1. YAZARLAR

  2. SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

  3. Türkiye de, siyonist rejim de ’büyük’ oynarken; ’bilge’mizin buyrukları
SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Yazarın Tüm Yazıları >

Türkiye de, siyonist rejim de ’büyük’ oynarken; ’bilge’mizin buyrukları

10 Haziran 2010 Perşembe 16:14A+A-

secakirgil@yahoo.com

Günlerdir, siyonist İsrail rejiminin kanlı saldırıları üzerinde konuşuluyor.

Geçmişte, İsrail rejimiyle karşı karşıya gelinmediği için, orada yüzlerce, hattâ binlerce insanın bir günde öldürüldüğü kanlı cinayetler karşısında ya diplomatik birkaç itiraz ve suçlama cümlesi ediliyordu, ya da tamamiyle sessiz kalınıyor ve görmezlikten geliniyordu..

Ama, şimdi 10 kadar kurban verilince, hepimiz yüreğimizin taa derinliklerine saplanan bir zehirli hançerin acısını hissettik..

Bu acı hissinin, birkaç sebebini sayacak olursa, bu durum, 

1- Türkiye’nin güçlü ve hele de bölgesinde artık karşı konulması daha güç bir devlet haline geldiği kanaatinden,

2- İsrail rejimiyle çok sıkı ilişkiler içinde bulunulmasından,

3- İsrail gibi bir küçük ülkenin, gerçekte bir uluslararası emperyalizmin bölgedeki su üstünde gözüken kısmı durumunda gözükmesinden kaynaklanıyordu.. Karşı çıkılamaz sanılan Türkiye’ye karşı, hiç aldırmadığı görülen bir İsrail rejimi ile karşılaşıldı.. Ve bu yok sayma, İsrail rejimiyle kuruluşundan bu yana, bütün bölge ülkelerini hiçe sayarak 62 yıldır süren sıkı işbirliğinin de buna yaramadığı görüldü.. Ve İsrail rejiminin gerçekte küçücük bir rejim olmadığı, arkasında bütün bir emperyalist dünyanın olduğu bir kez daha ve çok net olarak görüldü..

Şimdi Türkiye’nin karşılık vermesinin öyle sanıldığı gibi basit olmadığının kafalarda dank etmesi, İsrail’in, Amerikan emperyalizmiyle aynı mânâya geldiğinin anlaşılması yüzündendi.. 

*

’Efendim, yardım kuruluşlarının ve onların davetine katılan yüzlerce ’insanî yardım’ ve ’barış gönüllüsü’nün söylem ve eylemleri içinde bazı yanlışlar yok muydu?’  gibi suallerin sorulmasının bir etkeni de bu olsa gerek..

Sahi, böyle bir iddiada bulunulabilir mi? Ve bulunulursa, bizzat bu da bir yanlış olmaz mı?

Sanki, pîr’u pâk, günahsız kimseler arıyor gibiyiz..

Öyle bir yolculuğa çıkarken, bazı insanların,  ’bir müdahale olursa, müdahale eden güçleri denize dökeriz..’  gibi laflar etmesini, savaşa gider gibi beyanlarda bulunulmasını, sadece muhtemel saldırılara karşı bir psikolojik hazırlık olarak görmek gerekir..

Halbuki, mes’elenin asıl görülmesi gereken tarafı şudur: Bir  ’İnsanî Yardım konvoyuGazze Muhasarası/ Kuşatması’nı etkisiz kılmak veya kırmak ve orada direnen insanların yardımına koşmak için, tamamiyle sivil bir çabayla ve de Gazze’de 1,5 milyon insanın kıstırıldığı o en alçakça baskılara karşı onların acısına ortak olmak için yola çıkmışlardır..

Bu yardım konvoyu ve içindeki 700’ü aşkın insan, hiç kimsenin kimseye, ’nereye gidiyorsun?’ diyemiyeceği, ’uluslararası sular’da yol alırken, ’deniz haydutları/  /korsanları’  tarafından bir saldırıya uğradılar ve kaçırıldılar.. 600 kişinin zorla bir yerlere  kaçırılması, özgürlüklerinin kısıtlanması, başka bir rejim tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı, her halde, yer yerinden oynardı..

Böyle bir durum için, saldırıyı yapan tarafın kendisini bir devlet olarak göstermesi, öyle bir iddiada bulunması, durumu hafifletmez; tam tersine, bir de daha bir ağırlaştırır bu korsanlığı..

Siyonist İsrail rejiminin yaptığı da budur..

Böyle bir saldırı karşısında, ’insanî yardım gönüllüleri’nin hiç tepki vermemesi de belki beklenebilirdi. Ama, uluslararası sulardaki bir gemide, uluslararası hukuk açısından da izahı mümkün olmayan bir saldırıya maruz kalanların, helikopterlerden geminin güvertesine inip, etrafa ateşli silahlar ve sis bombalarıyla saldıranlara karşı kendilerini savunmak için, ellerinde çubuk veya sobalarla direnmeleri, bütün canlılarda var olan ’nefsin korunması’ içgüdüsünün de bir yansıması olarak görülmelidir.. 

Eğer, bu saldırı, siyonist İsrail rejiminin kendisine aid olduğunu ileri sürdüğü karasuları içinde olsaydı, o zaman durum uluslararası hukuk açısından farklı olurdu..

Bu cinayetkâr rejim, bu haydutluğu, bu korsanlığı da gerçekleştirmiş ve ’yardım ve barış gönüllüsü’nden onlarcasını yaralamış, 9 adedini de katletmiştir; ’Ben uluslararası sular filan tanımam, bütün uluslararası sular, benim cevelangâhımdır,  istediğim yerde dolaşırım, istediğim gibi davranırım, istediğim barbarlığı sergilerim..’ mantığıyla..

Ve üstelik de, bu yardım konvoyunun, bölgenin müslüman halklarına ihanet olacak şekilde kendisine bütün imkanları 60 küsur yıldır sunmuş olan TC rejiminin bayraklarıyla donanmış olduğunu bildiği halde..

*

Bu konu günlerdir, sadece Türkiye kamuoyunu değil, dünya siyasetini de derinden meşgul etmekte.. Çünkü, Türkiye’yi bu zamana kadar, hele de son 100 yıldır, Batı dünyasının kâhyası gibi gören emperyalist çevreler, bu konuya o kadar hassasiyet göstermesini anlamadıklarını söylemekte ve hattâ Türkiye’nin eksen kaymasına uğramakta olduğunu, İslam dünyasına Batı’dan kopup müslüman dünyasına dönmekte olduğunun işaretlerini verdiğine dair değerlendirmeler yapmakta; Batı dünyası nazarında, son 200 yıldır, ’hasta adam’ olarak nitelenen ülkenin bugün Batı karşısına ’kızgın adam’ olarak çıkmakta olduğunu dehşetle beyan etmekteler..  Ki, Dışişleri Bakanı Ahmed Davudoğlu, ’İsrail (Şilat isimli) bir askerini kurtarmak için 5 yıldır Ortadoğu’da onca buhranlara sebebiyet vermişken, biz kendi vatandaşlarımızın hukukunu sormayacak mıyız?’ derken, evet sadece bu açıdan bile oldukça haklı ve makûl bir mantık sergiliyordu.

Denilebilir ki, -Suriye hariç- hemen bütün arab rejimleri, kendi halklarının gönüllerini de fetheden tavırlarıyla, Tayyîb Erdoğan’ın etkisinin artmasından ürkmekte ve bölgenin bazı ülkelerinin kamuoyunda da, Tayyîb Erdoğan’ın siyonist İsrail rejimine, ağır suçlamalarla karşı çıkması yüzünden Ortadoğu halklarının kamuoyunda Türkiye’nin itibarının çok yükselmesi hasebiyle, karşılarına dişli bir rakib çıktığı, kendilerinin geri planda kaldıkları gibi duygu ve düşünceler açıkça ifade edilmektedir..

Siyonist odaklar karşı propaganda silahına sarılıyorlar!

İsrail rejimi ve arkasındaki emperyalist güç odakları ise, ilk şok dalgasını atlattıktan sonra, dünya çapında karşı propaganda yayınlarına ağırlık vererek kendilerini ve bir yardım gemisine saldırıp o kadar insanın katledilmesini mazur ve de gerekli göstermenin çabasındalar.. Ve bu hususta aykırı seslere de tahammül edemediklerini bir daha gösterdiler..

Nitekim, Amerika’da Beyaz Saray'ın en kıdemli muhabiri olan 89 yaşındaki Helen Thomas'ın, İsrail rejiminin,  Gazze'ye yardım götüren Mavi Marmara gemisine yaptığı baskının ardından bu ülkeyi eleştirmesi, işinden olmasına yetti.. Thomas, geçen hafta, Beyaz Saray Sözcüsü’nü, ’aynı durum bize yapılsaydı, bunu savaş sebebi saymaz mıydık?’ diye güç duruma sokmuştu.. Şimdi ise, 8 Haziran günü medyaya yansıyan haberlere ve ortaya çıkan video görüntülerine göre Thomas’ın, ’Filistin’de yaşayan yahudilerin geldikleri ülkelere,  Polonya, Rusya ve Almanya'ya geri gitmelerinin gerektiğini’ belirtiyor ve ''Yahudiler Filistin'den defolup gitsinler. Polonya ve Almanya'ya, Amerika'ya ya da her nere ise oraya dönsünler" ifadelerini kullandığı anlaşıldığından, işine son verildiği açıklanmış bulunuyor...

Duayen muhabirin, bu yahudi karşıtı sözlerinden dolayı özür dilediği, ancak özrünün fazla işe yaramadığı bildiriliyor..  Nine Speakers'tan yapılan resmî açıklamada; Helen Thomas'ın saygıdeğer bir gazetecilik kariyeri olduğu, ardından gelen kadın gazetecilere yol açarak öncülük yaptığı, ancak ortaya çıkan Ortadoğu'ya dair yorumları yüzünden onunla artık çalışamayacakları belirtiliyor..

Bu arada, Beyaz Saray sözcülerinden Ari Fleischer’in de, Thomas'ı eleştirenler kervanına katıldığı ve hattâ duayen muhabirin yazarlık yaptığı Hearst'ten kovulmasını açıkca istediği ortaya çıkmış bulunuyor.. Thomas, John F. Kennedy'den bu zamana kadar Beyaz Saray muhabirliği yapıyordu.. (Bu vesileyle belirtelim ki, 300 milyonluk Amerika’da 6-7 milyon kadar yahudi olduğu halde, bu ülkenin medya kuruluşlarının yüzde 70’den fazlası yahudi sermayedarların elinde ve medya çalışanlarının en az yüzde 25’i de yahudilerden oluşmaktadır.)

*

Türkiye böyle bir haklı tepki fırsatını her zaman yakalayamazdı..

Ama, siyonist odakların o propaganda gücüne rağmen, Türkiye’nin bu kadar haklı ve İsrail rejminin de Türkiye’ye karşı bu kadar haksız duruma düşebileceği durumlar her zaman tekerrür etmez.. Bu bakımdan. Tayyîb Erdoğan ele geçen bu fırsatı, kemalist/ laik bir rejimin çerçevesi içinde oldukça dikkatli ve de sert şekilde, iyi kullanmıştır.. Bunu başkalarının da aynı şekilde kullanamıyacağı açıktır. Tayyîb Erdoğan’ın bu tutumu karşısında, hele de Ortadoğu’nun müslüman halkları, nice zamandır müslümanlar arasından yükselmesine hasret çektikleri bu soylu çıkış üzerine hattâ büyük hayallere bile dalmışlardır.. Nitekim, Ezher ulemâsından bir grup, geçen hafta yayınladıkları bir bildiride, Erdoğan’ı  Selahaddin Eyyubî, Sultan Fatih, Hasan’ul Bennâ’ vs.’ye benzetmişlerdir. Her ne kadar, henüz bu gibi değerlendirmeler için çok erken ise de..

Ne var ki, -Suriye hariç- hemen bütün arab rejimleri, kendi halklarının gönüllerini de fetheden tavırlarıyla, Tayyîb Erdoğan’ın etkisinin artmasından ürkmekte ve bölgenin bazı ülkelerinin kamuoyunda da, Tayyîb Erdoğan’ın siyonist İsrail rejimine, ağır suçlamalarla karşı çıkması yüzünden Ortadoğu halklarının kamuoyunda Türkiye’nin itibarının çok yükselmesi hasebiyle, karşılarına dişli bir rakib çıktığı, kendilerinin geri planda kaldıkları gibi duygu ve düşünceler açıkça ifade edilmektedir..

*

Elbette, T.C.’nin dış ve de içsiyasetinde büyük değişikliklere vesile olabilecek bu gibi gelişmeler olurken, başkaları da boş durmayacaktır, içerde ve dışarda..

Nitekim, içerde nice çevreler gözlerini bazı kemalist güç odaklarının, durumu kanunsuz olarak ve de devrimci atılımlarla frenleme çabalarına umut bağlamışken, ya da bu gelişmelerin o gibi geçmişteki bilinen yöntemlerle yeniden çıkagelmelerine zemin hazırlayabileceği korkularını, ’çok kötü şeyler olabilir..’  şeklindeki felaket tellallığı edâsıyla diye dile getirip, Tayyîb Erdoğanın frenlenmesi temennilerini ifade ederken..

Tayyîb Erdoğan’ın doğru olduğuna inandığı hususları, aklının yattığı ve kalbinin mutmain olduğu konularda yerine getirmekteki kararlılığını bilenler, onun bu siyasetten geri dönmesinin de çok zor olduğunu belirtmekteler..

Esasen, İsrail rejiminin önceki ve halihazırdaki dışbakanları (Livni ve Liebermann) da, Türkiye’nin artık israil ile siyasetlerinde eski duruma dönmesinin neredeyse imkanzıslığını ve Türkiye toplumundaki değişiminden de bu yönde olduğunu karamsarlıkla ifade etmekteler.. Bu tesbitler yanlış denilemez.. Çünkü, Türkiye toplumunu Tayyîb Erdoğan değiştirmiyor veya belli noktalara çekmiyor; belki, onu, Türkiye toplumunun, müslüman halk kitlelerinin yüreğindeki duygu ve inançlara cevab verecek bir siyaset izlemekte daha bir yüreklendiriyor..

Ama, açıktır ki, bu siyasetin frenlenmesi için, bir çok iç ve dış entrikalar da olacaktır. Bunlardan birisi de, siyonist İsrail rejimi ile Amerikan emperyalizmi ve -Türkiye’nin 200 yıllık batılılaşma siyasetinden kopmakta, makas ve eksen değiştirmekte olduğu korkusuna kapılan- öteki müttefiklerinin entrikalarıdır.. Ama bu entrikalara karşı, Tayyîb Erdoğan’ın da, uluslararası alanda, diplomaside hiç de küçümsenmemesi gereken, etkili bir silahının olduğu görülmektedir.

Bu, Ahmed Davudoğlu’dur..

Çünkü, Davudoğlu, dünya diplomasisinde TC. tarihinde bir başka örneği görülmeyen derecede, dünya siyasetini derinden bilen ve siyasetler geliştirebilen ve muhatablarını etkileyebilen, makûl tezler geliştirebilen bir isim olarak sivrilmektedir..

Ama, buna karşı, uluslararası emperyalist odakların da, bütün müslüman toplumları etkileyebilecek bu gelişmelere karşı,  kısa ve uzun vâdeli bir çok projeler geliştirdiklerini baştan görebilmek gerekiyor..

*

Emperyalizmin isteklerine göre hareket etmeyen bir Türkiye için de şeytanî planlar elbette hazırlanacaktır..

Nitekim, etkili Amerikan gazetecilerinden olan Seymour Hersh, 9 Haziran günü medyaya yansıyan açıklamalarında, ’İsrail’in, PKK ‚nın merkez karargahının bulunduğu Kuzey Irak’daki Kandil Dağı’na  silah sevkiyatı yaptığını ve yahudilerin, bölgede istikrarsız bir Türkiye istediğini’ dile getiriyordu..

Hersh,  İsrail, Ortadoğu'da eski gücüne kavuşmak için birçok hamle deneyecek. Türkiye'yi zayıflatmak için de hazırda bekleyen PKK kullanılıyor. Bunun alt yapısı 2003'te atıldı. Geçen yıllar arasında kat edilen yolu iyi analiz etmek gerekir. 20 yıldır MOSSAD Irak'ın kuzeyinde bekleme halindeydi. Şimdi ise faal olarak çalışıyor.

İsrail'in PKK'dan beklentisi oldukça yüksek. Özellikle Irak'ta yaşanan kaostan sonra Irak'ın kuzeyi daha da önem kazandı. PKK şu anda kontrolsüz güç gibi. Türkiye'nin istikrarından huzursuz olan ülkeler PKK'yı kullanıyor. Şimdi sıra İsrail'de.. İsrail, 10 yıl öncesinde Ortadoğu'da çok güçlüydü. Ancak hatalı politikalar, gücünü iyice eritti.

PKK konusunda İsrail hükümetlerinin aldığı özel bir karar yok. İsrail'de hangi hükümet iktidarda olursa olsun, devlet tavrı olarak PKK'yı destekleyecek. Çünkü Ortadoğu'da güç dengelerini kendi lehlerini çevirmek için Türkiye'ye karşı oyunlar hazırlanmalı. Planlı bir şekilde bu hazırlanıyor. Ancak İsrail'in PKK maşasıyla yaptığı çalışma, Türkiye'nin lehine bir olayın gelişmesine neden oldu. Geçmişte darbeler yapan ordu, PKK nedeniyle AKP ile mükemmel bir uyum içinde çalışmaya başladı. Tek amaç PKK'yı yok etmek. Ordu ve hükümet tek güç olarak hareket ediyor. Bu konuda Türkiye asla tâviz vermeyecek. Sonucu ne olursa olsun kaybeden PKK ve onun destekçileri olacak. İsrail'in en büyük özelliği yaptığı işi çok gizli yapmasıdır.. Ancak gelişen dünya teknolojisi, İsrail'in bu gizliliğini yok etti. Yapacağı birçok operasyon daha hazırlık aşamasında ortaya çıkıyor. Bu da İsrail'i çok zor durumda bırakıyor.

Türkiye İsrail'le yaşadığı gerilim artarsa, bundan kazançlı çıkacak ülke Ermenistan olacak. Çünkü ABD'deki Yahudi kuruluşları, kabul etmek istemeselerde 1915 olaylarına destek verecek. Hatta bazı konularda ortak çalışmaya başladılar. Türkiye'nin gelişmesini istemeyen bir diğer ülke de Ermenistan.’  diyordu.

Seymour Hersh, bu arada, ’ABD, Türkiye'de birçok gizli üsse sahip. Geçmiş dönemlerde faaliyete geçen bu üstler yanılmıyorsam 7 kentte bulunuyor. İsrail, bunların hepsinden haberdar. PKK da bu üstlerin yerini biliyor. Hatta PKK'dan kaçan bir itirafçı, üsler hakkında açıklamalarda bulunmuştu. Fakat bu durum Avrupa'nın her ülkesi için geçerli. Özellikle Orta Avrupa'nın birçok ülkesinde Amerikan üsleri mevcut. Hatta bazı Avrupalı ülkelerin hükümetleri, üslerin yerini bile bilmiyor. NATO üsleri olarak algılanan bölgeler, aslında sadece ABD'nin çalışmaları için kullanılıyor.’  iddiasında da bulunuyordu.. Ve bunların yanlış olduğunu söyleyebilmek, maalesef pek mümkün gözükmüyor..

’Hasta Adam’, ’kendine gelmeye çalışan adam’ ve de, ’her türlü otoriteye boyun eğmeyi benimseyen adam..’

Bu gelişmeler olurken.. Fethullah Gülen’in bu konuya dair sözleri de gündeme oturdu..

Onun yalanlanmıyan ve takibçilerince tevil edilmeye çalışılan sözlerini duyar duymaz, ilk andaki duygu ve tesbitlerimi (5 Haziran günü yayınlanan bir önceki yazımda) nasıl ifade ettiğimi bir daha hatırlayalım:

 ’(…) Böyleyken, Wall Street Journal’de 4 Haziran günü yayınlanan mülâkatında Fethullah Gülen’in, ’Gördüğüm şeyler hiç de hoş değildi.. Çok çirkin şeylerdi’ gibi yuvarlak sözler ettikten sonra, yardım organizatörlerinin Gazze’ye yardım götürmeden önce, İsrail’le uzlaşma yolunu seçmemelerini, ’faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteye baş kaldırmak’ diye nitelemesi şaşırtıcıydı. O zaman, bütün enbiyaullah’ın, ilahî peygamberlerin kendi dönemlerinin gayrimeşrû’ otoritelerine başkaldırmış önderler olduğu gerçeği nasıl izah edilecektir?

(…) Gülen’in bu tavrının, Filistin’de verilmekte olan mücadeleler için daha önceki yıllarda yaptığı değerlendirmelerle birlikte ele alınmasında fayda vardır.. Hatırlanacağı üzere, F. G. etrafında şekillenen hareketin ileri gelen sözcülerinden nicelerinin,  Şeyh Ahmed Yâsin’in alçakça katledildiği günlerdeki açıklamaları ve Filistinli direnişçileri terörist olarak nitelemeleri ve ayrıca devlet olmayan güç odaklarının bağımsızlık savaşına girişemiyecekleri yönünde dillendirdikleri tuhaf beyanlar da, dikkatleri üzerine defalarca çekmişti..’

Evet bunlar, haberin ulaştığı ilk anda, sıcağı sıcağına dile getirilmiş görüşlerdi..

F. G. etrafında yapılmakta olan tartışmalara bu açıdan bakmakta fayda olsa gerek.. Onun bu zamana kadar sergilediği tavırlar, bu son tavrıyla da bir ayniyyet göstermiyor mu, esasen.. Onun son 30 yıllık çizgisine bakanlar için ortada şaşılacak bir durum bulunmamaktadır..

Bu bir mizac, / karakter mes’elesidir..

Onun hemen bütün çalışmalarında bu eğilim sezilmektedir..

*

Bunlar burada sıralamaya kalkışılsa bu yazı kocaman bir kitaba dönüşür..

Ama, kısaca söylenmesi gereken şudur:  F.G.’nin bu son görüşlerinde de şaşılası bir durum yoktur..

Böyleyken, F.G.’nin -haydi, ’İHH’dan yeni haberdar oluyorum..’- şeklindeki beyanını bir kenara bırakalım; 20 yılı aşkın bir zamandır  dünyanın birçok yerlerinde etkin faaliyetler sergileyen bir İHH’dan yeni haberdar olduğunu söylemişken, hemen ardından da, ’Vakfin politik bir amaç güdüp gütmediğini kestirmek güç..’ şeklinde konuşması, ve hele, ’İsrail’den izin alınmalıydı..’  veya ’yapılanlar otoriteye karşı bir başkaldırıdır..’,  şeklindeki son sözleri, geçmiştekilerin üzerine bir de tüy dikti..

F. G.’nin bu yaklaşımları üzerine, takibçileri, bağlıları veya sempatizanlarının İslamî bir hizmet adına diye katıldıkları çalışmaların içinde, hocalarının  karşılarına çıkan bu gibi söz ve eylemleri karşısında te’viller ne olursa olsun, mızrak çuvala sığmıyor ve bu zayıf sözler te’ville kurtarılamıyor..

Hani, meşhur fıkradır..

Bir şehzade ava gitmiş, etrafında hizmetindekiler ve de yalakaları..

Şehzade arada bir acaib laflar ediyor, ama, dalkavukları, o sözleri tevil edip duruyorlar..

Nihayet, bir söz söylüyor şehzade.. Bir ok attım, kebab oldu..’ diye..

Etrafındakiler, ’şehzade hazretleri ne demek istedi..’ diye onun dalkavuk musahibine soruyorlar.. O da, ' şehzademiz az ve öz konuşur..’ dedikten sonra, müthiş bir tevil yapıyor..

’Yani, şehzâde efendimiz buyuruyor ki: Bir ok attım, havada bir güvercini vurdum, güvercin, oka takılı haldeyken, ok gitti bir çakmak taşına çarptı, o çarpmayla kıvılcımlar meydana geldi.. Güvercinin tüyleri alev aldı ve güvercin kebab oldu.. Yani, şehzademiz bu kadar işi böyle kısacık bir cümlede ifade etmiş oldu, ne büyük hüner..’

Etraftakiler de alkışlıyorlar... Hayran hayran..

Av devam ederken, bir süre sonra, şehzademiz bu kez de 'Bir ok attım, âşûre oldu..' buyuruyor:

Dalkavuk musahib, şehzadeyi kenara çekiyor, ’âşûre tadlısı için on farklı malzemeyi ben bu dağ başında, nereden bulacağım; ben bunu nasıl izah edeyim, bu kadar saçmalık olur mu, a efendim..' diyor..

Bu karakter yapısı ortada iken, bu te’vil çabaları da ne oluyor?

İmdi…

Benzetmek gibi olmasın da..

F.G.’nin son sözleri kamuoyunun dikkatini üzerine bir kez daha çekmişe benziyor..

Bülend Arınç gibiler, ’o zâten her zaman doğru söyler, yine doğru söylemiştir..’ diye, tuhaf bir mantık sergiliyor..

Niceleri de te’vil ediyor..

’Allah insanı halketmiştir, insan da te’vili..’ sözünü hatırlatacak cinsten bir anlayışla..

*

Bazıları da F. G.’nin bulunduğu B. Amerika’da,  Pennsylvania’da esir gibi sayılması gerektiğini çağrıştıracak ma’zeretler üretiyorlar.. Ama, o, esir değil ki, kendi arzusuyla seçti orayı..

Aykırı bir söz söylemesi halinde başı ağrıyacaksa.. En azından susabilirdi..

Ama, o, birkaç cümlelik bir laf edince, alkışlar, eleştiriler, tartışmalar ve te’viller sökün etti.   

6 Haziran akşamı, TRT'de, Zaman Gen. Yayın Md. Ekrem Dumanlı da kendisine göre izahlar yapıyordu,.. Daha önce de Huseyn Gülerce, Ali Ünal, Kerim Balcı ve Abdulhamid Bilici gibi Zaman yazarları izahlar yapmışlardı..

A.Ünal, durumu, F.G.’nin Amerika’da yaşadığını hatırlatarak, onun bu açıklamalarının bu çerçevede ele alınmasını hatırlatıyor,  'Hocaefendi hep deplasmandadır' diye izah etmeye çalışıyordu; ama, bu, tatmin edici miydi? Sanıyorum, bu te’viller kendi bağlıları dışındakileri tatmin etmiyecektir.. 

Buna rağmen, tevil ediciler devreye girince.. Herkese mavi boncuk gösterilecek şekilde, başka türlü izah edilemiyecek söz yoktur.. Ama, ‘sarahat olan sözde, te’vil ve de ictihada mesağ yoktur’ da denilmiştir..

Ancaak, yine de, F.G'nin tavrı yeni olmadığına göre; ona K. Mısıroğlu’nun, internetlere düşen video görüntüsündeki gibi, ’Onun kalbi gâvurdan yana, gâvura açık!.. ’  kabilinden ağır saldırılar yapılması yerine, eleştiri yapıp geçmekle yetinmek, en iyisidir, sanıyorum.. Çünkü, o, bu gibi eleştiriler karşısında, onyıllar boyunca sürüp gelen ve kendisine göre tutarlı olduğunu zannettiği çizgiyi terkedecek değildir..

Kaldı ki, nice müslüman olmayan ve hattâ yahudi ve dahası, ’haham’ bile olan bazı kişiler de sionizme ve siyonist İsrail rejiminin siyasetlerine şiddetle karşı çıkıyorlar diye, onların kalbinin İslam’dan yana olduğunu mu düşünüyoruz?

Hiç de öyle değil.. Onlar, -her ne kadar, eldeki Tevrat ve Talmut gibi kitablarında,  kendilerine karşı çıkanların nasıl öldürülmesi gerektiğine dair çok acımasız emirler varsa da..- yahudiliğin bu zulümlere izin vermediğini düşünüyorlar.. Yani, onlar da kendilerine göre, kendi dinî kaynaklarının bir yorumunu yapıyorlar.. F.G. de, nicelerimize yanlış gelse bile, bir çok konuda, İslam’dan anladığı ölçüler içinde, kendi yorumunu yapıyor..

Hem, İslam tarihinde/ tarihimizde, en aykırı yorumları yapanlar, sadece F.G. mi?

Tarihimiz boyunca da, nice Yezid’lere itaati, fitne çıkarmamak için otoritelere başeğilmesini isteyenler olmadı mı? Ve hattâ, ’zâlim ve zorbalar her ne yaparlarsa yapsınlar, onların kendilerini Cehennem’e hazırladıklarını düşünüp, onlara itaat edilmesi’ne dair bazı sözleri, Resul-i Ekrem (S)’e bile nisbet ederek tekrarlayanlar olmadı mı?

Bu bakımdan, F. G.’nin yaptığı yorumları da, nicelerimize acı verse bile, fazla büyütmeden, ve kızgınlıkla, ağır ithamlara ve töhmetlere tevessül etmeden karşılayabilmeliyiz..  

Sanıyorum ki, F. G., ’taqıyye’ yapıyor ama, taqıyye’nin sadece farsların işi olduğunu bilhassa belirterek.. Özellikle, onun  ’otoriteye başkaldırı'  lafı da aslında çok uyarıcı.. Çünkü, meşru’ ve gayrimeşru’ diye bir ayırım yapmadan, her türlü otoriteye itaat çağrısı, onun ruhuna sinmiş âdetâ..

*

Evet, F.G., kendisine samimiyetle ve umutla bağlanan insanların İslamî hizmet aşk ve heyecanlarını ilginç çalışmalara kanalize ediyor.. Şahsen, bu yolun, onun bağlılarının samimiyetle arzuladıkları hedeflere ulaştıracağından emin değilim ve de derin şübhelerim var.. -Türkçe olimpiyadları ve dünyanın bize uzak ve akıl almaz köşelerinde okullar açılması ve benzeri çabalar- bunların mutlaka İslamî bir hedef gözetilerek yapılıp yapılmadığı üzerindeki tartışmaları bitirmeye yetmemektedir..  

Unutmayalım ki, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Orta Asya’nın ve Kafkasya’nın müslüman halkları, 75 yıllık komünist dönemde sandıklarda sakladıkları arabça matbaa malzemelerini çıkarıp, Rusya’nın ve genel olarak bütün slav kavimlerinin kullandığı kril alfabesi yerine arab alfabesiyle ve türkçe olarak  dergiler-gazeteler çıkarmaya başlayıp, kendi öz kültürleriyle ve geçmişleriyle yeniden bağ kurmaya kalkıştıklarında, F. G.’nin gazetesi o ülkelerde devreye sokulup, geniş imkanlarla, ’latin alfabesiyle türkçe yazılması’nın öncülüğünü yapmış ve o öze dönüş heyecan ve çabalarını söndürmüş ve F.G. bu sonucu almakla da bizzat öğünmüştür, ’eğer biz olmasaydık, bölgeye Suudîler veya İran hâkim olurdu..’ gibi yanıltıcı gerekçelerle.. Sanki, bir dışpolitika stratejisyeni..

Bazı faaliyetlerin ilginç bir organizasyon ile dünya çapında yaygın ve etkin olması, bu çalışmalara büyük kitlelerin cezbedilmesi, o hareketin sağlıklı olduğuna mutlak delil teşkil etmez. Bu gibi çalışmalar tarihte başka birçoklarınca da sergilenmiştir.. Yani, başarılı olmayı doğru olmanın, başarısızlığı da yanlışta olmanın kesin ölçüsü olarak almak da bir büyük yanlıştır..

*

’V’allahu bikullî şey’in alîm..’ (Herşeyi en doğru şekilde bilen, muhakkak ki Allah’tır.. -Nûr Sûresi, 35. âyet meâli..)

 

YAZIYA YORUM KAT

27 Yorum
  • ceyhun / 18 Haziran 2010 18:12

    Abdullah hocam daha fazla irdelemek istemiyorum. Sonuçta onlarda islam adına inandıkları şeyi yapıyorlar. Allah yardımcıları olsun. Dua etmek lazım.
    Ancak eşim aradan geçen onca zamana rağmen halen psikolojik olarak o günlerin hasarını atlatamadı.
    Arkadaşımın durumu daha vahim. eşinden boşandı, şuan bir şirkette maaşlı çalışıyor ve ben onu en ufak bir dini sohbete dahi götüremiyorum. Belki de en acısı bu.

    Yanıtla (0) (0)
  • Amine / 16 Haziran 2010 19:47

    Altta milliyet yazarlarından birinin yazısı var, okumanızı isterim. Söylediklerinin bazılarına katılmasam da...
    Gülen'le hiç bir gönül bağı yokken o bile kavrayabiliyorsa cümlelelerdeki alt metni... Bir şey demiyorum.

    http://www.yazarx.com/FYasamMagazin/asli-aydintasbas/07-06-2010/gulen-neden-konustu-/235094.aspx

    Yanıtla (0) (0)
  • abdullah / 16 Haziran 2010 11:58

    ceyhun kardeş yaşadıgın olayları çok özele girmeden anlatsan faydalı olacaktır.insanlar bazı şeyleri göremiyorlar çünkü.ama dikkat et gerçek ismini kullanma.başını belaya sokarlar

    Yanıtla (0) (0)
  • ceyhun / 15 Haziran 2010 13:17

    Eşim F.Gülen'in okullarında okudu, yurtlarında belletmenlik yaptı taki 28 Şubat'a kadar...
    28 Şubat sürecinde ne mi oldu, başını açmayı reddettiği için kaldığı öğrenci evinden atıldı. Sonrada okulu bırakmak zorunda kaldı. Yaşanları, söylenenleri burda yazmak istemiyorum.
    İkinci vaka, liseden sınıf arkadaşım. okuldan sonra başarılı bir iş adamı oldu. Sonra bu arkadaşlarla tanıştı. Bütün servetini okullar yapmak için harcadı. Sonra ne mi oldu. Parası bitince kullanılmış mendil gibi atıldı.

    Bunlar yorum değil yaşananlar. Yalan söylüyorsun diyenle ahirette hesaplaşırız.

    Yanıtla (0) (0)
  • abdullah / 15 Haziran 2010 12:15

    asıl sorun islamı bilmeme kuran ı okumama sorunudur.islam ı muhafazakarlıga indirgemişlerdir malesef.bu sorun diger tarikat ve cemaatlerdede genellikle vardır.herkeste biat kültürü teslim olma hali vardır.çünkü islam ögretilmiyor rivayetlerden menkibelerden oluşan bir din ögretiliyor.cahil bırakılan halk tabiki hocam en iyisini bilir diyecektir.peygamberimize bile böyle bir itaat olmamıştır .sahabe sormuştur ey ALLAH ın rasulu bu vahiy mi yoksa senin görüşünmü. eger senin görüşünse ben senin gibi düşünmüyorum ben söyle düşünüyorum diyebilmiştir.uhud savaşı öncesinde peygamberimiz düşmanı medine de karşılayalım diye düşünürken birçok sahabenin medine dışında karşılayalım teklifine uymuştur.ki bunu söyleyenlerden bazıları savaştan kaçtıgı halde peygamberimiz onlara birşey dememiştir.peygamber ile sahabenin durumu böyle iken şimdiki mürşid mürid hoca cemaat ilişkisine bakın.ne kadar geriye gitmişiz.peygambere bile itiraz edilirken şimdi bir hocanın sözü ayet gibi telakki edilmekte.f. gülen zihniyeti iktidara gelse ne olur dünya ya ne verebilir.ancak amerikan emperyalizminin yerine türk emperyalizmi görürüz.arkadaşlar artık uyanın açın kuran okuyun gerçekleri görün.muhakkak ki hepimiz kuran dan sorguya çekilecegiz .risalei nur da okuyun ama ençok kuran okuyun kuran okumadan risalei nur da tam olarak anlaşılmaz.teslim olacaksanız sadece allah a teslim olun .hiçbir insana teslim olmayın.çünkü her insanın hatası olur.siz hepsine teslim olursanız mutlaka biryerde yanlışa teslim olursunuz bunu unutmayın.tabiki insanın bir hocası mürşidi olabilir ancak kim olursa olsun kimseye tamamiyle teslim olmamak gerekir.

    Yanıtla (0) (0)
  • Murat Kayacan / 15 Haziran 2010 08:45

    Bismillah,
    Selahaddin Eş Bey,
    Yazınızın tümünü okudum ve faydalandım. Ancak yakın zamanda aktifhaber.com'da okuduğum bir habere göre Davudoğlu, "MİT'ten ulaşan bilgiyi Marmara adlı gemiye ulaştırdık, müdahale edecekler dedik ama dinlemediler. Bir de Türkiye'den ayrılırken rotalarının doğrudan Gazze olmadığını söyleyip bizi yanılttılar." mealinde sözler sarf etmiş. Bu ifadeler (doğruysa), sözlü olarak çok sert ifadelerle Siyonistlerin saldırısına tepki veren T. Erdoğan'ın karizmasını çizen sözler değil mi?
    Bazı yorumlara göre de Davudoğlu aslında T. Erdoğan'ın inisiyatif dışında dışişleri bakanı yapıldı ve AK Parti'nin (dolayısıyla T. Erdoğan'ın) fonksiyonunu tamamladığının düşünüldüğü ve kenara çekileceği daha "mutedil"(?) olan Davudoğlu'nun ön plana çıkarılacağı yönündeki söylentiler yapabana atılır gibi midir, ne dersiniz?

    Yanıtla (0) (0)
  • murat yıldız / 15 Haziran 2010 00:32

    Öncelikle tüm kardeşleri Allahın selamı ile selamlıyorum. İmdi,28 şubatta olanları hatırlayıp hala akıllanmayanları görünce korkuyorum. devir vahdet devri, düşmanlarımıza gösterdiğimiz merhameti dostlarımıza göstermedikçe de bu vahdet mümkün olamaz. nur cemati gülen cemaati süleyman efendi camaati saadetliler herkes kolkola girsin ancak, özellikle fethullah hocanın okullarını askere devretmekten tutun da başörtüsü konusunda bu çocukların büyük bir rahatlıkla başlarını açmasına sebep olması ve en son açıklamasını eleştiremeyen kardeşlere acaba hz. Petgamberi bu kadar hararetle savunuyorlar mı diye sorasım geliyor. Kaldı ki Hz. Peygamberin hadislerini bile hadis kriterleri açısından da olsa eleştiriye tabi tutulabiliyorken hoca efendinin her sözünün sanki vahiymişcesine haşa kabul edilmesini anlamıyorum. tamam birbirimize vurmayalım ancak en azından emri bil maruf nehyi anil münker çerçevesinde yani ne severken ne de eleştirirken aşırıya kaçmadan bu görevimizi yerine getirelim diye tavsiye ediyorum selamlar

    Yanıtla (0) (0)
  • sahit / 14 Haziran 2010 00:02

    ahmet sögütcü kardesime

    1- hepimiz ayni rabbe inaniyor, ayni kibleye dönüyor ayni ezeli hakikate tabi oluyoruz... herkesei kasdederek söylüyorum... bu denli reddiyeci olmak, fikirlerine katilmadigimiz herkes hasa cehennemlikmis gibi keskin durmak tehlikelidir.. biraz temkinli yaklasmak gerekir.. bazilarinin elinde gelse gülenin cehennemlik oldugunu bile ilan edecekler, sanki cehennem babalarinin mülküymüsmüs gibi

    2- erdemlilik su: gecenlerde erdemli ve peygamber asigi büyük bir münzevi aydina sordum: fethullah gülen ve bazi ifadeleri hakkinda ne düsünüyorsunuz? cevap aynen suydu: kardesim beni zor durumda birakma, cevap verebilmem icin oturup o zati bütünüyle bir okumam ve adamakilli bir sekilde bir mercege almam gerekir...

    3- gülenin döne döne kildigi namazlarla hazreti suaybin kildigi namazlar arasindaki farki irdeleyecek kadar kimse düsmemistir.. allah ümmetin hicbir evladina da öyle bir zelillik yasatmasin.. gülen de en nihayetinde günahkar bir kul.. kimbilir belki de hesabi su cagda yasayan herkesten de agir olur ama klavye kahramanlarindan hic birisinin onun ibadetinin, evradu ezkarinin ösrünü dahi yapmadigini erdemli bir sekilde oturup arastiran herkes farkeder...

    4- gülen bile bile yalanlamiyor.. cevabi onun bütünselligi icindedir.. cevabi urfada vefat etmeden önce talebelerinin yürüyüs yapacagini duyan bediüzzamanin hasta haliyle son bir takatla ayaga kalkip etrafina "müsbet hareket, müsbet hareket, müsbet hareket" üc defa yaptigi tekrardadir... tam anlamak icin ilkin bir risaleí nurun dizinin dibine cökmek gerekir...

    5- bir mümin olarak hocaefendinin keske öyle demeseydi dedigim ifadeleri olmustur... ama bu "basörtüsü furuattandir" gibi popüler ifadeler degil... mesela kizilbaslar hakkinda kullandigi bazi ifadeler...

    6- o kendisinin bilecegi bir nokta ama o davranisin ilmi veya reel politik arka planini/gerekcelerini izah etmiyor olmasinin da mutlaka kendi icinde tutarli bir nedeni vardir..

    7- sizleri kalben seviyor ama aklen reddediyorum. selamla.

    Yanıtla (0) (0)
  • Aziz Kbadayi / 13 Haziran 2010 23:39

    Basindan sectigim bir kac F.G aciklamalari;
    (1)Kendisinin örtünmeyi "teferruata(cok önemli olmayan) ait bir mesele" görmesi mart 1995
    (2)Türkiye'de, ve dünyada demokrasiden geriye dönüş olmayacağını" (Zaman, 1 Temmuz 1994) vurgulayarak hangi tarafta yer alacağını açıklamıştir.
    (3)Ancak yakın çevresi tarafından Sızıntı dergisinin başyazılarını kendisinin yazdığı söylenen M. Fethullah Gülen, her defasinda çelişik düşünceleriyle ilginç bir görüntü sergiliyor. Zira Özal'ın ANAP kongrelerinde muhafazakarlara karşı tavrını liberallerden yana koyduğu dönemlerde, Ağustos 1991 tarihli ve 151 sayılı Sızıntı dergisinin baş yazısında gülen ona acikca düsman tavri sergilemisti,sonrada Özal'ın cenazesi peşinden yürüyen ve ona her türlü ögüyü yagdiran gülenin bu tavırlari daha önceki yazilariyla açıkça çelişmektedir.
    (4)Ecevit'in aylar öncesinden planlanan İsrail gezisinin hemen öncesinde Fethullah Gülen- Bülent Ecevit görüşmesi gazete manşetlerinde flaş haber oldu. Görüşmede siyasi konular gündeme gelmedi. Ama yurtdışında özellikle Türki Cumhuriyetlerde ve Kafkasya'da açılan kolejlerin misyonunu tanıttı Fethullah Hoca; Türkiye'deki kolej ve yurtların RP'ye dışarıdaki kolej ve yurtlarınsa İran ve Suudi Arabistan'dan gelen kökten dinci akımlara fren işlevi olduğunu işledi. Fethullah Gülen okulların eğitim programları ve misyonlarının Türk -İslam tasavvufu çerçevesinde laik bir anlayışı yansıttığının vurgulandığı görüşme sonrasında Ecevit, kendisine yöneltilen bir soruya "Görüşmemizde Sayın Gülen'de laiklikle bağdaşmayan bir yön görmedim" yanıtını veriyor.( Mayis 2005 gazeteler)
    Ayrica en yakin arkadasi ihsan kalkavanin "biz imansiz iscimizin ickisini elimizle doldururuz...ben F.G nin gercek bir atatürkcü oldugunu bin delille ispat ederim" gibi söylemlerinide ne cabuk unuttuk:27.09.2004HÜRRIYET

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet söğütcü / 12 Haziran 2010 17:00

    erdemli ve müslümana yakışır bir şekilde fethullah gülenin merceğe alalım. Bu sözün neresini tutsanız elinizde kalır.
    1.Erdemle sizin kastettiğiniz ilim ve ibadet hayatının ne alakası var? lütfen erdemin ne demek olduğunu en azından sözlükten öğrenin.
    2.Gülenin döne döne kıldığı namazları ile Şuayb(as) kıldığı namazı arasındaki farkı bir tefsir kitabından mesala risale-i nurdan bakın.
    3.sizin güleni bütünsel anlamaktan kastettiğiniz körü körüne itaat-inanç olmasın? zira bütünsel anlayışınızı ortaya koymadan, burada müslümanların güya göremediği büyük fotoğrafı göstermeden, bizi aydınlatmadan yazınızı bitirmişsiniz?
    4.gülen ile ilgili gelen bilginin dosdoğru olup olmadığını bilmiyoruz diyorsunuz? Peki müslümanları derinden yaralayan-arkadan vuran bu sözü yalanlama gereği duymaması bu sözleri hiç söylemese de kabul etmesi anlamına gelmez mi? Ayrıca bu sözü hocaefendi söylemez ben inanmıyorum da diyememeniz, o ne derse doğrudur mantığının bir ürünü değil mi?
    5.bir mümin olarak hocaefendiniz hakkında bu güne kadar keşke öyle demeseydi dediniz mi? merak ediyorum. bir örnek verebilir misiniz?
    6.acaba hocaefendi hazretleri bu sözleri hangi gerçekliklerden hareketle söylemiştir bunu biraz açamaz mı? pek çok yayın organı onun adına faaliyet gösterirken bu çok mu zor?
    7.dosdoğru oldumuz bize vahiyle bildirilmiyor kardeşim ama elhamdulillah dosdoğru yolun ne olduğunu Rabbimiz bildirmiş. yoksa onu da anlamayalım? birilerinin tekeline bırakalım?

    Yanıtla (0) (0)
  • Salih Can / 12 Haziran 2010 10:56

    Selahaddin ağabey; "sarahat olan sözde, te'vil ve ictihada mesağ yoktur' diyerek olayı ne güzel özetlemiş! Ainesi iştir kişini lafa bakılmaz' diyen Ziya paşa'da aynı yöne işaret ediyor sanırım. Selamlar...

    Yanıtla (0) (0)
  • sahit / 12 Haziran 2010 01:51

    selahattin hocam ve okur yazar kardeslerim... söyle bir sey yapalim... erdemli ve müslümana yakisir bir sekilde dönüp bir gün fethullah gülenin ilim ve ibadet hayatini mercege alalim... müslümanca ve hakkaniyetle yapilmis bir arastirmadan sonra ``benim günlük evradu ezkarim, döne döne kildigim namazlarim, alem-i islam icin cektigim izdiraplarim, gelen her haber karsisinda düstügüm komalarim onun ceyregi kadardir`` diyebilen varsa lütfen bu mesaja cevap yazsin biz gidip ona tabi olalim, onun ifadelerini tevil edelim...

    bakin kardeslerim, sorgulamak, irdelemek el hak vazifedir... ama müminin en önemli siarlarindan biri de hükmü allaha birakmaktir... cok keskin hükümler veriliyor devamli... yaziktir, günahtir... ne bu pervasizlik... dosdogru oldugunuz size vahiyle mi bildiriliyor... neden güleni bir seyh efendi, bir tasavvuf yolcusu, basi yüce ufuklarda olan mana ehli insanlar degil de sabahleyin erkenden uyanip klavyenin basina gömülenler bu kadar ademe mahkum ediyor...

    katilmiyor, karsi cikiyor, o zati bütünsel olarak anlamiyor veya yanlis anliyor olabilirsiniz ama elinizde ilahi mühür varmis gibi keskin davranmaktan korkun.... gülen hasa bir kafir degil ki... hepimizin izinde gittigi peygamberin adiyla gözyaslarina bogulan bir hal insani... bir müminin bir mümin hakkinda en fazla "keske öyle demeseydi" demeye hakki var; daha ötesinin hesabi agir olur.. cünkü gelen bilginin dosdogru oldugundan emin degiliz, cünkü gülenin veya bir baskasinin hangi ifadeyi bildigi hangi gercekliklerden hareketle kullandigini bilmiyoruz....

    bahis uzundur... hakki ararken, haksizlik yapmaktan, nefsimizi konusturuyor olmaktan allaha siginmak lazim...

    selam ve duayla

    Yanıtla (0) (0)
  • murat nazlı / 12 Haziran 2010 01:45

    selam.evet..asıl azmaz,bal kokmaz derler...selahattin abide yine yazacaklarını yazmış.?her nekadar yazacaklarını tahmin etsemde ,yazılarını okumaktan kendimi alamıyorum,bağımlılık yapıyor,yaptı!!!her konu ve olay karşısındaki tavrını net ve açık bir şekilde ortaya koyması, yani ,kınayıcıların kınamasından korkmadan , çekinmeden bunu yapması benim için en muteber tavırve yaşam-mücadele-direniş şekli...tevil yorumları ve teville ilgili hatıralar nedeniylede onu iyi anlıyorum...yıllar önce keyhan gazetesinde yazar iken,boş vakitlerinde(bize göre!)vakit buldukca,ziyaretine gelenlere tevil ve müşavir fıkralarını anlatırdı...yazıyı okuyunca o günleri hatırladım ve zaman değişsede mekan değişsede insanın güçlü bir inancı varsa ,yaşamını ve hareketlerini inandığı ölçüler çerçevesinde yürütüyorsa,hiçbirşeyin aslında değişmediğini gördüm..böyle basiretli bir insanı tanıdığım için mutluyum..keşke türkiyede olsaydı insanlar daha fazla bilgi birikiminden istifade etselerdi.ama onun bitmez tükenmez enerjisi ile devamlı yazdığı yazıları da okumak insana yetiyor...yazdığı gibi yaşayanı ,duruş sergileyeni görmek tabiki bir başka vesselam...

    Yanıtla (0) (0)
  • Redar / 11 Haziran 2010 20:48

    Kalemini egip bükmeden, ez zor sartlarda dahi dogrubildiklerini haykirmaktan cekinmeyen Selahaddin Es agabeyimizden Allah razi olsun. Selahaddin agabey yazisinin basliginda "bilge"miz ifadesiyle malum kisiler hakkindaki görüs ve elestirilerini dile getirmis. Bilge kavramini görür görmez aklima gelen bir gercek bilge, mütefekkir olan Sezai Karakoc'un bu konuda neler düsündügünü merak ederek Yeniden Dirilis Partisi sitesine girdim. Ve son olaylar üzerine Sezai agabeyin dile getirdikleriyle gercek bir bilge olduguna tekrar sahid olma bahtiyarligini sizlerle paylasmak istedim. Sizlerin de buna sahidlik etmeniz dilegiyle gercek bilgenin söylediklerini asagidaki linki tiklayarak okumanizi diliyorum.
    http://www.yucedirilis.org.tr/

    Yanıtla (0) (0)
  • enterobacter / 11 Haziran 2010 17:31

    f.g.'in açıklamasına en iyi cevap:
    "O zaman, bütün enbiyaullah’ın, ilahî peygamberlerin kendi dönemlerinin gayrimeşrû’ otoritelerine başkaldırmış önderler olduğu gerçeği nasıl izah edilecektir?"
    Allah razı olsun...

    Yanıtla (0) (0)
  • THE SHAQERD / 11 Haziran 2010 16:20

    Buraya yorum yapanların kaçı bilerek, anlayarak ve dinleyerek konuşuyor bilmiyorum. Ayrıca kaç yaş grubu olduklarını da bilmek isterim. Buraya yorum yazanların yaşları kadar, hocaefendinin mücadelesi vardır.Eğer bunu anlayamıyorsanız, o sizin sorununuz. Gidin biraz kitap karıştırın sonra konuşun, Sizin ilim seviyenizin ve yaşınızdan çok istin bir insan hakkında da daha dikkatli konuşmanızı tavsiye ederim...

    Yanıtla (0) (0)
  • fani / 11 Haziran 2010 15:48

    ALLAH razı olsun hidayet versin karşıdaki kişilerin derdiyle ilgilene söz yazı vs...

    Yanıtla (0) (0)
  • aziz kabadayi / 10 Haziran 2010 23:08

    Peki ya gülenin gec kalinmis nasyonal kimlik visyonuna ne demeli? Avrupada nasyonalist hareketler 19.yy´la vardigimizda tamamlanmis ve kültür emperyalistleri dünyanin her yerinde avrupa dillerini zorla yada oksayarak yerlestirme cabalarina girmis ve 20.yyilin ortalarindada basarilarini kutlamaya baslamislardi.Fakat iclerindeki avrupa hayranligini bir türlü atamamis hatta stokholm sendromuna yakalanmiscasina onlari metotda adim adim takib edenler; türkce olumpiyadlari ve türk islam misyonerligi ile adim adim batili emperyalistleri sözüm ona kendi silahlariyla vurma sevdasindalar.Hadi bütün bunlardan vaz gectik diyelim ;israil askerlerine üzülen F.G neden acaba bizim kayiplarimiz karsisinda azicik olsun saygi ifade edip en azindan olympiatlari belli bir zaman icin iptal etmedi.
    F.G´in dini hassasiyetlerine neredeyse peygamberane hikmet seviyesinde inananlar ,onun en azindan islam alemine cani gönülden bas sagligi mesajini okumali degillermiydi.
    Ben sasirmadim dogrusu;zira F.G´in amerikanin iraka girisinin hemen akabinde FBI´la yaptigi konusmayi hatirlayanlar hemen bilirler onun bu tür firsatlari hic kacirmadan kariyer merdiveni yaptigini.Umarim kariyeri kendini takib edenlere hayir getirir:-).Gec kalinmis bir nasyonal kimlik sevdasinin PKK ve Gülen hareketinde revac bulmasi ne kadar tiraji komik.

    Yanıtla (0) (0)
  • onur akarcalı / 10 Haziran 2010 20:51

    ebu yusuf kardeş ne kadarda haklısın.rabia sivas genç bir kardeşimiz galiba.dün gibi hatırlıyorum 1997 yılında istanbuldaki eylemlerin nasıl etkili olduğunu ,sınavların dahi iptal edildiğini.ama cemaatten(f.g. cemaati) gelen emirle bircok artkadasımız alanlardan cekildi ve bizi yanlız bıraktılar.inan rabia sivas taksimdeinden cok daha kalabalık günler gördük biz üniversite önlerinde.

    Yanıtla (0) (0)
  • ismail koca/izmir / 10 Haziran 2010 17:35

    ''Bu fevkalkanun muamele edenlere kanun namına müracaat manasız olur.(..)Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dava etmek ve onlara müracaat etmek bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir. Ben bu haksızlığı ve hakka karşı hürmetsizliği irtikâp etmek istemem vesselâm.''(Risaleinur 16. mektubun zeyli)

    Yanıtla (0) (0)
  • ismail koca/izmir / 10 Haziran 2010 17:04

    Fena ve fani bir adamın, güzel ve baki şöyle bir sözü var:

    Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa,

    Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.

    Ben de derim:

    Ehl-i dünyanın hükmü var, şevketi var, kuvveti varsa,

    Kur’an’ın feyziyle, hâdiminin de

    Şaşırmaz ilmi, susmaz sözü vardır,

    Yanılmaz kalbi, sönmez nuru vardır.

    (riasaleinur 16. mektubun zeylinden)

    Yanıtla (0) (0)
  • ebu yusuf / 10 Haziran 2010 12:43

    unutulmamalıdır ki başörtü yasagında da direnişi içerden delen f.g dir. okullarda kızlara başını açtıran direnişe katılmayan f.g cemaatidir. başörtüsü teferruattır diyen yine f.g dir. 28 şubat ta erbakanı suçlayarak darbeye destek olan bunun karşılıgındada okullarına dokunulmayan f.g cemaatidir.onların okullarına birşey olmasında imamhatipler yok olsun onlar için farketmez.kendi okulları için müslümanları satan f.g dir.okullarda okul olsa yaptıkları türk milliyetçiligidir.o okullardan yetişen kaç islam alimi gördünüz.ama çok türk millliyetçisi görecegiz.korkarımki müslümanlar güçlendiginde bunlar islam birligine karşı çıkarlar

    Yanıtla (0) (0)
  • halit afriki / 10 Haziran 2010 00:42

    böylece sec in bu güzel hatırlatmasıyla f g hakkındakı bazı soru işaretleri aydılanmış oldu benim için teşekkürler.dik durmayı öğrenmek lazım.

    Yanıtla (0) (0)
  • ahmet söğütcü / 10 Haziran 2010 00:14

    sayın yazarın fethullah gülen'e kadar olan yazısına tamamen katılıyorum. ancak fethullah gülen'i eleştirirken 'O'nu da öyle kabul etmek lazım. Yıllardır süren tarzı bu' kabilinden sözlerini açıkçası itidale götüren bir tavır olarak görmüyorum. Neyse odur. Kalbini falan bilemem ve açıkçası merakta etmiyorum. Adam göstere göstere İsrail yardakçılığı yapmıştır. İsrail in hahamları kadar olamamıştır. İsrailde saldırı aleyhine miting yapan yahudilerin yanından dahi geçemez. müslümanları satmanın, arkadan vurmanın adıdır bu. tevilcilerin tevillerini yapmaya gerek yok. Tarihimiz boyunca da, nice Yezid’lere itaati, fitne çıkarmamak için otoritelere başeğilmesini isteyenler olmadı mı? diye sormakta sayın yazar evet oldu. o zaman makul mu göreceğiz bu yapılanları? bunun adı Belam lıktır. Allah ile kandırmaktır. bu kadar hassas, insanlığın ortak vicdanının din gözetmeden dayanamadığı bir olay karşısında hadi sesini çıkartamayanı geçtik ama saldırıyı meşrulaştırma çabası içine giren kişiler müslümandan öte insan sıfatına layık değildir!

    Yanıtla (0) (0)
  • ismail çoktan/mardin / 09 Haziran 2010 19:24

    mezkur şahsın takipçileri türkiyede ve dünyanın her yerinde faalieyetler yapıyorlar ve yaptıkları faaliyeleri islami faaliyet olarak ( hizmet ) adlandırıyorlar fakat bakıldığı zaman özellikle eğitim alanında ( yani sınavlara hazırlık kursları ve diğer kurslar gibi ) diğerlerinden çok daha fazla pahalı ve kesinlikle indirim yapılmıyor...

    elbetteki bedava yapsınlar demiyorum fakat yaparken en azından başvuranların durumuna göre değerlendirme yapabilirler böylece yaptıkları işin islami olduğuna bizi daha fazla inandırmış olurlar...

    Yanıtla (0) (0)
  • rabia sivas / 09 Haziran 2010 19:13

    asıl sorgulanması gereken şu aslında
    meydanları dolduran müslümanlara baktıkça onur duydum
    meğer ne kalabalık imişiz
    lakin biz madem böyle kararlı,dik,onurlu bir toplum idik
    madem tuttuğumuzu koparır,bildiğimizden dönmez idik
    kim nasıl bize başörtüsü yasağını kabul ettirdi,imam hatiplerimizi kapattı,katsayı mağduru etti bizi
    yani bu kalabalık bu zulümlere nasıl boyun eğdi
    simdi bu saydıklarım filistin meselesinden daha mı az acıtıyor bizi
    Allahuekber nidasını koparan erkeklerin bacıları kızları devlet kapısının eşiğinden geçemiyor,evlatları zorunlu olarak öğütülüyor pardon eğitiliyor!!!!
    madem böyle güçlüydük
    ben neden hala devletimin okullarında öğretmenlik yapamıyorum
    daha acısı minik kızlarımın ilerde nasıl ve nerde öğrenim göreceği hususunda kıvranıyorum..
    bunların çözümü için de şehit lazımsa ben hazırım...
    ya o kalabalık...
    siz de uykunuzdan uyanıp
    acılarımızı,itilmişliğimizi
    sindirilmişliğimizi bitirmeye
    VAR MISINIZ???

    Yanıtla (0) (0)
  • elrehavi / 09 Haziran 2010 18:46

    itidalli konuşmaya çağıran yazınız güzeldi
    özlediğim bir SEÇ yazısı... tşkler

    Yanıtla (0) (0)