Tuhaf solculuk
Tarhan Erdem, Neşe Düzel’le yaptığı o harikulade konuşmada herkesin bildiği bir durumu, çok net ve unutulmaz bir şekilde formüle etmiş.
“Bu ülkede kişisel özgürlüklerden yana olanlar, siyasi özgürlüklerden yana değil.”
Kadın erkek eşitliğini savunan, kadın haklarına saygılı, bireysel yaşamın sınırlanamayacağına inanan bu insanlar, düşünce ve inanç özgürlüğüne karşı çıkıyor.
“İnsanlar özgürce yaşasın ama düşüncelerini ve inançlarını özgürce açıklamasınlar” diyen bir tuhaflık.
Batı kültürüne uygun bir yaşam biçimini savunan ve böyle bir yaşama biçiminin bu ülkede demokrasiyle olamayacağına inanan bir insan türü.
Dans etme ve içki içme özgürlüklerini ancak askerî darbelerle güvence altına alacaklarını düşünüyorlar.
Üstelik, “yaşam biçimi özgürlüğünü” savunmayı da “solculuk” sanıyorlar.
Anlayabildiğim kadarıyla onların mantık silsilesi şöyle kuruluyor, “laiklik insanların içki içme, dans etme, sevişme özgürlüğünü güvence altına almaktır, bunu savunmak laikliği savunmaktır ve böyle bir laikliği savunmak da solculuktur.”
Bu “solcular”, Kürtlerin ve başını örten dindarların kendileriyle “eşit” olmasını da kabul etmiyorlar.
Onlara göre Kürtler ve dindarlar onlarla eşit olursa ülke ya bölünür ya da şeriat gelir.
Biliyorum inanması çok zor ama bunun “solculuk” olduğuna samimiyetle inanacak kadar cahil insanlar var gerçekten.
Zaten bu düşüncelerinde “samimi” olmalarını sağlayan cahillikleri yüzünden fevkalade cüretkâr açıklamalar yapıp “darbeyi savunduklarını” bile söyleyebiliyorlar.
Darbeyi de Ergenekon’u da savunanlar bu gruptan çıkıyor, Kürt açılımını engellemek isteyenler, başını örtenlerin üniversiteye alınmamasını isteyenler de bunlar.
CHP’nin her türlü demokratik gelişmenin önüne set çekmesini sağlayan “destek” de bu insanlardan geliyor.
Şah’ın İranı’nda, Franco’nun İspanyası’nda, Salazar’ın Portekizi’nde, Kral Zahir Şah’ın Afganistanı’nda, Pinochet’nin Şilisi’nde “bu özgürlükleri” aynen bu şekilde savunan insanlar vardı.
Onlara “solcu” denmiyordu.
Onlara “faşist” deniyordu.
Belli bir kesimin “yaşam özgürlüğünü” güvence altına alabilmek için toplumun diğer kesimlerini silahla baskı altında tutmanın bir tek adı var çünkü, o da faşizm.
Bizimkilerin önemli bir kısmının aslında sadece” cahil” olduklarına inanıp, –ki onların iki yüzlü değil de cahil olduklarına inanmak ciddi bir komplimandır onlar için-, onlara işin gerçeğini anlatmaya çalışmalıyız.
Birincisi, laiklik belli bir “grubun yaşam özgürlüğünü” savunmak değildir.
Laiklik, devletin hiçbir inanca sahip olmaması, hiçbir inanca ve yaşam biçimine müdahale etmemesi, her inancı ve yaşama biçimini güvence altına almasıdır.
Ve, laikliğin en önemli teminatı demokrasidir.
Laik olmayan bir demokrasi yoktur.
Demokrasiyi savunduğunuzda laikliği de savunursunuz.
Ama demokrasi olmayan bir laikliği savunmaya kalktığınızda sadece faşizmi savunmuş olursunuz.
“Eşitliği” inkâr eden bir solculuk yoktur.
Hiçbir zaman olmamıştır.
Hiçbir zaman da olmayacaktır.
Solculuk, eşitliği ve değişimi savunur.
Sol mücadelenin iki ana meselesi budur.
İnsanlar eşit olsunlar ve insanlığın yaşadığı değişimin önü, çıkarların bozulacağından korkanlar tarafından kesilmesin.
Ayrıca, solculuk, 19. ve 20. yüzyılda sanıldığı gibi “işçi sınıfının” mücadelesi de değildir, geçmiş yüzyıllarda “üretim araçlarının sahiplerinin” kendi çıkarları için eşitliği ve değişimi engelleyeceği düşünüldüğü için, “eşitliği ve değişimi”, hiçbir malı olmayan işçi sınıfının sağlayacağına inanılmıştır.
İşçi sınıfı, solculuk için bir “amaç” değildi, eşitlik ve değişim için bir “araçtı”.
İşçi sınıfıyla “solculuğu” özdeşleştirmeye kalkanlar, solculuğu her türlü felsefi temelinden koparıp siyasallaştırırlar ve işçi sınıfının yok oluşuyla birlikte solculuğun da yok olacağını kabul etmek zorunda kalırlar.
Halbuki gerçek bu değildir.
Bugün işçi sınıfı tarih sahnesinden çekiliyor ama eşitlik ve değişim mücadelesi sürüyor.
Onun için bir kesimin “yaşam biçimini” demokrasiyi reddederek savunurken, bugün artık iyice tutuculaşan ve sistemin destekleyicisi haline gelen sendikaları da savunmak, insanı “solcu” yapmaya yetmez, en fazlasından bir “neo-Peronist” yapar.
Bugün faşizmin kucağına savrulurken aslında “solcu” olmak isteyen insanlar varsa, eşitlik ve değişim konusunda bir düşünsünler.
Biraz okusunlar.
Gerçekten samimi olanları “cahilliklerinin” üstesinden gelirlerse, Kürtlerin, dindarların, Alevilerin bu toplumun “egemen kesimiyle” eşit olmasını savunmaları gerektiğini, demokrasiyi savunmadan laikliği savunamayacaklarını, toplumsal değişimin önünü açacak her hamleyi desteklemenin herkesin ortak çıkarına olduğunu anlayacaklardır.
Faşist olmak istiyorlarsa olsunlar, hayatla ve değişimle dövüşür, kaçınılmaz yenilgiye de katlanırlar.
Ama solcu olmak istiyorlarsa, eşitlik ve değişim için verilen mücadelede “ezilenlerin” yanında yer almak zorunda kalacaklar.
Muhafazakârların gerisinde kalarak solcu olamazlar çünkü.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT