Türkiye “büyük Azerbaycan” olur mu?
Strazsurg’daki gündemde Osman Kavala konusunda Türkiye'nin yaptığı ihlaller konuşuluyor. Şayet 47 ülkeden 32’sinin olumlu oy kullanması durumunda Türkiye için “ihlal prosedürü” olarak adlandırılan süreç başlatılacak...
HAKSÖZ HABER
Türkiye Osman Kavala hakkında AİHM kararına uymadığı için Avrupa Konseyi’nin yaptırım prosedürü başlatmayı konuştuğu ikinci ülke konumunda bulunuyor. Birinci sıradaki ülke Türkiye’nin yakından tanıdığı bir ülke. Hatta Türkiye’nin son birkaç yıldır 'en yakın' olduğu ülkelerden biri olan Azerbaycan.
Azerbaycan ile olan ilişkilerin giderek arttığı ifade edilen Türkiye'de yönetim usullerinin de giderek Azerbaycan'a benzediği görülürken, Türkiye'de yaşanan hukuki sorunlar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde konu olmaya devam ediyor. Azerbaycan'daki hukuksuzluklara benzer bir şekilde.
İş insanı ve Anadolu Kültür isimli sivil toplum kuruluşunun kurucusu Osman Kavala, 2013'teki Gezi Parkı protestoları kapsamında Ekim 2017'de anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırma suçlarını düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 309 ve 312. Maddelerince tutuklanmıştı.
Haziran 2018'de AİHM'e başvuran Kavala, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını da kullanmış ancak yüksek mahkeme başvuruyu reddetmişti.
AİHM, Aralık 2019'da aldığı bir kararla, Osman Kavala'nın tutukluluğunun AİHS'in 5.1, 5.4 ve 18. maddelerine aykırı olduğunu belirtti ve derhal serbest bırakılması çağrısında bulunmuştu. Ancak Türkiye serbest bırakmak bir yana yargılamanın içeriğini dahil tam olarak kamuoyuna anlatamayarak davanın devamına ve tutukluluk halinin sürdürülmesine karar verdi.
30 Kasım günü Avrupa Konseyi, Türkiye'nin 4 yıldır cezaevinde tuttuğu Osman Kavala'nın yargılandığı davada AİHS'i ihlal ettiği gerekçesiyle 'ihlal sürecini' başlatıp başlatmamayı oylamak için toplandı. Strazsurg’daki gündemde Türkiye'nin ihlali konuşuluyor. Şayet 47 ülkeden 32’sinin olumlu oy kullanması durumunda Türkiye için “ihlal prosedürü” olarak adlandırılan süreç başlatılacak...
Batı ile güçlü ilişkileri olan Azeri siyasi ve fikir adamı İlgar Mammadov da ülkesinde soruşturma ve kovuşturmalara konu olmuş bir isim. Mammadov'un durumu ile Türkiye’de batı ile olan ilişkileri ile Türkiye’deki kimi siyasi sosyal olaylarla irtibatlı olduğu iddia edilen Osman Kavala arasında bir benzerlik olduğunu ifade eden Yıldıray Oğur, AİHM ve Avrupa Konseyi yaptırımları üzerinden hukuksuzlukların neleri getirebileceğini ve ülkenin düşeceği durumu yorumluyor.
...
Yıldıray Oğur'un Karar'da yayımlanan "Türkiye “büyük Azerbaycan” olur mu?" başlıklı yazısı;
AİHM kararına yine uyulmadı ve Osman Kavala yine serbest bırakılmadı.
Bugün Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplanacak, hem Adalet Bakanlığı’nın hem de Kavala’nın avukatlarının dilekçelerini inceleyecek, ihlalin sürüp sürmediğini tespit edecek, sonra AİHM’e ihlal kararına uyulmadığını bildirecek, bu sırada hala karar uygulanmıyorsa Bakanlar Komitesi yaptırım prosedürünü uygulamayı görüşecek.
Bunun için de 47 Avrupa Konseyi üyesinin 3’te 2’sinin oyu gerekiyor.
Yani aslında AİHM kararına uymadığı için bir Avrupa Konseyi üyesi ülkeye yaptırım uygulamak hiç kolay değil.
Çünkü Avrupa Konseyi gibi gönüllü uluslararası yapılar için üye bir ülkeyi karşısına almak, onu kaybetmeyi göze almak radikal bir karar, o yüzden de yaptırım prosedürü zorlaştırılmış.
Ülkelerin verdikleri sözü tutacakları, uluslararası itibarlarını düşünecekleri varsayılmış.
Zaten bu yüzden AİHM kararını uygulamadığı için yaptırım prosedürü aşamasına gelmiş tek bir ülke var: 2001 yılında konseye üye olmuş Azerbaycan.
Kavala ile ilgili haberlerde de Azerbaycan örneği veriliyor ve sık sık bir isimden bahsediliyor:
Azerbaycan’ın hakkındaki AİHM kararını uygulamamak için dört yıl direndiği, onun uğruna 2001’de girdiği Avrupa Konseyi’nde yaptırım aşamasına geldiği Ilgar Mammadov.
Ilgar Mammadov’un kim olduğu, neden 20013’de hapse atıldığı, neden Azerbaycan’ın onu bırakmamak için bu kadar direndiği hakkında ise pek bir bilgi yok.
Halbuki aramızda dil engeli de olmayan iki devlet tek millet mesafesindeki Azerbaycan ile tek benzerliğimiz AİHM kararlarını uygulamayıp, yaptırım prosedürü aşamasına gelmek değil.
Hikayenin geri kalanı da çok tanıdık.
Olayların başlangıcına dönelim.
23 Ocak 2013 günü akşam saatlerinde Bakü’nün kuzeyindeki 90 bin nüfuslu İsmayıllı şehrinde bir taksi şoförü ile lüks bir araç arasında küçük çaplı trafik kazasına...
Kimsenin yaralanmadığı küçük çaplı kazada lüks araçtan çıkan içkili iki kişi taksi şoförünün üzerine yürüyüp, onu dövmeye başladı.
Haberlere göre lüks araçtaki içkili iki kişi şehrin en ünlü oteli Çıraq’ın güvenlik müdürü Emil Şəmdinov ve arkadaşı Elməddin Məmmədov’du.
Etraftan onlara müdahale etmeye çalışanlar da sarhoş ikilinin yumruklarının ve küfürlerinin hedefi oldular.
İki sarhoşun İsmayıllı halkına ettiği ağır küfürlere öfkelenen kalabalık hızla büyüdü, sayıları binleri bulan kızgın halk önce Çıraq Otel’e gidip oteli yaktı, ardından bazı lüks araçlar ve evlere saldırdı. Saldırılan evlerden biri şehrin valisinin eviydi.
Ertesi güne kadar süren olaylar göstericilere gaz, plastik mermi ve coplarla müdahale eden polisin 100’lerce kişiyi gözaltına almasıyla bastırılabildi.
Ama Azerbaycan resmi kanallarından yapılan açıklamalara göre yaşananlar adi bir olaydan ibaretti.
Peki, basit bir kaza, ardından yaşanan arbede ve bir kaç küfür yüzünden koskoca bir şehir neden ayaklanıp bir oteli yakmıştı, evleri ve arabaları tahrip etmişti?
Gerçek hikaye internet üzerinden yayılmaya başlandı.
Aslında kazayı yapan, şoförü döven ve halka küfreden kişi Azerbaycan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Fuzuli Alekberov'un oğlu ve bakanın kardeşi olan İsmayıllı rayonunun baş icracısı (valisi) Nizami Alekberov’un yeğeni Vügar Alekberov'du.
Haberlerde bahsedilmese de halk valinin evini ve Alekberov ailesine ait başka evleri ve aralarında Hammer jeeplerin de olduğu lüks araçları tahrip etmişti. Kalabalık “Vali istifa” diye bağırıyordu.
Bu sadece bir kaza ve sonrasındaki küfürleşmeye bir tepki de değildi.
Benzer olaylar daha önce de yaşanmıştı.
Koskoca bir şehrin halkı rayondaki küçük Aliyev ailesi Alekberovların sultasından, yolsuzluklardan, rüşvetten bıkmıştı.
Son olay bardağın taşan damlası olmuştu.
Öfkeli kalabalığın ilk hedefinin Çıraq Otel’i olması da tesadüf değildi.
Otel, şehir halkı tarafından ahlaksızlığın merkezi olarak görülüyordu.
Gerçek sahibinin de Vügar Alekberov olduğunu herkes biliyordu.
Ama bunu ispatlayıp açıklamak genç bir siyasetçi sayesinde mümkün oldu.
43 yaşındaki muhalif Alternatif Cumhuriyetçi Partisi’nin (REAL) lideri Ilgar Mammadov.
Ismayıllı ile ilgili haberleri inandırıcı bulmayan muhalif siyasetçi ertesi gün Musavat Partisi’nin önde gelen isimlerinden gazeteci Tevfik Yakuplu ile birlikte olan biteni araştırmak üzere Bakü’den iki saat uzaktaki İsmayıllı’ya gitti.
Ilgar Mammadov sadece bir parti başkanı değildi, gençliğinden itibaren muhalif bir aktivistti, Azerbaycan’daki ilk siyasi blogu da açmıştı. Blogunda araştırmacı gazetecilik yazıları ve haberleri paylaşmaktaydı.
Bir nevi Azerbaycan’ın Aleksi Navalny’siydi.
Ismayıllı’dan izlenimlerini 25 Ocak’tan itibaren bloğuna yazmaya başladı.
Esas gürültüyü ise 28 Ocak günü paylaştığı bilgiler çıkardı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı sayfalarından screen shotlarını paylaştığı şirket bilgilerinde olaylar sırasında yakılan Çıraq Oteli’nin sahibi Çalışma Bakanı’nın oğlu ve Ismayıllı rayonunun valisinin yeğeni Vügar Alekberov görülüyordu.
Paylaşımdan bir kaç saat sonra bakanlıkların sitesindeki otelle ilgili bilgilerin yer aldığı sayfalar kapatıldı.
Mammadov, bu kez de Vügar Alekberov’un Facebook sayfasında otelin reklamını yaptığı gönderisinin capsini bloğuna koydu.
Vügar Alekberov, bir saat sonra Facebook sayfasını da kapattı.
Ama artık yakılan otelin bakanın oğlu ve valinin yeğenine ait olduğu resmen ortaya çıkmıştı.
Ilgar Mammadov’un ortaya çıkardığı bilgiler diğer siteler tarafından da haber yapılmıştı.
Gerçeğin ortaya çıkmasıyla gösteriler başkent Bakü’ye sıçradı.
Haberlerden okuyalım:
“Başkent Bakü'de gençler, İsmailli bölgesinde düzenlenen gösterilerde göstericilere plastik mermi ve göz yaşartıcı bomba atılmasını protesto etmek amacı ile sosyal paylaşım sitelerinde örgütlenerek, Bakü'nün en işlek mekanlarından Fevvareler Meydanı'nda toplanma kararı aldı. Polisin gösteri yapılması planlanan alanı abluka altına almasıyla, göstericiler başka bir alanda, Sahil Parkı'nda toplandı. "İsmailli uyumuyor", "İsmailli'ye destek" sloganları ile yürümek isteyen grup, polisin "Dağılın" uyarılarına rağmen dağılmayınca, arbede yaşandı. Yaşanan arbedede, polis, uyarılara aldırış etmeyen göstericileri göz altına aldı.”
Mammadov, gösterilerinden Bakü’ye sıçramasından sonraki gün ağır ceza davalarına bakan başsavcılıktan arandı.
Ismalıyye’ye beraber gittiği Müsavat Partisi’nden Tevfik Yakuplu ile birlikte tanık olarak ifadeye çağrılmışlardı.
Ama rejime yakın medyada çıkan haberler sadece tanık olmadıklarını söylüyordu.
Ilgar Mammadov, bu haberleri okuduktan sonra bloğuna esprili bir not yazdı:
“Xəbərə əsasən, "istintaq materialları ilə sübut olunub ki, ... İsmayıllıda olarkən əhalini iğtişaşlara təhrik etmisiniz, polislərə daş atmağa, maşınların yolunu kəsməyə, yandırmağa təhrik etmisiniz". Yəni mən... Sübut olunubsa, deməli həbs edəcəklər? :) Nə isə, bu gün axşam bəlkə getdim. Gecə bura bir şey yazmasam, deməli həbs etdilər.”
Ama dalga geçtiği şey başına geldi.
Savcılıkta bir kaç gün süren ifadesinin ardından 4 Şubat 2013 günü “Kamu düzenini bozan eylemleri organize etmek ve katılmak” ve “kamu görevlilerine karşı direnmek ve şiddet kullanmak” suçlamalarıyla Tevfik Yakuplu ile birlikte tutuklandı.
Peki Ilgar Mammadov bir gün sonra gittiği şehirdeki ayaklanmadan neden sorumlu tutulup tutuklanmıştı?
43 yaşındaki siyasetçi 2013 yılının sonunda yapılacak seçimde Cumhurbaşkanı adayıydı.
Ama herhalde Azerbaycan gibi bir ülkelerde rejimler için sandık bir risk değil.
Esas Mammadov’u tehlikeli yapan profiliydi.
Mammadov, Azerbaycan’ın seçkin bir ailesinden geliyordu, Moskova’da Siyaset Bilimi, Budapeşte’de Politik Ekonomi okumuştu. 80’lerin sonlarından itibaren Sovyetler karşıtı özgürlük hareketleri içinde aktif olarak yer almıştı.
90’da Sovyet tankları Bakü’ye girerken Moskova’daki protestocu Azeri gençlerin içindeydi.
90’larda milliyetçi İtibar Mehmedov’un İstiklal partisinde yöneticilik yapmıştı.
Esas onu rejim için tehlikeli yapan ise Batı dünyasıyla ile güçlü ilişkileriydi.
2005’e kadar ABD Bakü Büyükelçiliği’nde profesyonel olarak çalışmış, Uluslararası Kriz Grubu’nda analist olarak görev almış, 2006 yılında ise Bakü’de kurulan Açık Toplum Enstitüsü Vakfı yönetim kurulunda yer almıştı.
Bu arada Azerbaycan’ın ilk siyasi bloğunu açmıştı.
Rusya’daki Aleksi Navalny ya da Gürcistan’daki Miheil Saakaşvili’ye benzetiliyordu
Ukrayna ve Gürcistan’daki renkli devrimlerden ürken Azerbaycan rejimi için tehlikeli bir figürdü.
Aliyev yönetimi Soros ve diğer insan hakları örgütlerini “Beşinci kol” olarak görüyordu.
Bu görüşün başını da Aliyev’den sonra ülkenin iki numaralı ismi olan Ramiz Mehdiyev çekiyordu.
Mehdiyev, aslında Haydar Aliyev’in sağ koluydu. Daha sonra babadan oğula miras kalıp İlham Aliyev’in sağ kolu olmuştu.
“Boz Kardinal” lakapli Mehdiyev, Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi başkanı gibi titrlere sahipti. Aslında bir nevi Azerbaycan devletinin resmi ideoloğuydu. Statükoyu temsil ediyordu. Eski bir komünistti, sıkı bir Rus yanlısı ve Türkiye ve Batı karşıtıydı.
2009 yılında kaleme aldığı “Geçmişin Işığında Demokrasiye Giden Yol” kitabı devletin resmi görüşlerinin bir özeti gibiydi.
Kitabı, tabii ki demokrasiye giden yolu göstermek için değil, renkli devrimlerle demokrasiye giden yola karşı uyarılarda bulunmak için yazmıştı.
Kitap Türkiye’de de ulusalcı ve milliyetçi çevrelerde epey itibar görmüştü.
Kitaptan bir bölüm tamamı hakkında da bir fikir veriyor:
“SSCB’ye yönelik ideolojik savaş, kendi meyvelerini 1980 yılında Beyaz Saray’a Ronald Reagan’ın yeni muhafazakârlar grubunun gelmesinin ardından vermeye başladı. Astronomik bir hızla. The National Endonwment for Democracy (NED) ve onun dört müttefiki olan Cumhuriyetçilerin The International Republican Institute (IRI), Demokratların The National Democratic Institute for International Affairs (NDI) ve aynı zamanda The Center for International Private Enterprise (CIPE) ve The Free Trade Union Institute (FTUI) seri halde ortaya çıkmaya başladılar. Yeni silahın, kendisini Orta Avrupa ülkelerinde kadife devrimler sırasında başarılı bir şekilde göstermesinin ardından, onun post Sovyet coğrafyasında ideoloji alanında başarıyla kullanımı mümkün oldu. İnsan haklarının küresel boyutta savunulması için etkili finans kaynakları, medya ve Amerikan Büyükelçileri seferber edilmiş, ekonomik baskı ve yaptırımlar, muhalif demokrat güçlerin desteklenmesi ve sayılarının çoğaltılması, çok yönlü diplomasi ve askeri eylemlerin gerçekleştirilmesi sağlanmıştı.”
Ismaıllı protestoları Aliyev yönetimini “Bu bir renkli devrim girişimi mi” diye ürkütmüştü.
Böyle bir devrimde öncü bir rol oynaması muhtemel Mammadov da bir vesileyle tutuklanmıştı.
Onun tutuklanmasından sonra Aliyev yönetimi 2015 yılında önce Açık Toplum Vakfı’nın Bakü şubesini ardından Batılı insan hakları örgütleri ve medya kuruluşlarını kapattı.
2020 yılında verdiği bir röportajda bile Aliyev şöyle demişti:
"Artık şunu herkes biliyor ki, Paşinyan, Soros'un bir ürünü. Soros tarafından yönetilen bir isim. Sovyetler Birliği mekanında gerçekleştirilmiş darbeler, çevrilişler tek yerden kaynaklanıyor. Paşinyan'ın Soros'la birlikte olduğu şeklini internette aratın. Bedenleri de birbirlerine yapışmış durumda. Yakışıksız bir fotoğraf. Paşinyan'ın akıl hocası odur. Kendisini Soros yönetiyor. Ermenistan'da yaşanmış aynı olaylar Soros'un bir sonraki yenilgisi. 2005 yılında onlar Azerbaycan'da bunu yapmak istediler. Turuncu devrim. Ama ben durdum onların karşısında. Kendilerini kovdum buralardan ve sonrasında Soros vakıflarını da kapattım. Diğer Sivil Toplum Örgütlerini de buradan reddettim. Söyledim ki, biz, kendimiz bileriz. Gidin, başka yerlerde devrim yapın. Ama onlar Ermenistan'da oturdu. Sivil Toplum Örgütlerince oraya paralı askerler getirildi. İnsanlar yetiştirildi. Ve bugün Paşinyan takımının yüzde 90'ı Soros, Transparency İnternational, Amnesty İnternational (Uluslararası Af Örgütü),Human Rights Watch (Insan Hakları Gözetleme) ve bunlar gibi çirkin teşkilatların temsilcileri. İşte bu sebepten. Ben son günlerde Rus televizyon kanallarından birine demeç verdiğimde, bu gün bizim amacımız Paşinyan'a sorun oluşturmak değil. Onun ne kadar uzun sürece görevde kalması bir o kadar da iyidir bizim için. Anlıyorsunuz ne diyorum.”
İşte Aliyev’in Ilgar Mammadov’u AİHM kararına rağmen beş yıl bırakmayıp ülkeyi Avrupa Konseyi’nden attırma aşamasına gelmesinin arkasında bu korku vardı.
2013 yılında tutuklanan Ilgar Mamadov hakkında hızla iddianame düzenlenmiş, yargılanması ve temyiz işlemleri bir yıl içinde bitirilmiş ve “devletin düzenini bozmaya çalışmak” suçlamasından 7 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.
AİHM’e başvuran Mammadov hakkında AİHM, 2014 yılında “tutuklanmasının siyasi” olduğuna karar verip serbest bırakılmasını istemişti.
Azerbaycan bu karara üç yıl direnince bu kez Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi devreye girmiş, konsey üyelerinin üçte ikisinin oyuyla komite 5 Aralık 2017 tarihinde AİHM’e başvurup Azerbaycan’ın ihlal kararını uygulama yükümlülüğünü yerine getirip getirmediğinin tespit edilmesini istemiş, böylece yaptırım sürecini başlatmıştı.
Nihayet ancak Mart 2018’de Azerbaycan Yüksek Mahkemesi Mammadov’un cezasını onaylayıp, yattığı süreyi hesaba katarak şartlı denetimle tahliyesine karar verdi.
Bir yıl sonra şartlı denetim de kaldırıldı.
Ama altı yıl sonra gelen bu karara rağmen Bakanlar Komitesi 2017’de AİHM’ye yaptığı başvuruyu geri çekmedi ve AİHM Büyük Dairesi, 29 Mayıs 2019’da Azerbaycan hakkında AİHS’nin AİHM kararlarına uyulmasını öngören 46/1 maddesinden ‘ihlal’ kararı verdi.
Azerbaycan’daki fikir değişikliğinin arkasında sadece Avrupa Konseyi’nden çıkarılma korkusu yoktu. O yıllarda ülkede dengeler bir miktar Rusya’dan Batı’ya doğru dönmüştü.
Özellikle de İlham Aliyev’in eşi Mihriban Aliyev’in yönetimdeki ağırlığının artmasıyla.
Bu etkinin artmasıyla 2019 yılında “Boz Kardinal” Mehdiyev Cumhurbaşkanlığı’ndaki ve partideki görevinden alındı. Artık sadece Azerbaycan Millî Bilimler Akademisi başkanıydı.
80’li yaşlara dayanmış ülkedeki müesses nizamın başındaki Mehdiyev, bir yıl sonra 2020’de pandemi yasakları sürerken torununa yaptırdığı maskesiz ve mesafesiz düğünün görüntüleriyle sarsıldı.
Büyüyen tepkiler üzerine damadı ve dünürü tutuklandı.
Kendisi ise hala başında olduğu Azerbaycan Millî Bilimler Akademisi sitesinden zehir zemberek bir açıklama yaptı. Açıklama tehditlerle doluydu:
“Dün beni övüp bugün eleştirenleri aynı sabırla dinlemeye hazırım. Fakat bu şahıslar, Cumhurbaşkanının kanunun yüceliği için yürüttüğü mücadelenin onlar için de geçerli olduğunu ve herkesin mutlaka hukukun sert yüzüyle karşı karşıya kalacağını unutmasınlar...Dürüst olmayanların halka maneviyat dersi vermesi, insanlarda ancak tiksinti uyandırır. Bunu unutmasınlar!”
Açıklamanın bu ibretlik kısmını ise orijinalinden okuyalım:
“Lakin məni az qala Azərbaycanda keçmişdə baş vermiş və gələcəkdə baş verəcək bütün günah və cinayətlərdə ittiham edənlərin məntiqi həqiqətən də ağlasığmazdır. Xarici İşlər, Mədəniyyət, Təhsil, Səhiyyə, Milli Təhlükəsizlik sahələrinin öz rəhbərləri olduqları halda, oradakı bütün qüsurları mənim üzərimə atmaq nə deməkdir? Bu yanaşma kimin işinə yarayır?"
Ilgar Mammadov hapisten çıktıktan bir süre sonra siyasi haklarını da geri aldı. 2020 yılında parti başkanlığına yeniden seçilmesini Aliyev de gönderdiği bir heyetle tebrik etti.
Mammadov hali hazırda REAL Partisi’nin lideri.
Bu aralar en önemli gündemi ise Aliyev’in yasakları değil, pandemi yasakları. Sıkı bir pandemi-septik liberteryan olarak pandemi yasakları karşıtı açıklamalar yapıyor.
Karabağ savaşı ile birlikte Bakü’nün Batı ve Türkiye ile yakınlaşmasından memnun, Aliyev ile ilişkileri de iyi görünüyor.
Yani karşımızda Türkiye’den epey tanıdık bir hikaye var.
Ve maalesef bu benzerlik sadece AİHM kararını uygulamamaktan ibaret değil.
AİHM kararına uymadığı için Avrupa Konseyi’nin yaptırım prosedürü başlatmayı konuştuğu ikinci ülke olmaktan ibaret de değil.
Bütün bunlara neden olan daha temel benzerlikler var karşımızda.
Ama Türkiye, demokrasi yerine tepelerdeki ailevi dengeler ve hizip savaşlarıyla yolunu bulan, dış konjonktüre göre sürekli makas değiştiren, iktidarların gitmeme konforuyla ülkenin bütün kurumlarını kontrol ettiği bir ülke olamaz.
Çünkü Türkiye, “büyük Azerbaycan” olmak için fazla büyük bir ülke.
HABERE YORUM KAT