1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Türk solunun Kürtler hakkındaki "gerçek görüşleri"
Türk solunun Kürtler hakkındaki "gerçek görüşleri"

Türk solunun Kürtler hakkındaki "gerçek görüşleri"

Yasin Aktay, Türkiye'de solun üstü örtülü Kürt düşmanlığını inceliyor.

03 Mayıs 2023 Çarşamba 10:30A+A-

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Türk solunun Kürtler hakkındaki gerçek görüşleri ve resmi görüşleri

Tarihsel olarak Türk solunun Kürt sorununa olan ilgisi aslında neresinden bakarsanız kendi ilkelerinden, vizyonundan ve programından ciddi bir sapmayı temsil eder.

Yetmişli yıllarda Kemalizm’in etkisi altındaki Türk solu zaten Kemalist ulusalcılığın bir uydusu olarak Türkiye’de Kürtlerin varlığını bile kabul etmez. İsmet Özel yetmişli yıllarda Ankara’daki sol-sosyalist çevrelerde Kürt kelimesini kullanmanın bile nasıl bir tabu olduğunu çok iyi anlatır. Öcalan’ın Ankara Siyasal’da PKK’yı kurmaya doğru gittiği süreçte ilk çatıştığı güçler sağcı veya milliyetçi güçler değil, bizatihi Türk solu olmuştur. O çevrelerde Kürt sorununu utana sıkıla ifade etmeye çalışan Öcalan’ın Türk solu çevrelerince nasıl aşağılandığı, dışlandığına dair bir sürü hatırat var. Çok ibretlik hatıralar var, burada girmeyeyim.

Ulusalcı Kemalist Türk solu için durum buyken, enternasyonalist sol için de başka bir gerekçeyle Kürt sorununun meşruiyet sorunu hep olmuştur. Neticede geride bırakılması gereken, asıl büyük kavgayı, kapitalizme karşı sınıf kavgasını gölgeleyen, onu ikincilleştiren ilkel bir yanı vardı etnik kimlik mücadelesinin.

Esasen Türkiye’de Kürt sorununun sebebi bizatihi ulusalcı Kemalist Türk solu olmuştur. Yeni bir ulusal kimlik inşa etme adına tek partili yıllarda uygulanan program Kürtleri de, Alevileri de, hatta dindar Müslümanları ve başka tüm etnik yapıları da inkar eden, baskılayan son derece katı bir politika uyguladı.

Bu arada Türkiye’de Alevilik sorununun da modern dönemdeki en önemli sebebi ve kaynağı yine Türk solu olmuştur. Çünkü Alevilik her türlü dini kimlik gibi bir dini kimlik ve kültür olarak aşılması gereken gericiliğin bir parçası olarak görülmüştür. O yüzden Alevilerin sola ilgileri veya solcuların bugün Aleviliğe duydukları ilgi, anlaşılması, çözülmesi, yüzleşilmesi gereken bir dizi ukde barındırır. Alevi’yi de Kürt’ü de inkâr eden, ona zulmeden, onun kimliğini ifade etmesini yasaklayan, inancını, dilini yasaklayan, baskılayan sol, ama bugün Türk solu bu iki kesimi siyasal amaçları için bir basamak olarak görüyor.

Bunda tabii ki Türkiye’de solun kendi iktidar hevesleri, için “devrim” hülyaları için kendi mücadele zemininin bir türlü yetmediğini görmüş olmasının bir payı var elbet. Sol’un Türkiye’de proletaryanın kurtarıcı olmadığını ve olamayacağını görmesi onu “devrim” sevdasından vazgeçirmedi, ama bu “devrim” için başka “Mesihler” aramaya sevk etti. Bunun için kendi ilkelerinden, amaçlarından vazgeçmesi gerekecekti, olsun. Aslolan iktidardı ve kendi tarihi ile özdeşleştirdiği Kemalist ulusalcılıkla ilk evliliğini yaptıktan sonra kendisini iktidarda tutacak her araca sarılmaktan geri durmadı.

Bu araçların en önemlisi darbelerdi tabii. O yollar tıkanmaya yüz tutunca Aleviler ve Kürtler, hatta mafya ve ülkenin komprador kapitalistleri, ABD, AB birer Mesih olarak umut ve ittifak kataloglarına dahil oldular.

Türkiye solunun en büyük destekçisi bugün aynı zamanda Türkiye’nin en güçlü kapitalistleridir. Buna tabii ki finans kapitalizmi dahil.

O yüzden Türkiye’de sol hiçbir zaman sınıfsal bir sorun olmadı, ezilenlerin, yoksulların talepleriyle alakası olmadı. Haa söylemlerinde o kesimler yer aldı, ama kullanılacak, lazım olduğunda kitlesel destekleri veya oylarına talip olunmak üzere.

Kürt meselesinde Türk solunun duyguları ile rasyonel yaklaşımları o yüzden çok çelişkilidir ve bu çelişkiyi geçtiğimiz günlerde Ahmet Şık’ın kamera kaydını farketmeden bir arkadaşıyla en samimi haliyle dertleşirken söylediği sözler çok iyi ifade ediyor.

Şık, belli ki Türk solundan bir arkadaşıyla konuşurken ağzına geleni söylüyor HDP’deki Kürtlere. “O kadar sert ve sekter var ki HDP tabanında” diyen kişiye Ahmet Şık, “Hâlâ var. Bak Selahattin bugün canımıza. Güya aynı ittifaktayız. Yapan da Selahattin. Selahattin’i çıkar HDP’den ortada HDP kalmıyor” diye karşılık veriyor.

Aynı kişinin “Hasip Kaplan, Sırrı Süreyya Önder’e ‘Sakın bir Türk’ü bu partinin başına geçirmeyin demiş. Böyle bir dinamik de var” demesi üzerine Şık, “Maalesef var, ben de bundan rahatsızım zaten. Yeterince Türk faşist var, bir de Kürt faşistlerle uğraşamam” diye konuşmuş.

Aslında Şık’ın burada temsil ettiği sol belki kitabi sol ve her iki tarafın faşistlerinden de şikayetçi. Ama bugünkü durumda o iki tarafın faşistlerini çıkardığında geriye ne kalıyor diye sorması gerekiyor önce. Bu ittifakın nihai amacı Kürtleri iktidara ortak etmek değil, onlara iktidara gelinceye kadar katlanmak.

Ahmet Şık orada aslında en samimi düşüncelerini ifade etmiş. Kendisi gibi Türk solu mensuplarının hissiyatına tercüman olmuş. Amma velakin olayın bir de resmi görüş boyutu var. Tam da fıkra gibi anlatılan bir anekdotta olduğu gibi.

Seksenli yıllarda Diyarbakır’ı ziyaret eden kravatlı bir avukatı gezdiren taksi şoförünün, avukatın sorularına verdiği cevaplar gibi: Şoföre şehirde durumun nasıl olduğunu sorunca şoför herkesin askerden çok memnun ve mutlu olduğunu, devletimizin teröristlerin üstesinden geldiğini ve bunun huzur ve istikrar getirdiğini anlatmış. Yolcu şoföre kendisinin Diyarbakır Cezaevi’ndeki bazı müvekkillerini ziyarete ve haklarını savunmaya gelmiş bir avukat olduğunu söyleyerek kendini tanıtınca şoförün ağzı bir anda değişmiş. Başlamış devletin baskılarından, işkencelerden bahsetmeye. Avukat şaşkınlıkla demin başka türlü konuşuyordun deyince “haklısınız ama o benim resmi görüşümdü, bu da benim samimi görüşüm” diyerek cevaplamış.

Tabii resmi görüş ile sahici görüş arasındaki mesafe bir siyasette samimiyet ve dürüstlük düzeyinin de ifadesidir.

Alevilere, Kürtlere ve hatta dindar Müslümanlara konuşurken resmi görüş ile gerçek görüş arasında oluşan mesafelere bugün millet ittifakında açıkça ve en çarpıcı biçimde şahit oluyoruz. Canan Kaftancıoğlu’nun geçtiğimiz günlerde medyaya yansıyan itirafı da başka bir dizi örnek de var ortada.

Bu bir tarz-ı siyaset ve geçmişte neler yaptığına çokça, en acı biçimde yaşayarak şahit olduğumuz bir tarz-ı siyaset.

Köprüyü geçinceye kadar kim kimi idare edecek? Köprüden sonra hesaplar nasıl görülecek? Kime ilk kavşakta gerçek görüşler ifşa edilip gerçek tavırlar sergilenecek? Tahmin etmekte hiç zorlanmıyoruz elbet.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum