1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Trump'ın ikiyüzlülüğü: Ukrayna'da barış elçisi, Gazze'de soykırım destekçisi
Trump'ın ikiyüzlülüğü: Ukrayna'da barış elçisi, Gazze'de soykırım destekçisi

Trump'ın ikiyüzlülüğü: Ukrayna'da barış elçisi, Gazze'de soykırım destekçisi

​​​​​​​İsrail, Amerika'nın yaptığı anlaşmaları ihlal edebiliyor ve sözlü güvenceleri sonuçsuz bırakabiliyorsa, ABD'nin arabulucu olarak ne gibi bir değeri olabilir?

24 Mart 2025 Pazartesi 06:01A+A-

Cemal Kanj’ın palestinecronicle’da yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.

 

Bu ayın başlarında Binyamin Netanyahu'nun Gazze'deki soykırım savaşını yeniden başlatmasının asla bir “eğer” değil, “ne zaman” meselesi olduğunu yazmıştım. 18-19 Mart tarihlerinde sabahın erken saatlerinde 1000'den fazla sivilin yaralanması ve öldürülmesiyle sonuçlanan katliamlar, İsrail'in Filistin Direnişini mevcut ateşkes anlaşmasının şartlarını yeniden müzakere etmeye zorlamak için uyguladığı bir “taktik” olarak nitelendirilmişti.

Modern tarih boyunca antlaşmalar uluslararası diplomasinin temelini oluşturmuş ve karşılıklı taahhütlerin çerçevesini çizmiştir. Ancak İsrail, sürekli değişen şartlarını kabul etmediği için karşı tarafı suçlarken, anlaşmaları -genellikle tek taraflı olarak- sürekli yeniden müzakere eden tek ülke olarak kendisini benzersiz bir şekilde konumlandırmıştır.

İsrail'in yaklaşımı öngörülebilir bir strateji ile belirlenmiştir: bir anlaşmayı güvence altına almak, daha sonra şartlarını değiştirmekte ısrar etmek ve ardından revize edilmiş koşullara uymayı reddettiklerinde Filistinlileri engellemekle suçlamak. Bu taktik, ABD'nin İsrail ve diğer taraflar arasında aracılık ettiği neredeyse her anlaşmada tekrarlanan bir özellik olmuştur.

Örneğin, İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) birbirlerini tanımasıyla iki devletli bir çözüm için bir çerçeve oluşturmayı amaçlayan 1993 Oslo Anlaşmalarını ele alalım. Ancak İsrail o tarihten bu yana taahhütlerini tek taraflı olarak değiştirmiş, sadece Yahudilere ait yasadışı kolonileri genişletmiş ve anlaşmanın asıl amacını baltalayan kısıtlamalar getirmiştir.

Oslo'dan bu yana geçen 30 yılı aşkın süre boyunca, birbirini izleyen İsrail hükümetleri her seçimden sonra daha önce üzerinde anlaşmaya varılmış konuları yeniden müzakere etmekte ısrar etti. Filistinli liderler uzlaşmayı reddettiklerinde, barışın önündeki engeller olarak yaftalandılar ve sonu gelmeyen bir müzakere döngüsünü sürdürdüler.

Aslında İsrail Başbakanı İzhak Şamir 1992 yılında verdiği bir röportajda bu stratejiyi açıkça itiraf etmiş, Filistin topraklarında sadece Yahudilere ait kolonileri genişletirken, sahada geri dönüşü olmayan gerçekler oluştururken ve nihayetinde Batı Şeria'nın demografisini değiştirirken müzakereleri oyalayacağını belirtmiştir.

Aynı şekilde Amerikan Başkanı George W. Bush 2003 yılında Barışa Giden Yol Haritası olarak adlandırılan ve Amerika Birleşik Devletleri, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Rusya tarafından benimsenen ve Filistin Yönetimi tarafından kabul edilen bir plan önerdi. Plan, İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirmek için aşamalı bir yaklaşımın ana hatlarını çiziyordu. Ancak İsrail, Filistinlilerden İsrail'i bir kez daha ama bu kez bir Yahudi devleti olarak tanımalarını talep eden yeni önkoşullar dayattı. Filistinliler İsrail'in yeni taleplerine itiraz ettiklerinde, Yol Haritası'nda ilerleme kaydedilmemesinin sorumlusu olarak gösterildiler.

Son olarak İsrail, ABD ve Fransa'nın arabuluculuğunda varılan anlaşma uyarınca öngörülen 60 gün içinde tamamen çekilmeyi reddederek Lübnan'da da aynısını yaptı. Kuzeyde Suriye ile mevcut anlaşmaları ihlal ettiğinde de aynısını yaptı.

İsrail'in stratejisi anlaşmaları değiştirmenin ötesine geçerek, suçu Filistinlilerin ve diğer müzakere taraflarının üzerine atmak için Batı medyası ve hükümetleri tarafından tartışmasız bırakılan hesaplı bir çabadır. Bu diplomatik durum iki temel işleve hizmet etmektedir: İsrail'in anlaşmaları ihlal etmesini meşrulaştırmak ve karşı tarafın şikâyetlerini gayrimeşrulaştırmak.

İsrail'in suçlamaları saptırırken anlaşmaları tekrar tekrar ihlal edebilmesi büyük ölçüde koşulsuz ABD desteği ve kayıtsız bir uluslararası toplum tarafından mümkün kılınmıştır. Sonuç olarak İsrail, sonuçlarına pek aldırış etmeden hedeflerinin peşinden gitmektedir. Bu sarsılmaz diplomatik ve mali destek İsrail'i hesap verebilirlikten koruyarak cezasız kalmasına yol açıyor. Uluslararası hukuku ihlal etmesine ve anlaşmaları defalarca ihlal etmesine rağmen İsrail çok az tepkiyle karşılaşıyor ya da hiç karşılaşmıyor. Bu dinamik sadece İsrail'i cesaretlendirmekle kalmıyor, aynı zamanda diplomatik süreci amaçsız ve ABD'nin rolünü değersiz kılıyor.

Mevcut ateşkes anlaşmasının birinci aşaması kapsamında azami sayıda İsrailli esirin serbest bırakılmasını sağladıktan sonra Netanyahu, İsrail'in ihlallerine karşılık vermesi için Filistin Direnişini aktif bir şekilde kışkırtmaya çalıştı. İlk olarak, kuşatma altındaki Şeride gıda ve tıbbi yardımın ulaşmasını engelleyerek, ikinci olarak da çok sayıda sivilin ölümüne neden olan günlük saldırıları tırmandırarak. Son olarak 15 Mart Cumartesi günü İsrail güçleri Gazze'nin kuzeyinde bir yardım ekibini hedef aldı ve aralarında üç gazetecinin de bulunduğu dokuz kişiyi öldürdü.

Arabulucular -ABD, Mısır ve Katar- sorumluluklarını yerine getirmedikleri için İsrail cezasız kalmıştır. İsrail, Amerika'nın yaptığı anlaşmaları ihlal edebiliyor ve sözlü güvenceleri sonuçsuz bırakabiliyorsa ABD'nin arabulucu olarak ne gibi bir değeri olabilir? Bu kontrolsüz davranış, ABD yönetiminin güvenilir bir arabulucu olarak inandırıcılığı konusunda ciddi şüphe uyandırmalıdır.

Müzakere edilen anlaşma tüm İsrailli esirlerin Filistinli esirlerle tamamen takas edilmesini ve İsrail'in saldırganlığına son verilmesini öngörüyordu. Ancak İsrail taahhütlerini yerine getirmek yerine, yeni şartlar dayatmak için pazarlık kozu olarak açlığa, kadın ve çocukların öldürülmesine başvurdu.

Ateşkesin başlıca arabulucusu olan ABD, İsrail'i sorumlu tutmak ve müzakere edilen anlaşmada öngörüldüğü üzere gıda ve tıbbi yardımın ulaştırılmasını sağlamak yerine, dürüst bir aracı olma rolünü terk etti. ABD, İsrail'in şartları yeniden müzakere etme taleplerine uyarak İsrail'in küstah uzlaşmazlığını cesaretlendirmiş ve Gazze'deki soykırımını sürdürmesi için ona bir bahane vermiştir.

İsrail'in karşı tarafı suçlayarak anlaşmaları yeniden müzakere etmesi küresel diplomaside nadir görülen bir anomalidir. Uluslararası toplumun İsrail'i anlaşmaları ilk imzalandığı şekliyle yerine getirmesi konusunda sorumlu tutmaması, İsrail'in uluslar hukukunu hiçe saymasını teşvik etmiştir. ABD'nin sarsılmaz desteğiyle İsrailli liderler, anlatıyı manipüle edebileceklerini, söylemi yeniden çerçeveleyebileceklerini, suçu başka yöne çekebileceklerini ve diplomatik kılıfa güvenebileceklerini bildiklerinden, uluslararası normlara uymak için çok az teşvike sahipler. Tutulmayan sözler ve değişen hedefler döngüsü uzlaşmaya yol açmıyor, aksine çatışmayı sürekli kılıyor.

Bu arada, Başkan Donald Trump kendisini Ukrayna'da ateşkes talep eden bir barış yanlısı olarak sunarken, Gazze konusundaki tutumu farklı bir hikâye anlatıyor - savaşı ve yıkımı teşvik eden bir hikâye. Trump, 15 Şubat'ta sosyal medyada yazdığı bir yazıda İsrail'e soykırıma devam etmesi için yeşil ışık yakarak ABD'nin “İsrail'in vereceği kararı destekleyeceğini” ilan etti.

Bu yan yana geliş, görünürde Ukrayna'da barış vaazları verirken, yönetimi İsrail adına Yemen'e karşı vekâlet savaşı yürüten ve Gazze'de soykırımı mümkün kılan bir ABD Başkanının ikiyüzlülüğünü ortaya koymaktadır.

 

* Cemal Kanj, “Children of Catastrophe”, Journey from a Palestinian Refugee Camp to America ve diğer kitapların yazarıdır. Çeşitli ulusal ve uluslararası yorum dergilerinde Arap dünyasına ilişkin konularda yazılar yazmaktadır.

HABERE YORUM KAT

2 Yorum