TSK İsyan Etse, AB ve ABD Diş Geçirebilse
Hiç utanıp sıkılmadan açık açık yazıp konuşuyorlar. Türkiye’yi Batı’nın o çok sevip saydığı Atatürkçü demokrasi çizgisinde tutabilmek için gerekli şartları birer birer itiraf ediyorlar. Hayır, hayır Amerika’nın iki eski büyükelçisi Morton Abramowitz ve Eric Edelman’ın Washington Post’tan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a vermeye kalkıştıkları muhtıradan bahsetmiyorum. Pentagon’un haşarı çocuğu Michael Rubin’in “ordu yönetime el koysun” çağrılarına da atıf yapmıyorum.
TSK’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’yla ‘uyumlu’ daha doğrusu ‘normal emir komuta zinciri içerisinde’ çalışması hali hazırda en büyük sıkıntı kaynağı olmaya devam ediyor. TSK komuta kademesinin Erdoğan’a posta koyamaması, Davutoğlu’na diresek gösterememesi sadece Kemalist-ulusalcı kadroları gerilime sokmuyor. Batı standartlarında demokrasi kavgası veren sol liberal ve sosyal demokrat aydın, sanatçı ve örgütleri de fena halde strese sokuyor, depresyona itekliyor. Bu stres ve depresyonun Pennsylvania’dan Kandil’e kadar uzandığı malum. Nihayet rezilliğin Duran Kalkan’ın “ordu kendini AKP’ye kullandırtmasın” şarlatanlığına kadar geniş bir skalada seyrettiğini hep birlikte müşahede ediyoruz.
Kemalist Ordu da İslamcılaşırsa!
Bu hafta Amerika’da gerçekleşen Nükleer Güvenlik Zirvesi üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ayar verme, hizaya çekme hayalleri de suya düştü. Barack Obama’nın görüşmeyi kabul etmeme veya görüşürse bile sıkı bir fırçalama hamlesine ümit bağlayanların ideolojik formasyonu trajikomik bir görüntüydü. Bir taraftan AB ve ABD’ye diğer taraftan Rusya’ya yaltaklanmak için sıraya girmiş, meşru siyasal mücadelede bileğini bükemedikleri Erdoğan’ı kâh Obama’ya, kâh Merkel’e, kâh Putin’e ezdirip dövdürmek için sergilenen rezilliğin bin bir türlüsüne tiksinerek şahitlik ediyoruz.
İçeride ve dışarıda eş zamanlı olarak darbe çağrılarının yeniden tedavüle sokulması elbette becerilememiş kimi tezgâhları işaret ediyor. Çözüm Süreci’ni çok kan dökerek, daha çok bomba patlatarak ve şehir merkezlerini ateş topuna çevirerek sabote eden PKK’nın durumu ona yatırım yapanların içini acıtacak kadar kötü. Son birkaç gün içinde Diyarbakır’da servis aracına yapılan saldırıda 7 polisi katletti, onlarca insanı yaraladı. Mardin Nusaybin’de bir binadaki bombalı tuzakla 6 askeri öldürdü. Mardin Kızıltepe’de askerlik şubesine bombalı araçla saldırdı, öldürdü ve yaraladı. Peki, sonuç nedir? PKK ne kazandı, hangi alanı hâkimiyet altında tutabildi? Sadece kan döktü, nefreti tırmandırdı, şehirleri harabeye çevirdi ama ‘son kale’si Yüksekova’da ecel terleri dökmekten kurtulamıyor.
PKK ve HDP üzerinden inşa edilmek istenen istikrarsızlaştırma ve itibarsızlaştırma planları, beklenenlerden çok öncesinde doldurdu miadını. Başbakan Davutoğlu’nun Diyarbakır Sur ziyareti sadece askeri değil sosyal ve kentsel dönüşüm dâhil sürecin çok boyutlu yönetimine bizzat el koyması PKK-HDP aleyhine işleyen iklimi daha bir sertleştirdi. Hükümet operasyonlarını ahlaki ve meşru çerçevede tutmakla toplumsal güveni günden güne perçinliyor. PKK ve ‘legal’ kanadı HDP ise sadece askeri ve siyasi açıdan mağlup olmuyor. Daha ötesi ve önemlisi toplumsal ve ahlaki zeminde bütün meşruiyetini yitiriyor.
Bu tablo ister istemez eski(meyen) talep ve özlemleri daha bir depreştiriyor, yüksek sesle ve koro halinde söylettiriyor. Askeri cuntacılığı merkez üslerinden biri olan Cumhuriyet’e bakacağız mecburen. Orhan Bursalı “bugünkü koşullarda RTE askeri yanına alarak yürüyor ve kendini sağlama alıyor” diye boşuna feryad etmiyordur herhalde. Üstüne “kimsenin kuşkusu olmasın sıra askerin ‘siyasal İslamileştirmesine’ gelecek” korku ve panik hali de yersiz olmasa gerek.
Meclis’e, Seçim’e Düşman Demokrat
Hakikaten tutarsızlığın, ahlaksızlığın, utanmazlığın böylesi çok zor bulunur. Orhan Bursalı ‘zaman çok dar’ diye ağlaşırken büyük bir felaket hakkında aynen şöyle bir kehanette bulunuyordu: “Önce Meclis’te anayasayı oylatacak, hayır yanıtı çıkacak ve eylül-kasım arası genel seçime gidecek.” Demek önce Meclis’te oylatma, olmazsa erken seçim! Devletin bütün kurumlarından sonra muhafaza ve müdafaa için konuşlandırılan Kemalist Ordu’nun da hızla İslamileştirilmesine doğru ilerliyormuş süreç.
“Cuntacılık nedir, iyi bilirim” diye kibirlenen Hasan Cemal ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Harp Akademileri Komutanlığı’nda kurmay subay ve generallere yaptığı konuşmadan muazzam bir rahatsızlık duymuş. Öyle ki bu buluşmada sarf edilen hitaplar ve konuşmadan son derece tedirgin olmuş ve “seçim sandığı yoluyla yapılan sivil darbelere” karşı bir teyakkuzu örgütlemeye koyulmuş.
Boşuna “alışmış kudurmuştan beterdir” dememişler. Gözlerini kışlaya dikmiş ulusalcı, sosyalist ve liberal bütün dost ve müttefikleri için şöyle soruyordu Hasan Cemal. “Asker, sırtını sistemli bir biçimde Batı’ya dönen, yüzünü Doğu’ya, İslam âlemine çeviren, Batılı hayat tarzından hiç hoşlanmadığını her fırsatta belli eden bir Erdoğan’a sempati duyabilir mi?”
Tilkinin dönüp dolaşıp varacağı yer gibi Kemalistlerin de güzergâhı besbellidir. TSK’yla Batı, Batı’yla TSK sarkacındaki seküler aydın, sanatçı ve örgütlerin diş geçirmek, paçasını aşağı almak istedikleri nihai manada Müslüman toplumun siyasi iradesidir.
YENİ AKİT
YAZIYA YORUM KAT