TSK ve Yahudi parmağı
Yapılan işin iadeli taahhütlü bir sipariş olduğu ortada. Hedef ise ulusalcılar ile muhafazakârların kesişen dünyası. "Dünyayı ABD, onları da Yahudiler yönetiyor" varsayımı üzerine, karşımıza çıkan her olayın inşa edilmesi.
Aynı senaryo iki yıl önce de, Yaşar Büyükanıt için tezgâhlanmıştı. Askerî şûra öncesi, müstakbel genelkurmay başkanının Yahudi asıllı olduğuna dair bir şayia çıkartılıyor. Esaslı bir yıpratma kampanyası yürütülüyor. İddia şu: "Yahudiler dünyaya o kadar hakimler ki, Türkiye'de genelkurmay başkanı bile onlardan çıkıyor." Tekrarlana tekrarlana beyinlere kazınan, akıl ve mantığın yerine geçen komploculuk, bu iddia için de verimli bir piyasa oluşturuyor. Bu iddialar saçmalık. Bize düşen bu saçmalığın arkasına bakmak olmalı.
TSK, keskin bir hiyerarşisi ve disiplini olan bir kurum. Yazılı kurallardan daha etkili gelenekleri var. Bu kurumun en tepesine gelecek kişi için "Yahudi" imasında bulunmak, çok ayrıcalıklı bir kesimin işi olabilir. Böylesine ayrıcalıklı bir kesimin bulunabileceği yegane yer ise, yine TSK'dır. Nitekim, II. Başkan hakkında basına sızdırılan sağlık raporunun, bu kadar sıkı bir kuruma dışarıdan sızılarak elde edilmesi neredeyse imkânsız. Aynı şekilde tartışılan görüşmelerin de, içeriden geldiği anlaşılıyor. Müstakbel Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un Kudüs'te Ağlama Duvarı önündeki fotoğrafı ile II. Başkan'ın sağlık raporunun, bütün gazetelere servis edildiği, belirli bir merkezin kampanya yürüttüğü görülüyor.
Bunlar kim? Bu fotoğraf ve belgeleri kimler servise sokuyor?
İki sene öncesinde de olduğu gibi, bu servis askerî şûra öncesinde yapıldığına göre amaç, atamalara etkide bulunmak olmalı. İki ihtimal var: Ya TSK, bu tür dışarıdan sızmalara açık, yani kurumsal zaaf içinde; ya da bu işi basının iddia ettiği gibi içeriden birileri yapıyor. Hangisi doğru? Genelkurmay Başkanlığı, önceki gün yüksek komuta kademesini hedef alan "karalama kampanyaları"na karşı yayımladığı bildiride, bu haberler için 'haber kaynaklarımız Genelkurmay'ın içinden' denilerek etik olmayan yollara başvurulmaktadır." şikâyetinde bulunuyor. Halbuki durum, etik olmamanın çok ötesinde, çok daha ciddi bir durum, bir güvenlik sorunu değil mi?
Önce şu durumu teslim etmeliyiz. İçinde başka bir inancı taşıyarak, bir kişinin Genelkurmay Başkanlığı makamına kadar gelebileceğine inanmak için paranoyanın ötesine geçmek lâzım. Ehliyet ve liyâkat esasını muhafaza eden bir kurumun, her zaman en yeteneklilerin önünü açtığını söylemek zordur. Ama, bu sistem içinde ehil olmayanların en yukarıya tırmanması imkânsızdır. İddianın saçmalığını gösterecek olan sorgulama şu şekilde yapılabilir: Madem bu bilgiye sahiptiniz, bu kişi Kara Kuvvetleri Komutanı olduğunda, hatta ilk paşalık rütbesi aldığında neredeydiniz? Neden bu bilgiyi, şûra öncesi servise soktunuz?
Tedavüle sokulan komplonun, ordu-siyaset ilişkisiyle, siyaset üzerindeki askerî vesayetle yakından uzaktan bir ilişkisi yok. TSK'nın siyasete müdahalesine bile, bireysel bir inisiyatif olarak değil, kurumsal bir planlama olarak bakmanın doğru olduğu tecrübelerle sabit değil mi? Benim aklıma, Gazi Osman Paşa ile Süleyman Paşa arasındaki rekabet geliyor. 93 Harbi'nde yüz kızartıcı mağlubiyetimizin arkasındaki temel faktörlerden biri, Süleyman Paşa'nın diğerine kıskançlığı idi. Belki Kazım Karabekir'in meşhur kitabı "Paşaların Kavgası"nı da hatırlamalıyız.
Karşımızda duran tablonun centilmenlik ve nezaket dışı bir durumu ifade ettiğini, TSK'nın teamül ve geleneklerinin bu şekilde aşındırıldığını düşünmek akla daha yakın görünüyor. O zaman söylenecek söz, bu duruma bir an önce son verilmesini talep etmekten ibaret. Çünkü, eğer gerçek bu şekilde ise, bu işten bütün ülke zararlı çıkacaktır.
Medya ve kamuoyuna düşen görev ise, centilmenliği sona erdiren bu operasyonlara itibar etmemek olmalı.
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT