Tüketim toplumunda, Demirel, Erbakan, Cindoruk niçin 'tüketilemiyor'?
Bundan yanılmıyorsam yaklaşık 30 yıl önce bir televizyon reklamı, 'Eskimiş çoraplarınızı atın, atın!' sloganı ile yeni bir ürünü piyasaya sürüyordu. Bu slogan, bana göre elbet, tüketim toplumunun ne demeye geldiğini veciz bir biçimde özetliyordu.
Gerçekten de tüketim toplumu, budur: Bizden, hem gerçek hem de mecazî anlamda 'eskimiş' ne varsa hepsini çöpe atmamızı ve 'yeni'leri satın almamızı buyurur. Gerçek ve mecazî anlamda dedim:-sebebi şu: Tüketim toplumu, sadece gerçek anlamda eskimiş, fersudeleşmiş, kullanılamaz hale gelmiş olan eşyalarımızın değil, 'moda'ya uymadığı için mecazî anlamda 'eskimiş' ya da 'modası geçmiş' olanın da çöp kutusuna atılmasını dayatır. Jean Baudrillard'ın 'La Société de Consommation' ('Tüketim Toplumu') adlı kitabındaki o müthiş tespitle söylersem, Tüketim Toplumu, bir 'Çöp Bidonu Uygarlığı'dır ('Civilisation" w:st="on">La Civilisation de la Pubelle')!
Tüketim toplumu, nesneler üzerinden olduğu kadar insanlar üzerinden de hayata geçiriliyor. Tüketim toplumuyla birlikte, Gerontokrasi'nin ('Yaşlılar İktidarı'nın) da sonu gelmiş görünüyor sanki. Üretim, ağırlıklı olarak genç insanlara, daha doğru bir deyişle, genç bedenlere yöneliyor. 'Denemeler' kitabımdaki 'Genç Bedenler' başlıklı yazımda 'Çağımızda giysiler, yeni bir bedeni imliyorlar: Genç bedeni...' diye yazmıştım; 'giysiler genç bedenler için üretilmeye başlayınca, ince bedenler için üretilmiş oluyorlar' diye ilâve ederek.
İlginç olan, Türkiye'de, tüketim toplumunun, hayatın, sanat dışında bütün kesitlerinde, yaşlılığın iktidarını tasfiye ederken, siyasetin hâlâ Gerontokratik bir yapı göstermesidir. Bugün Süleyman Demirel'in, Necmeddin Erbakan'ın, Hüsameddin Cindoruk'un hâlâ politik aktörler olarak önde görünüyor olmalarını yadırgamamak mümkün değildir.
Tüketim toplumunun, mecazî anlamda eskimemiş, eskimesi de söz konusu olmayan büyük romancılarımızı, mesela bir Kemal Tahir'i, bir Yakup Kadri'yi, bir Orhan Kemal'i değil, gerçek anlamda, yani yaşça genç romancıları öne çıkarıyor olması, 'eskiler'in tasfiye edildikleri anlamına gelmiyor. Tıpkı, bugünün genç bir şairinin mesela Ahmet Haşim'i tasfiye etmiş sayılamayacağı gibi... Sanatta, tasfiye sözkonusu değildir çünkü... Sanatta tasfiyeyi zaman yapar, moda değil!
Siyasette ise, modası geçmek'le eskimek, bir başka deyişle mecazen ve gerçek anlamda 'eskimek', aynı anlama gelir.
'Eskiye rağbet olsaydı Bitpazarı'na nur yağardı!' Bu söz, sanatla siyaset arasındaki farkı göstermek bakımından önemlidir. Eski'ye rağbet, sanatta hiçbir zaman gündemden düşmemiştir. Sanat, eğer gerçekten bir değer taşıyorsa, asla zamanaşımına uğramaz. Klasikleri düşünelim: Nurullah Ataç, klasik-olan'ı, zamana karşı koymakla ilişkilendirir. Klasik, zamanın yıpratamadığı, eskitemediğidir elbet...
Türk toplumu bir tüketim toplumu. Peki ama bir tüketim toplumunda, sanat dışında her şey tüketiliyor, eskimiş çoraplar gibi atılıyorsa siyasetçiler, Demirel, Erbakan, Cindoruk niçin 'tüketilemiyor?' Bu, Osmanlı'dan bu yana iktidarın, tıpkı I. Ahmed'den sonra tahta çıkmanın 'ekber evlat'a göre belirlenmiş olması kuralının ideolojik bir devamı mıdır? Bilemiyorum.
Sebep ne olursa olsun, siyasette geleneksel Gerontokrasiyi aşamadığımız anlaşılıyor.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT