Türk arkadaş, Kürt arkadaş
'Sabah'ı andık, sabah sabah golü yedik. İlk mesaj, Salih Tuna'dan geldi. 'Yanlış hatırlamıyorsam Nubihar çıkmaya devam ediyor.'
Sonra Hediyetullah Aydeniz'den bir e-posta. Hediyetullah Bey'e, bu hatayı kendi noksanlığıma verdiğimi yazdım. Ama, Nubihar'daki arkadaşlar, Nubihar'ın ortalıkta görünmeyişini, konuşulmuyor olmasını, sadece benim noksanlığıma vermeseler iyi olur.
Ardından bir başka 'Kürt arkadaş'ın, Ercüment Yıldırım'ın dostane bir üslupla yazdığı mektup.
Bu dostları 'uzakta' görmüyorum. Kendimi anlamaya uğraştığım kadar, bu dostları da anlamaya çalışıyorum.
Diyor ki Yıldırım, "Sabah Kara İstanbul'da, Nubihar Dergisi de çıkmaya devam ediyor."
Sabah'ın İstanbul'da olduğunu bilmiyordum. Doğruysa, sevindim.
Devam ediyor:
"Sabah Kara Yeni Şafak'ta Kürtçe edebiyat yazıları yazsa ne güzel olurdu. Siz de elinizi taşın altına koymuş olurdunuz yani."
Bu da güzel. Düşünülebilir.
Ama şu son cümle...
"Konjonktür buna uygun değil diyorsanız daha çok kişi ölmeye devam edecek demektir."
Bu mudur Kürt sorunu?
Kürtlerin, kendi dillerini özgürce konuşabilmelerini istememin bir anlamı yok. Kendi dillerini öğrenmelerini istememin bir anlamı yok.
Kürtçe çıkan bir dergi hakkında müspet fikirler taşımamın, bu fikirleri beyan etmemin bir anlamı yok.
Ana dilde eğitim konusunda bağnaz davranmamamın, 'keşke insanların algıları makul bir şekle girse de, toplum, mesela İsviçre'deki gibi, dil farklılıklarını daha iyi tolere edebilse' diye düşünmemin bir anlamı yok.
Ya ne?
"Konjonktür buna uygun değil diyorsanız daha çok kişi ölmeye devam edecek demektir."
Farzedelim, Yeni Şafak'ta Kürtçe yazı yazılmasını Kürt sorununun çözümü açısından zaruri görmüyorum.
Ne olacak şimdi?
"Daha çok kişi ölmeye devam edecek."
Bu yaklaşımı, Ercüment Bey'in enine boyuna düşünüp sergilediği bir yaklaşım olarak görmüyorum. Yani sözüm Ercüment Bey'e değil. Cümlenin altını biraz fazla çizmiş de olabilirim. Ama sorma ihtiyacı hissediyorum. Bu mudur Kürt sorunu?
Eğer buysa, 'Kürt sorunu'nu 'Terör sorunu'na indirgemek isteyenlere söylenecek söz kalmaz.
Bana göre, Kürt sorunu bu değil. Bu olmamalı.
Kürt sorununun çözümü, Kürtler de dahil, bu ülkede yaşayan etnik veya dini veya sınıfsal bütün unsurların mutlu olmasını, herhangi bir ayrıma, eziyete maruz kalmamasını istemekle başlar diye düşünüyorum.
Herkesi, bu ülkenin asli unsuru, sahibi görmekle...
Kendi dilini konuşan bir insanı görünce surat ekşitmek yerine, 'işte ne güzel, kendi ülkesinde kendi dilini konuşuyor' diyebilmekle; sadece o dili konuşan insan adına değil, kendi adına da sevinmekle başlar diye düşünüyorum.
Beni fazla müsamahakar bulanlar olabilir. Ben bu tutumumu müsamakarlık olarak bile görmüyorum. Bu imkanın bir lütuf olarak gösterilmesinden hoşlanmıyorum.
Peki yalan mı söylüyor Ercüment Yıldırım?
Hayır. Ne yazık ki doğru söylüyor.
Ne yazık ki, futboldaki 'doldur-boşalt' gibi, Kürt sorununu da 'Ya herru ya merru' düzeyine indirmek isteyenlerin sesi daha çok çıkıyor. Ve 'virüs' yayılmaya devam ediyor.
Bazı arkadaşlarım 'Kürt arkadaş' oldu.
Ben, bazı arkadaşlarımın gözünde 'Türk arkadaş' oldum.
Böyle bir şey bizim geleneğimizde yoktu.
Şimdi var.
Biz, 'ne kadar Türk olursak o kadar iyi' diye hiç düşünmedik. Ama 'ne kadar Kürt olursak o kadar iyi' diye düşünülen zeminleri tercih eden arkadaşlarımız oldu.
Bu tercihe de bir diyeceğim yok.
İnsanın Dört Zindanı'nı okuduk. Herkes kendini çevreleyen duvarları aşmak istemeyebilir. İstese de aşamayabilir.
Ben şunu göstermek istiyorum, Türk ve Kürt 'arkadaş'lara.
Türk olmakla Türkçü olmak, aynı şey değildir.
Kürt olmakla Kürtçü olmak da aynı şey değildir.
Türk olmayı sevebilirim. Ama Türkçü olmak istemem.
Birinin Kürt olmasını da sevebilirim. Ama birinin Kürtçü olmasını istemem.
Peki ya olursa, ya olduysa?
Kendi tercihi. Başkalarına zarar vermediği sürece, kim olmak istiyorsa o olsun.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT