1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Trump’ın Gazzelileri sürme planı: İkinci Balfour Deklarasyonu mu?
Trump’ın Gazzelileri sürme planı: İkinci Balfour Deklarasyonu mu?

Trump’ın Gazzelileri sürme planı: İkinci Balfour Deklarasyonu mu?

"Gazze’nin yıkılan görüntüsü sürekli ekranlara taşınarak ve hayat şartlarının tükendiği gösterilerek Trump’ın sürgün teklifinin insani olabileceği algısı oluşturulmaktadır."

08 Şubat 2025 Cumartesi 11:00A+A-

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, ABD ve soykırımcı İsrail’in ortaklığıyla Gazzelilerin Mısır ve Ürdün’e sürülmesi projesinin tarihi arka planını ve risklerini değerlendirdi.

Zekeriya Kurşun'un AA-Analiz'de yayınlanan yazısını ilginize sunuyoruz...


Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) seçimler ama özellikle yeni ABD Başkanı Donald Trump’ın görevi devralma süreci Gazze'deki ateşkesi geciktirdi. Bir taraftan ABD’nin İsrail’e desteği sürerken, diğer taraftan da sözde barış çağrıları yapılsa da maalesef Gazze’de hayatını kaybedenler ABD seçimlerinin malzemesi oldu.

Ateşkes konuşulmaya başladığında hem eski ABD Başkanı Joe Biden hem de Trump adeta sessiz bir ittifak yaparak ateşkesin gecikmesine, dolayısıyla İsrail vahşetinin devam etmesine izin verdiler. Biden yönetiminin İsrail’e verdiği destekten bıkanlar, özellikle de bölge ülkeleri Trump’ın görevi devralması ile olumlu yönde bir gelişme olacağı konusunda kısa süreli bir umut besledi.

Ama beklenen olmadı ve Trump yönetime geldikten sonra ABD’nin müesses nizamının ayarlarına dönüp, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) soykırım suçlusu ilan ettiği Binyamin Netanyahu’ya desteğini açıkladı. Bu açıklama, birinci Trump yönetiminde “asrın barışı” diye lanse edilen ve esasında Aksa Tufanı’na giden süreci tetikleyen Abraham Anlaşmalarının bir benzeri belki de tamamlayıcısı oldu.

İşgalin arkasındaki güç: ABD

Trump birinci döneminde, bölgeye barış getireceğini iddia ederek Filistinlileri yok saydığı bir proje ortaya koymuştu. ABD, uzun yıllardan beri bölge rejimleri ile oluşturduğu bağımlılık ilişkisi sonucunda baskı ile çevre ülkeleri İsrail ile ilişkilerinde normalleşmeye zorlamış ve Filistin Meselesini daha karmaşık hale getirmiştir.

Trump, bir taraftan barışı tesis etmeye niyetlenirken tıpkı bugün Netanyahu’yu ödüllendirdiği gibi o gün de Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan eden kararnameyi imzalamış, Golan Tepeleri'nin ilhakını kabul etmiş, Birleşmiş Milletler’in (BM) reddettiği 1967 sonrası sınırların kabul edilebileceğini yani yeni bir İsrail haritasının çizilebileceğini ortaya koymuştur. Tüm bunlar göz önüne alındığında, Filistin hususunda geçmişi sabıkalı bir yönetimin ve onun başı Trump’ın bugün Gazze konusundaki yaklaşımı hiç de şaşırtıcı değildir.

Trump, Gazze konusunda ortaya koyduğu yaklaşım ile 2 milyon insanın hayatı üzerinde kumar oynamaktadır. Trump, tıpkı Siyonist aklın geçmişte düşündüğü gibi insan yerine konulmayan ve adeta hiç iradesi olmayan Gazzelileri doğup büyüdükleri, uğruna mücadele verdikleri, köklerinin bulunduğu topraklardan söküp, sözde barışı getirmeyi iddia eden zehrini parlak bir ambalaj ile sunmaktadır.

ABD, 15 ay boyunca Gazze ve çevresinin sözde medeniyetin geliştirdiği en ağır silahlar ile tahrip edip yok eden İsrail’e göz yummuştur. Şimdi ise aynı ABD, meydana gelen çevre felaketi ve tahribatın yaşamaya uygun olmadığı ve Gazzelilerin buradan tehcir edilmesiyle ancak uzun yıllar içinde yeni bir yapılanmanın oluşturulabileceğini ileri sürerek, komşu ülkelerden Gazzelileri kabul etmesini istemektedir.

Gazze’nın yıkılan görüntüsü sürekli ekranlara taşınarak ve hayat şartlarının tükendiği gösterilerek Trump’ın halklı olduğu ve hatta teklifin insani olabileceği algısı oluşturulmaktadır. Oysa bu proje dünya diplomasisinin utanç projesi olan ikinci Balfour ve onun sonucu olan yeni bir Nekbe’den başka bir şey değildir.

1917 yılında Siyonist taleplere uygun olarak, dahası uluslararası kabule göre Osmanlı Devleti’ne ait bir toprak olan Filistin'de Yahudi yurdu kurulması vadedildi. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour ve İngiliz Kraliyeti, Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda kurulması muhtemel barışı dinamitleyerek, alt yapısı hazırlanan ve 1948 yılında ilan edilen İsrail devletiyle bir milyona yakın Filistinliyi yerinden yurdundan etmiştir. Immanuel Kant’ın hayal ettiği ebedi barışı dinamitleyen ve bugün Filistin toprakları üzerindeki egemenlik hakkının da ötesine geçen mülteci meselesi, Gazze meselesinin de temelinde yatan en büyük felaket olmuştur.

Trump'ın projesinden kim ne kazanacak?

Bu proje, uygulanamasa bile Trump bu açıklamaları ile ABD’nin İsrail politikalarına bağlı olduğunu ortaya koymuştur. İsrail’in kuruluşunun ilanı akabinde Gazze’nin yanı başında ve Filistin yüzölçümünün yarısını oluşturan Bi’rus-Seba (Beerşeba) bölgesi işgal edildi. İnsan haklarına ve uluslararası hukuka aykırı olarak burada yaşayan yüzbinlerce Filistinli aşama aşama bölgeden çıkartılıp burası askeri alana dönüştürüldü. Nitekim Filistin dışına çıkarılanlar bir yana, Beerşeba halkının büyük çoğunluğu Gazze ve Batı Şeria’daki mülteci kamplarında yaşamaya mahkum edildi.

İsrail’in işgal sınırları içinde kalanlar da zamanla asırlardır ziraat yaptıkları topraklardan çıkarılıp İsrail içinde kurulan yeni kentlere daha doğrusu toplama kamplarına sevk edildi. Böylece oluşturulan askeri bölgeler ile Tel Aviv’in güvenliği sağlandı. Başarılı olunamayan tek yer Beerşeba’nın uzantısı olan Gazze'ydi. İleri atılan bu proje, İsrail’in baştan beri sürdürdüğü politikaların devamından başka bir şey değildir. Bu projeden birinci derecede kazanç sahibi İsrail olacaktır.

Diğer taraftan ABD, Aksa Tufanı’nın başlamasından itibaren Akdeniz’deki dengelerin aleyhinde gelişme ihtimali ile yüzleşmiş, üstelik Filistin’in münhasır ekonomik bölgesi içinde Gazze açıklarındaki doğal gaz rezervlerinin geleceği tehlikeye girmiştir. Sözde bu insani (!) proje ile Gazze'yi uluslararası bölge ilan edecek olan ABD yönetimi, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) gibi ülkelerin de desteğiyle bölgenin doğal kaynaklarında mutlak söz sahibi olmak istediği gibi, Çin'in Yol-Kuşak projesinin tamamlayıcısı olarak gördüğü Kalkınma Yolu hamlesi ile muhtemel Körfez Boru hattını baltalamak veya kontrol altına almak niyetindedir.

Türkiye başta olmak üzere şimdilik konuya muhatap olan Mısır ve Ürdün projeye güçlü bir şekilde itiraz etmişlerdir. Ancak tekil bir şekilde çıkarılan bu seslerin ittifaka dönüşmemesi ve alternatif proje üretilmemesi halinde bu gayr-i insani projenin aşama aşama hayata geçirilmesi ihtimali vardır.

Bu konuda bölge ülkelerinin tıpkı “normalleşme programında” olduğu gibi farklı tepkiler geliştirmesi muhtemeldir. Bölge ülkelerinin adeta fikir birliği zaman zaman da işbirliği yaptıkları Filistin Meselesi, Abraham Anlaşmaları aldatmacasıyla darbe aldığı gibi bu yeni proje de aynı işlevi görecektir. Ancak bütün bu olumsuz görüntüyü, Gazzelilerin savaş boyunca gösterdikleri sabır ve direnci sürdürme arzuları olumluya dönüştürebilecektir.

Gazzeliler üzerinde psikolojik bir harp başlatılmıştır. Gazzelilerin yalnız bırakılmamaları ve alternatif politikalar ile destekleneceklerinin ilan edilmesi gerekmektedir. Ülkelerin tek tek açıklamaları yerine Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatının (İİT) rol üstlenmesi ve alternatif proje üretmesi gerekmektedir. 2018 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın inisiyatifi ve Türkiye’nin öncülüğünde olduğu gibi yeni bir süreç başlatılmalı ve en azından BM nezdinde Trump bir kere daha susturulmalıdır.

HABERE YORUM KAT

1 Yorum
  • Abdullah / 08 Şubat 2025 11:41

    -Hikmetli siyasal bir düşünceye ihtiyacımız var"
    "Dünya müstekbirlerinin dünya halkları için kurdukları bir çok oyunlar vardır. Sağlıktan, ekonomiye, toplumsal yozlaşmadan, toplumsal kaoslara, iklimlerin dengesinden, tarımsal ürünlere ve savaşlara varıncaya kadar bir çok yollarla toplumları sürekli korku ve umut döngüsünde oyalayarak disipline etme peşindedirler. Adına özgürlük dedikleri, serbestiyet dedikleri daha bir çok yalanlarla insanları yozlaşmanın ve sıradanlaşmanın en dibine batırarak kör karanlıklarda yaşatmanın derdindedirler. Ölümü gösterip sıtmaya razı ederek kendileri için hesapsızca tükettikleri şeylerden diğer insanlara ise ucundan accık tattırarak bununla dünyayı bağışlamışlar gibi caka satmaktadırlar. Kimi islami camialar da bu azıcık, tadımlık tatlara kanarak Allah’ın öğretmiş olduğu hikmetli siyasetten arınmış bir boş bakışla gerçeği görmekten uzaklaşmaktadırlar. Mesele bizim şahsi kazanımlarımız yahut cemeatimizin kazanımları meselesi değildir. Elbette ki mesele tüm müslümanların ilkelerinden ödün vermeden kazanımı meselesi olmalıdır. İşte bunun için hikmetli bir okumaya, hikmetli bir siyasal düşünceye ihtiyacımız vardır. Yeniden kendi gündemlerini inşa edebilen bir bilinç olabilmek için vahye kulak vermemiz ve onun bize öğreteceği hikmetlere gönlümüzü açarak hikmetli bir siyasal düşünceyi tevhid ekseninde inşa etmemiz gerekmektedir.
    Dokunduğumuz her şeyi yeniden anlamlandırmalı ve bildiğimizi sandığımız her şeyi yeniden gözden geçirmeliyiz. Eksiklerimizi görmeli ve uzun bir yolun yolcusu olduğumuzu hatırlamalıyız. Yürümediğimiz yolları düşlemeli ve yol hazırlığına başlamalıyız. Sistemlerin bize ördüğü labirentlerden çıkarak kendi yollarımızı açmalıyız ki bize tuzak kuran, bizi manipüle eden sistemlerin oyunlarına karşı doğru hamle yapabilelim. Müslüman olarak yaşamak umurumuzda olmalı başkası olarak değil. Bizi cellatlarımıza aşık birer kişilik yapma derdinde olanlara sözümüz şu olmalıdır: “Bizler, Allah ve resulüne, gerek çıkardığı yasalarla, gerek söyledikleri küfür sözleriyle ve gerekse inşa etmek istedikleri kahrolası medeniyetleriyle savaş açmış ve savaş açmayı kendine şan sayan herkese karşı bir nefret içindeyiz.”

    Yanıtla (0) (0)