Tükenişin İlanı mı, Devrimci Mücadele mi?
Dilin alabildiğine keskinleşip saldırganlaşması meşruiyete dayanan güce işaret etmez. Tersine önce meşruiyet sonra da siyasal, sosyal, iktisadi alanlarda hızlanan aşınma en çok kendisini kullanılan dilde gösterir. Ancak özellikle siyasal bir mücadelede kelime ve kavramların olağan dışı bir şekilde keskinleşmesi, haber ve yorum dilinde saldırganlık dozajının aşırı bir biçimde artması hiçbir zaman hayra yorulmaz.
Mesela önce Dolmabahçe Sarayı’nda sonra da Sultanahmet’te gerçekleştirilen ‘devrimci-sol’ eylemler vesilesiyle kullanılan haber ve yorum dili beklendiği üzere yine aşırı ve çarpık yorumlara kapı araladı. Gezi Parkı süreci, PKK-HDP’nin 6-8 Ekim provokasyonları ve Cizre’de gerçekleştirdikleri saldırılar gibi DHKP/C’nin giriştiği bu eylemler de birileri için ümit ışığı oldu adeta. Makul ve meşru zeminlerde sonuç alamayanların akıldışı ve gayrı meşru zeminlerden medet ummasına hatta bel bağlamasına şaşmamak gerek.
Bombalı İkna Stratejisi
Toplumu ve siyasal iradeyi bu türden eylem ve etkinliklerle ipotek altında tutmak mümkün mü? Bir parktaki 12 ağacın kaderiyle toplum kendi kaderini eşitler mi? Kobani’deki savaşın kendi ülke ve toplumuna PKK-HDP kadroları marifetiyle kesintisiz bir sabotaj ve cinayet teamülü olarak işletilmesine kim razı olur ki? Herhangi bir polis kontrol noktasına silahlı-bombalı saldırı yapan Dev-Sol militanlarının vadettiği sosyalist dünyaya aklı başında bir insan meftun olur ve bu saflara katılır mı?
Devrimci mücadele denilen sürecin serseri bir mayına döndüğünden kimin şüphesi var? Kendilerini devrimci kadrolar olarak lanse edenler halen Kemalist oligarşinin bekası adına eylem ve etkinlikler tertiplediğine işte hep birlikte şahit oluyoruz. Suriye’deki Baas rejimiyle hem moral ve propaganda hem de eylem ve cinayetler işleyerek dayanışan ideoloji ve kadroların insanlığa zerre miktarı katkısı olabilir mi?
Eylem yapan, devrim isteyen, mağdur edilmiş, hakları gasp edilmiş insanları anlamaya çalışalım elbette. Empati yapmak, bu eylemlere yönelen insanların duygularını anlamak hepimizin önceliği olmalı. Basit bir lanetleme, sloganik bir suçlama çözümsüzlüğü besler tabii ki. Ancak mevcut işleyişin çıkmaz sokak olduğunu, hedeflerin insanlığa karşı büyük suçlar işlemek manasına geldiğini ısrarla vurgulamak sorumluluğundan da kimse müstesna değil.
Toplumun hangi kesimi bir hakkın müdafaası veya özgürlükler talebinden mahrum ediliyor mevcut siyasi tabloda? Basitleştirilmiş ve nefret duygularıyla şişirilmiş bildirilerde ne adam gibi bir tahlil var ne de elde edilmek istenen insani bir sonuç var. Şantajla, tehditle ve daha da ileri gidip yakıp yıkma, tarayıp bombalama stratejisiyle ayakta kalma mücadelesi veren ideoloji ve kadroları sadece siyasal irade değil ondan önce toplumsal irade tasfiye ediyor.
Y Kuşağı ve Feda Savaşçıları
Enteresan olan PKK’nın siyasal ve toplumsal işleyişi sabote edecek eylemler yapması için gece gündüz “dua ve temenni benzeri analizler” yapan çevreler o kadar etkili olamasa da Alevi ve silahlı sol örgütlerden de medet umuyorlar. İnşa edecekleri bir şey yok. Kendi dar çevrelerinden başka ikna edecekleri geniş toplumsal kesimlerden mahrumlar. AB ve ABD kamuoyunda kazanıyorlar ama seçimlerde hep kaybediyorlar. Kendilerini ve çocuklarını kem gözlerden bile sakınıyorlar ama silahlı devrimci mücadelenin saldırı ve zararlarını pek de sorun etmiyorlar. Şiddet merkezli saldırıların, cinayetlerin ‘dinci iktidarı’ yıpratanını çok seviyor ve bu türden aksiyonlara hep selam duruyorlar.
Sol-sosyalizm idealler adına ‘devrimci mücadele’ denilen söylem, yöntem ve örgütlenme biçiminin mevcut işleyişte ne ahlaki ne de siyasal-toplumsal bir meşruiyeti kalmıştır. Sosyalist siyaset bölgedeki despotik iktidar sınıflarına tetikçilik ve taşeronluk yapmaktan öteye geçebilecek hiçbir vasfa sahip değildir. Özellikle sol-sosyalist literatürü şekillendiren “devrimci kadrolar, faşizme karşı mücadele” vb. sloganlar çirkin birer maske olmak dışında hiçbir anlam ifade etmiyor. Orada burada rast gele polis öldürmenin faşizme karşı mücadele ya da devrim için savaş olduğu söylemi çirkin bir kara propagandadan ibarettir.
“Devrimci şiddet”ten nemalananlar ise sadece örgüt kadroları olmuyor ne yazık ki! Bugün çok daha net olarak görülüyor ki; Kemalist iktidar sınıflarının medya, sanat, akademi, siyaset ve sermayedeki temsilcileri de bu kör şiddetten nemalanmakta ve güç devşirmenin imkanlarını aramaktadır. Ulusalcı-Kemalist Y Kuşağı’na ve şehirleri molotoflayan Kürt gençliğine sıkı sıkıya sarılanların, yetiştirdiği feda savaşçılarıyla Erdoğan-Davutoğlu iktidarını ‘sarsan’ devrimci-sol’a da empati ve sempati yapması doğaldır. Askerlerden, Özel Harp Dairesi’nden umut tükendi nasılsa.
YAZIYA YORUM KAT