Tunus Mısır'ın deneme tahtası mıydı?
Tunus'ta halk ayaklanması ya da kitlesel gösteriler başladığında gündeme gelen soru şuydu: Bu olaylar Arap dünyasında domino etkisi yapabilir mi? Gerek sosyolojik gerçekleri gerekse stratejik önemleri farklı olan geniş bir coğrafyayı renk körlüğü içinde analiz etmek indirgemeci yaklaşımlara kapı açar. Bununla birlikte tüm çeşitliliklerine rağmen Arap dünyasında otoriter rejimlerin işbaşında olması ortak payda sayılabilir.
Tunus'taki gösteriler daha siyasal sonuç almadan Mısır'da halkın görülmemiş bir kalabalıkla meydanlara dökülmesi, "domino etkisi" teorisini tekrar gündeme getirdi. Henüz gelişmelerin başında geleceğe yönelik yapılacak her yorumda hata payı yüksek olacaktır.
Tunus ve Mısır'ın olayların başlangıç aşamasında alışılmış devlet refleksleriyle gösterileri önlemeye çalışmaması iki aktör arasındaki ortak payda. En baskıcı yönetimlerden birine sahip Tunus'ta görece yumuşak davranılması, kitlelerin üstüne ateş açılmaması mesela, dengelerin değişmekte olduğunun göstergesi. Dahası hapishanelerden resmi açıklamalara göre 11 bin kişinin kaçması, yaklaşık 2500 kişinin de resmen salıverilmesi siyasal değişimin bence en önemli işaretlerinden biri sayılmalı. Ancak İslamcı mahkumların af kapsamı dışında tutulmuş olması muhtemel "özgürleşmenin sınırları"nı tespit açısından önemle not edilmeli. Tüm bunları alt alta koyduğumuzda ve Bin Ali'nin gösteriler başlar başlamaz yurt dışına kaçması/kaçırılması da göstericilerin gücünü aşan başka faktörlerin de denkleme dahil olduğunu gösterir.
Benzer bir sürecin Mısır'da da yaşandığı izlenimini veren gösteriler Kahire'de patlak verdi. Haberler, 1977'deki 'ekmek isyanı'ndan bu yana en kalabalık gösteri olduğu yönünde. En küçük gösteriyi kendine özgü yöntemlerle bastıran Mısır polisi nedense bu sefer nerdeyse müdahale etmedi.
Hemen belirtmek gerekir; Mısır konumu, stratejisi, sosyolojik özellikleri, demografisi, siyasal yapısıyla bir Tunus değil; belki özellikleri itibariyle Tunus'u da içine alan merkezi bir ülke.
Mısır'da değil rejim değişikliği sistem içi değişimlerde bile iç dengelerden çok dış müdahalelerin etkili olan, "küresel aktörler" açısından kendi başına bırakılamayacak kadar önemli bir ülke. Hele hele İsrail faktörü düşünülmeden sistemik değişimlerin gerçekleşmesi şu an için mümkün değil.
Tunus'taki eylemlerde gözler En-nahda Hareketi'ne, sürgündeki lider Raşid Gannuşi'ye çevrilmişti. Mısır'da da ister istemez sistemin kadim rakibi (düşmanı demek daha doğru) İhvan-ı Müslimin'e çevrilmiş durumda. Her iki hareket de en organize halk hareketi.
Ne var ki her iki halk gösterisinde de bunlar ön planda değil, yahut ön planda göstermemeye çaba gösteriyorlar.
Gannuşi'nin ve En-nahda sözcülerinin açıklamalarını dinlediğimde; Amerikalı neoconların, Batılı kamuoyunun "İslamcı" lider ve hareketlerden neden korktuklarını sormadan edemedim kendi kendime. İslamcı talepleri kültürel alana sıkıştırmış, temel iddiaları geri çekilmiş bir "İslamcılık"la karşı karşıyayız.
Mısır örneğinde de kitlesel gösterilerin öncülüğünde El-baradey ve 6 Nisan Hareketi gibi unsurlar öne çıkıyor. Her iki ülkedeki gösterilerin ortak noktası toplumun tüm kesimlerinin adeta patlama noktasına gelerek siyasal değişimden yana sokaklara dökülmüş olması. Gerçi Mısır'daki sürecin nasıl gelişeceği, Tunus'un nereye evrileceği henüz net olmamakla birlikte taşların yerinden oynadığı söylenebilir.
Kitlelerin siyasal ve ekonomik yoksunluk ve yoksullukları karşısında meydanlara inmelerini dış faktörlere bağlamak tam bir komploculuk olur. Kitleler her fırsatta ayaklandılar ve her seferinde de kanla bastırıldılar. Bu kez farklı olan, sistemin buna verdiği cevabın şekli. Mısır'da, İhvan ağırlığını dengelemek, hatta muhtemel toplumsal hareketleri baştan provoke etmek için öne çıkarılan bazı selefî hareketlerin El-baradey için ölüm fetvası verdiklerini not etmekte yarar var. Benzer biçimde En-nahda'yı dengelemek için Tunus'ta da bazı marjinal unsurların belli sınırlar içinde önleri açılmıştı.
Tunus'tan başlayıp Mısır'da uç veren, Lübnan'ı sarsan gelişmelerde gelinen noktada; gerçek talepleri olan kitleleri küresel stratejilere uyumlu bir dönüşüme razı etmeye yönelik müdahalelerin devrede olduğunu belirtmek zorundayız. Eski tip dikta ve baskı yöntemlerinin kullanım tarihinin dolmuş olduğu, bu modelle toplumların daha fazla idare edilemeyeceği gerçeği ortaya çıkmıştır. Kitleler neoliberal politikalara biraz özgürlük sosu eklenmiş bayat bir demokrasi modeli ile ikna edilmek isteniyor.
Kitle hareketleri her zaman manipüle edilemezler; bu doğru. Ancak kitle hareketlerine yön veren örgütsel ağlar, liderlikler zihinsel olarak dönüşmüşse kanalize etmek çok daha kolay olacaktır. Tunus'taki İslamcıların söylemi buna bir örnektir.
Son bir not: Büyük Ortadoğu projesini uzakta arayanların projenin Arap dünyasında uç verdiği modellerine bakarak yeniden düşünmelerini salık veririm.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT