'Türkçesi feci' mesajlar
Dünkü yazıma tepki olarak gönderilen çok sayıda mesaja ilişkin birkaç söz söylemek istiyorum.
Mesajların çok büyük bölümü –tahmin ediyorsunuzdur zaten- “Türkçe Olimpiyatları” hakkında eleştiri yapma hakkını nereden bulduğumu soruyordu. Kendimi “ne sanıyordum” ki buna cesaret edebilmiştim. Hem de bunu -bunu da tahmin ediyorsunuzdur- son derece kaba hatta bazen hakareti de sollayan sözcükler aracılığıyla soruyorlardı.
Ne diyeyim, Allah selamet versin…
Bu öfkeli bu münasebetsiz gönderilerinde dikkat çeken ilk husus, “Kongolu minikler”in Türkçe öğrenmesi karşısında gözleri yaşaran “Türkçe Olimpiyat militanları”nın Türkçelerinin son derece düşündürücü haliydi. Özellikle bazılarının durumu tek kelimeyle “feci”ydi; durum böyle olunca, bu takıma durumlarına ilişkin bir iki cümlelik hatırlatma göndermeyi de -bir “öğretmen” olarak- görev bildim.
Konuyu fazla uzatmayacağım; bu –”her yaştan” olduğu açıkça anlaşılan- kalabalığa tek bir şey hatırlatmakla yetineceğim:
Kaleme, daha doğrusu klavyeye saldırmadan önce, bu “her yaştan” mesajcıların “Kongolu iki minik”in İstiklal Marşı'nın 10 kıtasını ezbere okuması karşısında gözyaşlarına niçin engel olamadıkları üzerine düşünmeleri gerekir.
Bu “heyecan” ve bu “duyarlılığın” nedeni nedir; bu ruh hali nereden kaynaklanmaktadır?
Tamam diyelim ki, Afrikalı bir çocuğun sevdiğimiz bir türküyü anadili Türkçe olan bizlerin çoğundan daha güzel seslendirmesini “hoş” ve “sevimli” bir durum olduğu için pek takdir ettik. Bir bakıma, çocuklarımızın yabancı dilden bir şarkıyı hiç de fena olmayan biçimde seslendirmesi gibi bizi sadece memnun eden, eğlendiren bir durum bu.
Tamam diyelim ki, dünyanın öbür ucundan gelmiş birkaç çocuğun “kolbastı” adıyla anılan nevzuhur yeni bir folklorik dansı pek güzel becermelerin seyri de hoş, bize eğlenceli dakikalar geçirten bir “buluş”.
Bu ve benzer gösterileri izlemeye, hoş vakit geçirmeye, hoş bir seyre herkes gibi ben de varım. Ama iş burada bitmiyor ki! O küçücük Kongolulara İstiklal Marşı'nın 10 kıtasını ezberletmek de nereden çıktı; kimin aklından çıktı? Oldu olacak “minikler” salonu selamlama faslında göğüslerinden Türk bayrağını çıkartıp “Ne Mutlu Türküm” diye de seslenselerdi.
150'yi aşkın ülkeden davet edilen çocuklarla bir şenlik mi düzenliyoruz, yoksa -nihayet- Kongo'ya da uzandığımızın sevinciyle bir “Türkçe İmparatorluğu”nu mu hayal ediyoruz? “Her iş bitti, sıra Kongolu miniklere 'milli ruhumuz'u aşılamaya mı geldi?” demem bu yüzden.
Düzlemleri karıştırmamak bir gelişmişlik işareti değil midir?
Ne yapıyoruz, amacımız ne, insanları ne için heyecanlı ve duyarlı olmaya, dünyaya ne için “açılmaya” davet ediyoruz?
Hangi düzlemde düşünüyor, konuşuyor ve gayret sarf ediyoruz? “Türkçe”nin dünyada daha çok kişi tarafından konuşulan bir dil olması mı bizi ilgilendiriyor, yoksa bu dili -artık hemen herkesin tekrarladığı gibi- bir “ses bayrağı” olarak farklı kıtalarda dalgalandırmayı mı amaçlıyoruz? Yoksa bu “ses bayrağı” ile yolu açıp “Türklük”ün ne demek olduğunu Kongolu çocukların akıllarına sokmaya mı karar verdik. Belki de, “Türkçe-Türklük-Müslümanlık” gibi daha da iddialı bir hedefe yöneldik?
Aklımdan geçen şu düşünceleri de sizinle “paylaşalım”:
Yakın yüzyıllarda Batı Avrupa'nın bütün ülkelerinin vazgeçemediği “sömürgecilik”in “teorisi”ne bakılacak olursa, çoğu zaman sanıldığının aksine, bir takım “hümanist” gerekçelerin ciddi ciddi geliştirildiği gözlenir. Sömürgelere götürüleceği söylenen “medeniyet”, kapsamı çok geniş bir kavram olduğundan, yüzyıllara damgasını vuran bu pratik bayağı “hayırlı işler” yaptığı düşüncesindedir de. Sağlık, tarım hizmetleri ve de tabii ki “gelişmemiş diller”in yerini -hiç değilse bu ülkelerin seçkinleri için- “evrensel bir dil”e terk edebilmesi için -gerçekten- büyük bir “eğitim-öğretim” kampanyası, “Okullar” yani. Kara Afrika ve Mağrib'de orta ve yüksek sınıflarından gelen çocukların Batı dillerine hakimiyetini hatırlayın.
Dolayısıyla, yollara düşerken bu olguyu da unutmamak gerekiyor.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT