Türk sekülerinin nefret objesi: Suriyeliler
Ali Osman Aydın, Türkiye'de yükselen ırkçılığın dünyadaki ırkçılıktan farklı olmadığının hepsinin aynı zulüm sisteminin yansımaları olduğunu ifade ediyor.
Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Nefreti akıllarından büyük manipülatörler
Fatih Altaylı kadınların üniversite okumasının yasaklandığı Afganistan’ı öne sürerek “gerçek şeriat budur, kadınlarımızın aklında bulunsun” demiş.
Eğer herhangi bir “uygulama” o dünya görüşünün kendisini temsil ediyorsa, biz de pekala cumhuriyetin diktatörlüğe dayanan ve halk iradesiyle, insan haklarıyla alakası olmayan despotik bir sistem olduğunu söyleyebiliriz.
“Ulaşmak istediği hedefler için referanduma gidip halkın fikrini almayı cehalet değil hıyanet kabul eden” cumhurbaşkanının ilan ettiği bir sistem gerçek bir cumhuriyet olabilir mi? “Halka dayanmayan, kadro hareketi bile olmayan, yalnızca liderin kişiliğine bağlı olan bir rejim” cumhuriyet sayılabilir mi?
Parlamento var ama muhalif parti yok. Çünkü bakanlar kurulu kararıyla kapatıyorsunuz. Seçim yapıyorsunuz ve bir denemeyi saymazsanız tek başınıza giriyorsunuz. İkili eğitimi tekli hale getiriyoruz diyorsunuz ama eğitimlerden dini olanı aşama aşama ortadan kaldırıyorsunuz. Temyiz aşaması olmayan, içinde hukukçu bulunmayan, hukuki ve ahlaki temeli de olmayan üst mahkemeler kurup muhaliflerinizi idam ediyorsunuz. Halkın giyim kuşamına devlet eliyle müdahale ediyor... Halkın bir kesiminin inançlarını devlet eliyle aşağılıyor, Kürtlerin kimliğini yok sayıyor, Türk musikisini yasaklıyor, tarihi devlet eliyle çarpıtarak mantığın, rasyonelliğin, bilimselliğin lafta olduğunu ispatlıyorsunuz.
Bu uygulamaları da 100 yıldır “cumhuriyet” diye pazarlıyorsunuz.
Hayır, ne Afganistan’daki uygulama gerçek şeriat, ne de Türkiye’de kurulan gerçek bir cumhuriyet.
Ne din adına kadına saygısızlık yapılmasını, ne de cumhuriyet adı altında dikta kurulmasını kabul ederiz. Şeriat da, cumhuriyet de tabela ile olmaz.
Altaylı her ikisiyle ilgili de işine geldiği gibi konuşuyor. Bir adamın nefreti zekasından büyük olursa aklına göre değil nefretine göre konuşmaya başlar. Ve ancak kendisi gibi ideolojik nefretten gözleri kör olanları kandırabilir.
Hem başörtülü kadınların eğitim hakkını gasp eden bir cumhuriyeti, başörtüsü yasaklarının sembol isimlerinden Kemal Alemdaroğlu’nun tekrar rektörlüğe seçilmesi için çırpınan bir kişinin kadınlara şeriatı kötülemesi komik bile değil. “Sen kendi despotik ‘cumhuriyetine’ bak” demezler mi adama! Deseler ne olur ki, utanmadıktan sonra!
Otobüste dehşet
Muhammed Ali 1960 Roma olimpiyatlarını kazandıktan sonra ülkesine döndüğünde gittiği bir restorantta alışılageldiği gibi siyahi olduğu için kendisine yemek verilmemişti. Şampiyon olmasının bir Amerikalı için hiçbir önemi yoktu. Çünkü siyahtı. Ali o gün restoran çıkışında motorlu beyazlar tarafından takip edilmiş, ölümden dönmüş ve artık anlamı olmayan şampiyonluk kemerini çıkarıp Ohio nehrinin sularına atmıştı.
Bu olay Ali’nin başına geldiğinde siyahilerin evlerini yakan, erkeklerini öldüren, kadınlarına tecavüz eden, onları tekrar köle haline getirmek isteyen Klu Klax Klan örgütünün kuruluşunun üzerinden yüz yıldan fazla zaman geçmişti (24 Aralık 1865). Ali’nin bütün spor kariyeri bir anlamda bu ırkçılıkla mücadele içinde geçti. Beyaz Amerika Ali’yi yenmesi için defalarca üzerine kendi ırkından boksörleri üzerine saldı. Ali her defasında gerçek rakibinin Frazier ya da Foreman olmadığını, Beyaz Sarayda oturan senatörler olduğunu söyledi. Irkçılık bugün hala Amerika’da can almaya, insan ilişkilerinde eşitsizlikler yaratmaya ve hayatı olumsuz etkilemeye devam ediyor.
****
Irkçılık ciddi ve önü alınması gereken bir hastalık. Ülkemizde de sürekli yükseliyor. Çünkü Ümit Özdağ gibi siyasetçiler ve faşist sekülerler bilinçli bir şekilde bu yarayı kaşıyorlar.
Fakat ülkemizdeki ırkçı saldırganlık bütün etnisitelere dönük olamayacak kadar namussuz ve korkak. Mesela İngilizlere, Amerikalılara, Fransızlara dönük olamaz. Irkçımız İngiliz’in at arabasındaki beygir olmayı iftihar addeder ama bir Arap karşısında kudurarak sivri dişli, ağzı salyalı bir sırtlana dönüşür. Çünkü ırkçımız sahibini de avını da iyi tanır.
Son vahşi örneğini İzmir’de gördük. Suriyeli üç kadın ve çocuklarına saldırıldıktan sonra onları otobüsten indirdiler. En kötüsü de şoka girerek ağlayan çocuklara bakarak da “ohh” çektiler. Üç yavrusu barajda boğulmuş bir Suriyeli annenin feryat ettiği videonun altına da “ ohh canımıza değsin, eksi üç” yazmışlardı.
Irkçılık sadece bir hastalık değil, aynı zamanda çok alçakça bir hastalık. O kadar alçak ki kadın ve çocuklara bile saldırabiliyor.
Türk sekülerinin nefretinin objesi şimdilik Araplar. Araplar yokken İslamcılara, Kürtlere aynı muameleyi yapıyorlardı. İnsan yerine koymuyorlardı. Aslında Kürt diye bir ırk yok diye Kürt çocuklarını asimile etmeye çalışıyorlardı. ‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinden askere alınanlara silah verilmiyor, yol inşaatlarında çalıştırıyorlardı.’
“Etnik Kürtlerin çoğunluk oluşturduğu vilayetlere fabrika ve yol yapılması bizzat Mareşal Fevzi Çakmak’ın güvenlik paranoyaları nedeniyle engelleniyordu mesela. Doğudaki okul sayısı cumhuriyet döneminde Osmanlı dönemindekinin çok gerisinde kalmıştı” inkar ve asimilasyon politikaları tam gaz devam etmişti.
Cumhuriyet’in kısa tarihi bir zora dayalı asimilasyon tarihidir. Cumhuriyet, küçük bir elitinki hariç halkın bütün “kimlikleriyle”, inançlarıyla, kültürleriyle kavgalı olarak doğmuştur. Kana dayalı ırkçılık politikası güden Tek Parti hükümetleri tarafından her ırkı, her kültürü, azınlık ve çoğunluğu ırkçı asimilasyona tabi tutmak için seferberlik ilan edilmiştir.
Türk seküler ırkçısı bu tarz siyasetin çocuğudur.
Yarın Suriyeliler gitsin bu sefer Kürtlere, İslamcılara saldırmaya yeniden başlar. (Zaten saldırıyorlar da bu arada) onlarla işi bitince fakirlere saldırır...
Kendi gibi seçilmiş, üstün (!) olmayan her topluluğa durmaksızın saldırır. Dolayısıyla kendi ırkını bütün ırklardan üstün gören bu insanlarla mantıklı argümanlar kullanarak anlaşılamaz. Bu adam hastadır. Bunları tımar etmek gerekir. Irkçılığın dünyaya maliyeti çok büyük olmuştur. Irkçılık adına on milyonlarca insanın kanı dökülmüştür.
Dua edelim de bizde olduğu gibi dünyanın Türklerin yaşadığı yerlerinde ırkçılık yükselmesin. Dünyanın her yerinde yaşayan milyonlarca Türk var. Sadece Almanya da üç milyon... Almanların senden çok mu hoşlandığını sanıyorsun? Milletin eli armut toplamıyor değil mi?
Not: İlk yazıdaki tırnak içine alınmış bölümler Prof. Dr. Ergün Aybars’ın İstiklal Mahkemeleri kitabından. İkinci yazıdaki tırnak içine alınmış bölümler ise Ahmet Yıldız’ın “Ne Mutlu Türküm Diyebilene”, Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları (1919-1938) kitabından alınmıştır.
HABERE YORUM KAT