Turistik marka olarak Castro
Bir zamanlar hemen her türden sol gençliğin idolü olan Fidel Castro, artık yaşayan nostaljik bir figür haline geldi. Soğuk Savaş döneminde Amerika'ya kafa tutan Castro, ilerleyen yaşına rağmen hala tartışmasız lider. Kurduğu sistem ne kadar sosyalisttir tartışılsa da resmen sosyalizmin egemen olduğu nadir ülkelerden biri Küba.
Devrimci romantizmiyle dünyanın dört bir tarafında kitleleri heyecanlandıran Castro artık turizm endüstrisini daha çok heyecanlandırıyor. Dünkü Yeni Şafak'taki haber bu açıdan hayli ilginçti. "Castro ölmeden Küba'yı görün" sloganıyla turlar düzenleyen turizm şirketleri, son kez halkın karşısına çıkma ihtimalini kışkırtarak müşteri topluyormuş. İlerleyen yaşına ve bozulan sağlığına bakarak Castro sevenlere hayırlı bir hizmet olarak da düşünülebilir. Ne de olsa yaşayan son devrimcinin son devrim konuşmasına tanıklık etmek isteyenlere kolaylık sağlıyor turizm firmaları.
Durum bu kadar basit ve duygusal değil tabii ki. Turizm endüstrisinin bir tüketim malzemesi haline gelen Küba devrimi ve onun yaşayan liderinden söz ediyoruz.
Ülkemizde turizm gelirleri adı altında 'turistik sömürgecilik' modelinin işlemeye başladığını hatırlatan durum söz konusu. Benzer biçimde, Küba ve Castro nostaljisini tüketmek ve bunu kazanca dönüştürmekten hiç çekinmeyen kapitalizmin son hamlesini sosyalizme hizmet olarak okumak isteyenler çıkabilir. Bir devrim liderinin metalaşması, kendi iradesi dışında, birilerinin (sermayenin) "ziyaret turu" düzenlemesinden dolayı ayıplanamayacağı şeklinde karşı tez de ileri sürülebilir.
Burada Küba rejiminin arkaik ve eski devrimcinin fosilleşmiş görülmesinden daha derin bir sorunla karşı karşıyayız.
Devrimin en canlı olduğu dönemde, devrimci popüler kültürün bir unsuru haline getirilen Castro, Che efsanelerinin içeriği ile sorgulama yapmadan bugün yaşlı liderin içine düştüğü durum anlaşılamaz sanırım. Amerikanın burnunun dibinde, el kadar bir adada eşitlik, demokrasi, paylaşım gibi sosyalizm ideallerinin temellendirildiği, antiemperyalizmin ileri karakolu bir Küba efsanesi ve onun 'puro tüttüren' siyah sakallı liderinden bahsederken bunun gerçeklik ihtimalini kimse sorgulamadı.
Bir kere, Amerikan karşıtı devrimci lider olarak batıda popüler kültürün parçası haline getirilen sembollerin o zaman da tüketim aracı haline getirildiğini söylemeye gerek yok. Ancak stratejik olarak, radikal biçimde Amerikan değerlerini ve gücünü sarsacak liderler yerine devrimci romantizmi pompalayacak unsurları öne çıkarmakta çok başarılı oldu kültür endüstrisi.
Castro'nun ahir ömründe düştüğü durum ise bizzat sosyalizm özlemleri içindeki insanların çelişkileriyle yakından alakalı. Kırk yıldır saltanat koltuğunu kimseye devretmeyen bir lider ve dünyaya kapattığı halkının gelecek üç beş turistten rehberlik karşılığı elde edeceği paraya muhtaç ülkesinden bahsediyoruz. Demokrasi ve halk eğemenliğinden söz edilen bir ütopyanın yaşayan son örneğinin yarım yüzyıla yakın bir süre iktidarda olmasının çelişkisi ortada.
1 Mayıs'ta Castro'nun binlerce kişiye bir kez daha hitabına tanık olmak isteyenler nostaljiden daha anlamlı bir sistem arayışlarının olup olmadığı sorusunu kendi kendilerine sormaları gerekir.
Ne yazık ki puro tüttüren, kıvırcık sakallı devrimci pozları verecek liderler yok. İhtiyar Castro ile idare edelim demek durumunda kalmanın anlamını düşünmek zorunda dünya solu.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT