiye Gençliği Nasıl Yönlendiriliyor?
Türkiye Gençliği Nasıl Yönlendiriliyor?

Türkiye Gençliği Nasıl Yönlendiriliyor?

Çağdaş toplumsal olaylarla ilgili önemli bir sosyal kategori olarak değerlendirilen gençlik meselesini, Zehra Çomaklı Türkmen “Türkiye’de Gençlik Miti” kitabının değerlendirmesi üzerinden ele alıyor.

15 Ocak 2010 Cuma 22:53A+A-

Türkiye'de "Gençlik Miti" / Zehra Çomaklı TÜRKMEN

Genç kimdir? Yada gençlik nedir? Kuşaklar arası farklılık var mıdır? Varsa bu farklılıklar nelerdir? Gibi birçok soru Türkiye gençliğini tahlil etmemiz, gelişim ve değişim sürecini iyi okuyabilmemiz açısından önemli sorulardır.

Bu bağlamda Türkiye gençliğinin 1950 ve 1980 arasında ki üç kuşak gençliğini irdelemeye çalışan ve Demet Lüküslü tarafından kaleme alınan Türkiye'de "Gençlik Miti" 1980 Sonrası Türkiye Gençliği adlı üç bölümden oluşan ve 216 sayfa olan kitabı İletişim Yayınları tarafından okuyucuya sunuldu. Lüküslü'nün kitabı eksik ve tartışmaya açık yanlarıyla beraber özellikle teknik bilgiler elde etmek açısından önemli bir eser niteliği taşıyor.

Yazar kitabının giriş bölümünde 19. yüzyıldan itibaren Türkiye siyasal tarihinin önemli aktörleri olan gençlerin, 1980 sonrasında "sessiz bir kitle" haline dönüştüğünü ve bu durumun gençler açısından birçok eleşteriye maruz kalmalarına neden olduğunu belirterek, 1980 sonrası kuşak olarak adlandırılan kuşağın, Cumhuriyet'in tüm kuşakları tarafından eleştirilerek "apolitik", "depolitize", "bencil", "kayıtsız", "vurdumduymaz" bir kuşak olarak çoğunlukla olumsuz bir şekilde nitelendirildiğinin altını çizmektedir.

Türkiye tarihinde 19. Yüzyıldan itibaren gençlerin hep önemli bir rol oynadığını söyleyen yazar bunun sonucun da ise Türkiye toplumunda bir "gençlik miti"nin oluştuğuna dikkat çekmektedir. Ayrıca Avrupa'da gençlik tarihi araştırmalarının toplumsal bir kategori olarak gençliğin 19. yüzyılda belirdiğini ve gençlerin toplumsal ve siyasal alanda önemli bir yer edinmeye başladığını söylemektedir.

Türkiye'de gençlik tarihini inceleyen yazar Tanzimat ile beraber Avrupa'daki gelişmeleri izleyen Osmanlı sarayı ve bürokrasinin eğitimde modernleşme çabaları ile modern okullar oluşturduğunu, bu okullarda eğitilen gençler aracılığıyla da imparatorluğun çöküşünü durdurmaya çalıştığını belirtmektedir. Yazara göre başka bir deyişle 19. yüzyılda kurulan modern eğitim kurumlarında ülkeyi kurtarması beklenen bir gençlik devlet eliyle inşa edilmeye çalışılmıştır. Ve bu kuşağın düşünce sistemi tamamen devlet merkezliydi. Mustafa Kemal Atatürk Gençliğe Hitabe'sinde Cumhuriyeti gençlere emanet ederken, hem gençlere verdiği önemi göstermiş hem de gençliği devlet merkezli düşünmeye ve hareket etmeye çağırarak gençliği politik eksende tanımlayarak gençlik miti'nin devamını sağlamayı amaçlamıştı.

Yazar Cumhuriyetin birinci kuşağı yani 1923-1950 dönemi öğrenci hareketlerini incelediğinde gençlerin kendisine verilen devlet merkezli ve politik eksenli rolü içselleştirdiklerini, yine benzer bir şekilde '68 ve '78 kuşakları gençlerin de siyasal alanda önemli rol oynadıklarını belirtirken, gençliğin politik bir kategori olması, devlet merkezli düşünmesi olarak tanımladığı "gençlik miti" nin 1980 sonrasında kesintiye uğradığının altını çizer. Ve bu kuşağı politik değil "apolitik" ya da "depolitize" bir kuşak olarak tanımlar. Düşünce ve davranışlarının devlet eksenli değil daha çok birey eksenli olduğunu belirtir.

Birinci Bölüm:

Demet Lüküslü üç bölümden oluşan 'Türkiye'de "Gençlik Miti" 1980 Sonrası Türkiye Gençliği' kitabının birinci bölümünde Türkiye'de Gençliğin İnşası ya da "Gençlik Miti"nin Doğuşu başlığını inceliyor. İlk olarak gençlik kavramı ve gençliğin tarihi serüveni üzerinde kısaca aktarımda bulunan yazar, Osmanlı İmparatorluğu'nda modernleşme hareketleri ve gençlik kavramı üzerinde durarak, modernleşme hareketlerinde Batı'yı model alan Osmanlı yönetiminin eğitim konusunda modernleşme çabası içine girdiğini ve böylece gençliğin zihnen ve fiziksel olarak "terbiye" edilmesinin devletin başlıca görevi haline geldiğini belirtmektedir. III. Selim döneminden itibaren Osmanlı'da geleneksel eğitim sistemini değiştirme çabalarının olduğunu, II. Mahmut'un "laik" okulları sisteme ilk dahil ettiğini söyleyen yazar ancak modern eğitim kurumlarının genelleşmesinin ise asıl Tanzimat dönemi ile başladığını ifade etmektedir. Ve yazar bu gençlerin ileride modernleşme akımının önemli taşıyıcı haline geleceklerini, böylece II. Abdülhamit'e karşı önemli bir muhalif hareket olan Jön Türk/Genç Osmanlılar hareketini oluşturacaklarının altını çizmektedir.

Cumhuriyet'in ise gençlerin "ruhlarını, kafalarını ve bedenlerini" eğittiğini söyleyen yazar, ilerlemek isteyen ve güçlü bir ülke olmayı amaçlayan Kemalist ideolojinin gençlerin eğitimine büyük önem verdiğini belirtmektedir. Kemalist prensipleri içselleştirmiş nesiller yetiştirmenin önemini belirten yazar, 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanununun geleneksel bulunarak bu eğitim sistemine son verilip 1928 yılanda Latin Alfabesinin kabul edilmesiyle sadece genç nesilleri değil yetişkinleri de kapsayan bir eğitim sisteminin oluşturulmuş olmasının önemine dikkat çekiyor.

Ayrıca "sadece ruhların değil bedenlerin de eğitimine önem veren Türkiye Cumhuriyeti"nin beden eğitimi politikalarını inceleyen yazar, gençlerin bedenini eğitmenin de Cumhuriyet için önemli bir misyon halini aldığını söyler. Çünkü "Hasta adam" Osmanlı'nın "hastalıklı" kuşaklarına karşılık, "genç" Cumhuriyet'in yeni kuşakları "güçlü" ve ""sağlıklı" olmalıydı. Bunun içinde Cumhuriyet Jimnastik şenlikleri yapacak (1928) ve daha sonrasında da Gençlik ve Spor Bayramları oluşturulacaktı.

İkinci Bölüm:

Yazar kitabının ikinci bölümünde, "Gençlik Miti Devam Ediyor:'68 ve'78 Kuşakları" başlığı içinde Mayıs 1968'de Fransa'daki olaylarla tüm dünyaya yayılan isyanın, gençlerin dönemin önemli siyasi aktörlerinden biri olmasına neden olduğunu belirtirken, Fransız tarihçi Pierre Nora'nın "Eğer 1968 Mayısı olmasaydı belki kuşak kavramı üzerine bu kadar sosyolojik, ekonomik, demografik ve tarihi sorgulama olmayacaktı" sözlerini alıntılamaktadır.

1968 tarihinden önce, Türkiye tarihinde gençlerin aktif bir rol aldıklarını söyleyen yazar, Demokrat Parti hükümetinin politikalarına muhalefet eden gençlerin "Ordu Gençlik El Ele" sloganlarıyla Demokrat Parti karşıtı eylemler yaptıklarını ve 27 Mayıs1960 askeri müdahalesini destekleyen kategorilerden biri olduğunu söyleyerek aslında 1968 öncesinde de gençlerin Türkiye'de aktif bir rol aldıklarını belirtmektedir.

Tüm dünyada 1968 kuşağı üzerinde çok yazılıp, çok düşünüldüğünü belirten yazar bu kuşağın özgürlük arayışı ve her türlü otoriteye karşı verdikleri savaşlarla anıldığını belirtiyor. Bu öğrenciler sosyo-ekonomik açıdan farklı sınıflardan gelmiş olsalar da, bütün bu farklılıklara rağmen, '60'lı yılların ilk yarısına kadar sosyalizasyon politikalarının başarılı olduğunu söyleyerek Turan Kışlalı'nın yapmış olduğu bir araştırmanın sonucunda -solcu-öğrencilerin ulusal ve Kemalist değerleri içselleştirmiş olduklarını delil göstermektedir.

Türkiye'de gençlik hareketlerini inceleyen yazar 1960'ların birinci yarısına kadar gençlerin ülkenin kurucu partisi olan CHP yanlısı olduğunu, 1960 askeri darbe sonrası ise CHP'nin ekonomik politikalarını eleştirerek daha çok Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) yaklaştıklarını, 1968 sonrası ise üniversite işgalleri ve boykotlarla beraber, öğrencilerin TİP'ten uzaklaşarak Milli Demokratik Devrim (MDD) kanadında yer aldıklarını belirtmektedir.

Türkiye'de '60'lı yılların her şeyden önce sol felsefe üzerine zengin bir litaretürün yazılmış olduğu bir döneme işaret ettiğini söyleyen yazar, dönemin fikir hareketleri üzerinde kısaca gezinti yaparak bu gezintiye Yön Dergisi ile başlıyor. 20 Aralık 1961 tarihinde yayımlanmaya başlayan ve 30 Haziran 1967 tarihine kadar devam eden derginin önemli isimlerinden biride Doğan Avcıoğludur. Avcıoğluna göre, Mutafa Kemal'in devrimi henüz bitmemiş, hatta bir gerileme içine girmiştir. Çözüm ise sosyalist aydınların, bürokratlar ve askerlerin bir koalisyon içine girip işbirliği yapmasıdır. Darbenin gerekli olduğunu da düşünen Avcıoğlu şiddet içeren öğrenci hareketlerinde de memnuniyet duymaktadır. Çünkü bu şiddet ortamının askerleri devrimci bir darbeye yönlendireceğini ümit etmektedir.

İkinci olarak Türkiye İşçi Partisini ele alan yazar, TİP'in batılı tarzda bir komünist parti olmaya çalıştığını belirtmektedir. Milli Demokratik Devrim'i savunan grupların ise, Türk toplumunun halen feodal bir toplum olduğunu, güçlü bir burjuva sınıfının oluşmadığını söyleyerek, bu insanların devrimin köyden başlaması gerektiğini savunduklarını belirtmektedir.

TİP'ten ayrılan bazı gençlerin ise daha sonra Dev-Genç'i kurduklarını ve böylece silahlı mücadelenin gençler arasında meşru görülmeye başlandığının altını çizen yazar 1971 askeri darbesi sonrası dönemin sol aydınlarının, solcu gençlerinin hapse atıldığı , işkence gördüğü bir dönem olduğunu ifade etmektedir. Dönemin öğrenci hareketlerinin önemli isimlerinden İbrahim Kaypakkaya'nın işkence sonucu öldüğünü, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın ise 1972 yılında idam edildiğini, Mahir Çayan'ın operasyon sonucu öldüğünü aktararak 1971 darbesi ile beraber Doğu Perinçek dışındaki tüm öğrenci liderlerinin öldürüldüğünü ifade ederek dönemin bugüne iz bırakan en yakın tanıdığı efsanevi liderinin 1947 doğumlu, 24 yaşında idam edilen Deniz Gezmiş olduğunu belirtmektedir.

1974'teki afla beraber siyasal örgüt üyelerinin hapisten çıktıklarını ancak lidersiz kaldıklarını belirten yazar bu dönemi Gün Zilelinin "peygamberlerin" öldüğü "Havariler" benzetmesiyle izah etmektedir. Ayrıca yazar bu lidersizliğin devrimci hareketin bir kez daha farklı fraksiyonlara bölünmesine neden olduğunun altını çizmektedir.

1980 öncesi dönemi anlamak için Milliyetçi Hareket Partisi'ni ve Ülkücü hareketi de analiz etmenin gerekliliğini belirten ancak bu hareketin etkisine çok kısa değinen yazara göre Dokuz Işık ilkeleri ve Alparslan Türkeş önderliğinde dönemin bölünmüş solunun aksine daha homojen bir yapıya sahiptiler. Ayrıca yazar '80 öncesi dönemin solcu ve ülkücü hareketlerinin yanında İslamcı Hareketin daha güçsüz, kendinden daha az söz ettiren bir hareket olduğuna ve İslamcı hareketin asıl olarak '80 sonrası canlandığını da birkaç cümle ile geçiştirmektedir.

Yazar ayrıca o dönemin Türkiye toplumu ve gençliğini tanımak açısından siyaset dışında gündelik hayatın da önemli olduğunu belirterek, o dönemin arabesk müziğine, mizahına ve sinemasına da göz atmanın önemli ip uçları vereceği üzerinde duruyor.

Arabesk müziğin ortaya çıktığı ve özellikle gençler tarafından bağra basıldığı bu dönemde, Gırgır, Cafcaf, Fırt, Limon, Salata, Mikrop gibi mizah dergilerini de önemli bir yer tuttuğunu söylemektedir. 60'lı ve 70'li yılların diğer bir yüzünü anlamak için sinemanın da önemli bir yere sahip olduğunu vurgulayan Lüküslü, 1965 – 1975 yılarını Türk Sinemasının altın yılları olarak değerlendirirken, Yeşilçam Sinemasının yanında aynı zamanda yeni bir akım olan Toplumcu gerçekçi filimlerinde ortaya çıktığını belirtiyor.

Yazar 1975 yılında ise Türk Sinemasında bir kriz dönemine girildiğini ifade ederek Televizyonun evlere girmesiyle beraber sinema salonlarından yavaş yavaş uzaklaşan ailelerin özellikle de seks filimleri furyasıyla sinema salonlarını terk ettiklerinin de altını çiziyor. Türk sinemasında paradoksal bir şekilde bir yandan giderek artan seks filimlerinin, diğer yandan da toplumcu-gerçekçi filimlerin çekildiği bir dönem olduğunu söyleyen yazar ne yazık ki bu döneme egemen olan film sektöründe seks filimlerinin ağırlıkta olduğunu söylüyor ve 1979 yılında çekilen 195 filmin 131'nin ise seks filmi olduğuna dikkat çekiyor.

Yazar bu kuşağın aslında tek bir rengi olmadığını belirterek bunu Nurcan Gürbilek'in "Ben de İsterem" adlı makalesinde ki şu sözleriyle ifade etmeye çalışıyor.

"'70'lı yıllar homojen bir döneme işaret etmez. Örneğin dönemin gazete sayfalarında bir yanda açlık grevleri, ölüm oruçları, direniş, çatışma ve boykot haberleri vardır, diğer yanda örneğin bir Hürriyet'in dört tam sayfası gazino, gece kulübü, müzikhol ilanlarına ayrılmıştır. Bir yandan gözaltılar, işçi-polis çatışmaları, iş bırakmalar, mitingler vardır, diğer yanda şuh bakışlı şarkıcı ilanları, bedava seks plakları dağıtan dergiler, süper striptizler, seks showlar, ekstra menüler, konsomasyonlar, dampingler vardı. Biri sanki 'arzunu bastır ki örgütleyebilesin' diye seslenir karşısındakine; diğeri ise 'kendini çocuksu arzularına bırak' der, bırak dağınık kalsın".

Üçüncü Bölüm:

Kitabın üçüncü bölümünde yazar "1980 Sonrası Kuşak: 'Yeni' ve 'Farklı' bir 'Gençlik Miti'nin sonu mu?" başlığıyla 80 sonrası günümüz gençliğini incelemeye çalışıyor.

12 Eylül 1980 askeri darbesi ile Türkiye siyasal kültüründe büyük bir travma yaşandığını belirten yazar, 1980 sonrasında Türkiye'de ekonomik, sosyal, kültürel açılardan da önemli değişiklikler olduğunu ve bu dönemin gençliğinin de bu değişimden ciddi bir şekilde nasibini aldığını vurguluyor. Ve bu yeni gençliğin özellikle entelektüeller tarafından darbe rejiminin ortamında yetişmiş, bastırılmış, apolitik ve depolitize bir gençlik olarak tanımlandığının altını çiziyor. Ayrıca bu gençliğin küreselleşmenin etkilerinin yaşandığı, medyanın, internetin gelişmiş olduğu bir ortamda büyüyen, konuşma ve yaşayış tarzı olarak Amerikanlaşma yaşayan bir gençlik olarak tanımlanıp eleştirildiğini de ifade ediyor.

Demet Lüküslü araştırmasında 1980 sonrası kuşağın siyasete olan ilgisizliğini onların aslında vurdumduymaz hallerinin olduğundan değil, daha ziyade 1980'lerden itibaren siyasal alanın pek çok yolsuzluklara, skandallara sahne olduğu ve bu gençlerin politikacılara hiç güvenmiyor, onların kendi çıkarları için çalıştıklarını düşünüyor olmalarından kaynaklandığını belirtiyor. Ayrıca gençlerin bir şeyleri değiştirmek için mücadele etseler bile hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair karamsar bir bakış açılarının olduğunu belirten yazar, gençlerin siyasi örgütlenmeleri, bireylerin kendilerini özgürce ve açıkça ifade edemedikleri, bireyi öldüren otoriter örgütlenmeler olarak gördüklerinin de üzerinde duruyor.

Yazar 1980 sonrası Türkiye toplumunu neoliberal politikaların etkisiyle paranın hüküm sürdüğü bir tüketim toplumu olarak değerlendirerek, böyle bir ortamda gençlerin de metaryalist bir bakış açısıyla paraya önem verdiklerinin altını çiziyor. Buna paralel olarak gençlerin birçoğunun Avrupa ve ABD'de yaşamak istiyor olmalarına da dikkat çeken yazar gençlerin bu isteklerinin aslında çok bilinçli ve üzerinde iyice düşünülmüş bir karar olmayıp duygusal reflekslerden kaynaklanan bir tutum olduğunu vurguluyor.

1980 sonrası Türkiye toplumun da İslami hareketin önemli bir siyasi hareket olarak ortaya çıktığı bir dönem olduğunu belirten yazar bir muhalefet içeren İslami hareketin gerek siyaset ve gerek toplumsal bir proje olarak Türkiye toplumunda yerini aldığını ifade etmektedir. '80 sonrası gençlerin büyük çoğunluğunun "Allah'a ve dine inandığını" söyleyen yazar ancak gençlerin bu inançlarının "sekülerleşmiş" bir inanç olduğunun da altını çiziyor. Ali Bulaç'ın üç farklı İslamcı kuşak tanımını örnek olarak sunan yazar Bulaç'ın da ifadesiyle bugünkü kuşağın ilk iki kuşağa göre önemli bir farklılık içinde olduğunu söyleyerek, bugünkü kuşağın tanımını Alİ Bulaç'ın şu ifadeleriyle tanımlıyor. "Temel argüman politik merkeziyetçilik değil, ancak politik ve kurumsal olanın önemi ve gerekliliği yanında asıl bireysel tercihler, yeni ve iradi cemaat yapıları, birden fazla kimliğin ifade ve temsiline açık çoğulcu kamusallık, sivil insiyatif kullanımı ve buna paralel olarak aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir İslamlaşma sürecinin dini hayatın bizzat kendisini ve kendi hatırına bir amaç olarak öne çıkmasıdır".

Ayrıca yazar kitabında gençler ve ailesel değerler alt başlığında ailenin gençler için önemli olduğunu belirterek aile içinde gençlerin sorun yaşamalarına rağmen sadece ekonomik kaygılar nedeniyle değil, duygusal açıdan da aile kurumunun gençlerin hayatında önemli bir yer taşıdığının altını çiziyor.

İletişim yayınları tarafından basılan ve Demet Lüküslü'nün kaleme aldığı Türkiye'de "Gençlik Miti" 1980 Sonrası Türkiye Gençliği kitabı 1950 ve 1980 arası gençliği hakkında bilgi elde etmek açısında önemli bir eser niteliği taşıyor olsa da, yazar genelde '80 öncesi kuşağı irdelerken daha ziyade Kemalist Sol bir gençliğin önemi ve değeri üzerinde duruyor. Yazar, Cumhuriyetin değerlerini benimseyen, ülkelerini korumak için kafalarını, ruhlarını ve bedenlerini pozitivist değerlerle eğiten bu gençleri idealize etmeye çalışmaktadır. Yazarın olayları tek boyutlu ve liberal bir bakış açısıyla değerlendiriyor olması kitaptaki çoğu mesajın da dikkatli bir şekilde tartışılmasını gerekli kılıyor.

HAKSÖZ-HABER

HABERE YORUM KAT