Türkçe beklenti
Londra'da, yıllarını dağda geçiren bir PKK'lı ile konuşuyoruz. Irak Kürtlerinden olan Renas, konuştuğu Badini Kürtçesinin arasına farkında olmadan bazı Türkçe kelimeler serpiştiriyor.
'Beklenti' diyor mesela. Beklentiyi Türkiye'deki Türkler ve Kürtler nasıl telaffuz ediyorsa öyle kullanıyor.
Kültürü her kim yaratıyorsa dildeki hakimiyet onun oluyor. Bir tür kültür emperyalizmi olarak da değerlendirilen bu durum, teknolojide daha kolay fark edilir. Teknolojiyi üreten, pazarın diline de hakimdir. Televizyon bu nedenle 'izlengeç' değil televizyondur!
'Beklenti'nin Kuzey Iraklıların dilinde Türkçe olması, tuhaf ama anlaşılmaz değil. Siyaset kendi kültürünü güçlü bir temsille yarattığında kelimeleri de ihraç eder.
Son günlerin popüler kavramı 'beklenti' özellikle gurbette yaşayan politik mülteciler için hayati bir değerde. Açılım kelimesine yaptığı mükemmel eşlik 'beklenti'nin popülerliğini, sınırın ötesine taşırmış.
Konuşurken umutsuz olduğunu bir temkin olarak ifade eden ülkesinden uzağa düşmüşlerin gözlerinin gerisindeki hüzünlü iyimserliği görmek zor değil. Yaşadıkları hasreti dindirecekleri bir yeni eşik gibi 'beklenti'. O hasretin biteceği günleri belli ki dört gözle bekliyorlar.
Bu bekleyişte gönüllerin en az zihinler kadar karışık olduğu da başka bir gerçek. Bir çiftle konuşuyorum. Yıllarca kaçak yaşadıkları İstanbul'u özlediklerini söylüyorlar. Memleket hasreti en az şehirleri Diyarbakır kadar, İstanbul hasreti demek onlar için. Belki de daha fazlası. "Eğer bir gün geri dönerseniz nerede yaşarsınız?" diye soruyorum. İkisi bir solukta 'İstanbul' diyor.
Gönüllerini bu kadar karıştıran duygunun kimliğe nasıl yansıdığını anlamaya çalışıyorum. Bütün hayatını PKK'ya vermiş o çiftin ülke ve kimlik kurgusunda İstanbul'un kapladığı hayati yerin ortak geleceğimizi nasıl belirleyeceğini düşünüyorum. Sanıyorum kimlik kendimizi tarif edişimizden çok daha karmaşık bir gerçekliği barındırıyor. Düşünün yıllarca kaçak yaşamış, cezaevinde yatmış ve bir çare olarak kendini gurbete atmış birilerinin zihninde yaşanacak yer öncelikle Güneydoğu'daki kendi şehri değil.
Ben aynı duygusal karmaşanın, yerini bir vesileyle yitirmiş yahut değiştirmiş pek çok Kürt için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Memleket sahiden neresidir?
'Ayrılığı da konuşalım' diyenlerin kolay atlamaması gereken, kategorize edilmesi zor duygular bunlar. Bu duyguların yoğunluğu her ne kadar siyaset tarafından yönlendiriliyor görünse de, asıl belirleyici olan hayatın kendi akışı. Avrupa'daki Kürtler temkinli konuşsalar da bu, beklentili olmalarına engel değil. Geçmişte yaşananlar hepsinde buruk bir tat bırakmış. Ama şu günlerde konuşulanları geçmişteki herhangi bir imkânla kıyaslamıyorlar.
Beklentinin Türkçe olması bu nedenle önemli. Türkiye'den, hükümetten, Başbakan'dan hiç söz etmedikleri kadar olumlu sıfatlarla söz ediyorlar. Eski jargon zaman zaman canlansa da, haber ajanslarında kullanılan sıfatların değişimi bu olumlu seyrin en görünen işareti gibi.
Avrupa'daki Kürtlerin sürece temkinli de olsa, bir bekleyişle yaklaşması aslında çözüme ne kadar yakın olduğumuzu gösteriyor. Kürt sorununun marjinal uçlarından birini temsil eden bu kesimi, çözümden yana tavır almaya zorlayan dinamik, Türkiye'deki Kürtlerin ihtiyaç ve beklentileridir. Bu marjinal kesimi sürece dahil eden dinamizmi yaratan Türkiye'nin oluşturmaya çalıştığı siyaset anlayışıdır. Kuzey Iraklı Kürtlerin Türkiye'yi dikkatle izlemesini de böyle okumak gerekir.
Avrupa'daki Kürtlerin radikallikten uzaklaşması, açıktır ki, politik argümanlar üzerinden değil, insani beklentiler üzerinden oluyor. Tıpkı 'nerede yaşardın' sorusuna alınan yanıt gibi. Politikanın dışındaki insani beklentilerin taşıdığı bu potansiyel muhakkak hesaba katılmalı.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT