
Trump, Starmer ve Netanyahu şeytan üçlüsüdür
Trump, Starmer ve Netanyahu, tıpkı Holokost'un 20. yüzyıla damgasını vurması gibi 21. yüzyılı tanımlamaya başlayan bir kötülük üçlüsünü temsil etmektedir.
Yvonne Ridley’in Middle East Monitor’de yayınlanan yazısı, Haksöz Haber tarafından tercüme edilmiştir.
Siyonist devlet ekonomik çöküşün eşiğinde ve pek çok vatandaşı ülkeyi terk ediyor ama susun, kimseye söylemeyin. Aslında kimse bundan bahsetmiyor, ne Tel Aviv'de ne de İsrail'in Batı medyasındaki dostları, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüşme ihtimaline karşı. İsrail'i ve destekçilerini destekleyen çok fazla yalan ve sır var.
i24 NEWS'e göre, savaşın başladığı 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana en az 117,000 İsrailli Siyonist devleti temelli terk etti. Bu rakam önceki yılların verilerinden üç kat daha yüksek ancak bu tahminin bile ihtiyatlı olduğu düşünülüyor; Yahudi Politikaları Araştırma Enstitüsü'ne göre bu rakamın bir milyona yakın olduğuna dair güçlü söylentiler var.
Ayrıca Gazze ve Güney Lübnan sınırındaki evlerinden kaçan yaklaşık 200,000 vatandaşın İsrail içinde “kitlesel olarak yerinden edilmesi” de daha önce görülmemiş bir durumdur. Yine, hem İsrail hükümeti hem de BM bu konuda dikkat çekici bir şekilde sessiz kaldı.
Barışçıl Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) hareketi, dünyanın dört bir yanında haydut devleti desteklediğine inanılan şirketler üzerinde kesinlikle etkili olurken, Hamas'ın 7 Ekim'de El Aksa Tufanı Operasyonu'nu başlatmasından bu yana İsrail'de yaklaşık 60.000 küçük işletme çöktü.
Dahası, turizm sektörü çöktü ve İsrailliler, özellikle de orduda görev yapanlar ve uluslararası spor etkinliklerinde ülkelerini temsil eden sporcular, yurtdışında pek çok yerde hoş karşılanmadıklarını öğreniyorlar; bazıları Gazze'deki soykırımdaki rolleri nedeniyle tutuklanıyor.
Ancak Hamas dışında İsrail'e karşı yürütülen belki de en etkili kampanya Yemen'deki Husilerden geliyor. Hareketin Filistin'e verdiği destek İsrail'in Kızıldeniz'deki kargo trafiğinin büyük bölümünü şimdiden felce uğratmış durumda. ABD Başkanı Donald Trump'ın Husilere yönelik öfkesi muhtemelen İran'la olan bağlarından ve İran'ın vekil gücü olarak hizmet edecekleri -ya da zaten hizmet ettikleri- korkusundan daha fazla bununla ilgili.
Yakın zamana kadar Husilerin İsrail'e karşı eylemleri ABD ve İsrail tarafından büyük ölçüde göz ardı ediliyor ve önemsiz bir sorun olarak görülüyordu ancak Gazze'deki Filistinlilerle dayanışmak için verdikleri desteğin Kızıldeniz deniz yolunu kullanan uluslararası taşımacılık, bir başka deyişle küresel ticaret üzerindeki etkisi, Amerika'nın Yemen'deki Husi kalelerini vurmaya başlamasına neden oldu.
Kısacası ABD, İsrail'in vekili olarak hareket etmektedir.
İsrail'in Eilat limanı, MEMO tarafından ortaya çıkarıldığı üzere, ticari faaliyetlerinin sekiz ay boyunca tamamen felç olmasının ardından geçtiğimiz temmuz ayında iflas ettiğini açıkladı. Mal, makine, ham petrol, yakıt, buğday, gıda ve araba taşıyan kargo gemileri, petrol tankerleri ve konteyner gemileri Husilerin füze ve diğer hava saldırıları nedeniyle limana yanaşmıyor.
Uluslararası toplum ve İsrail, Husi kampanyasının etkinliğini küçümsemeye çalışsa da, hareket Siyonist devletin ekonomisini boğmayı başardı.
Bu durum Trump'ın geçtiğimiz cumartesi ve pazar günleri USS Harry S. Truman uçak gemisine, ocak ayında Beyaz Saray'a döndüğünden bu yana ABD'nin gerçekleştirdiği en büyük askeri operasyonla Yemen'de çok sayıda hava saldırısı düzenleme emri vermesinin nedenini açıklıyor. ‘Truth Social’ platformunda paylaşımda bulunan Trump, Yemen'deki Husi grubunu uyardı: “DAHA ÖNCE HİÇ GÖRMEDİĞİNİZ BİR CEHENNEM ÜZERİNİZE YAĞACAK!”
Evet, Trump tıpkı öfke nöbeti geçiren şımarık bir çocuk gibi büyük harflerle dolu cümleler kullanıyor.
Uygunsuz bir gerçek olabilir ama öyle görünüyor ki hem Trump hem de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu rakiplerine saldırdıkça, konu para ve iş olduğunda İsrailli rehinelerin durumu ikinci planda kalabiliyor. İsrailli rehinelerin aileleri (ve İsrail hapishanelerinde 10,000'den fazla Filistinli rehine olduğunu unutmamalıyız, bunların binlercesi ne suçlanıyor ne de yargılanıyor) bunu hissediyor ve son günlerde yüksek sesle protesto ettiler.
‘Declassified’ haber kaynağına göre İngiltere'nin Yemen'de “sessiz” bir arka kapı rolü oynadığı da ortaya çıktı. Başbakan Keir Starmer Britanya silahlı kuvvetlerini Trump'ın bombalama kampanyasına dâhil etti ve Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne (RAF) ait bir Voyager havada yakıt ikmali tankeri USS Harry S. Truman'a destek vermek üzere Kıbrıs'taki “Egemen İngiliz Üs Bölgesinde” yer alan RAF Akrotiri'den Kızıldeniz'e iki uçuş gerçekleştirdi.
RAF katılımını duyurmamış olsa da, kamuya açık uçuş takip verileri 15 Mart Cumartesi günü bir RAF Voyager'ın Akrotiri'den UTC ile 17:49'da ayrıldığını ve Kızıldeniz'in güneyine yöneldiğini göstermektedir. Yakıt ikmali yapan tanker saat 19:20 sularında Suudi Arabistan kıyılarında, ABD donanma gemilerinin konuşlandığı Cidde'nin hemen güneyindeki bölgeye ulaştı. Yüz tondan fazla yakıt taşıma kapasitesine sahip olan uçak, USS Harry S. Truman'ın yakınlarında iki saatten fazla zaman geçirdi.
Yemen'deki ilk saldırılar TSİ 17:15 civarında kaydedildi ve beş saatten fazla sürdü. Bir savunma kaynağı Declassified'a şu açıklamayı yaptı: “Birleşik Krallık, saldırıların düzenlendiği bölgedeki bir ABD uçak gemisinin kendini savunmasına yardımcı olmak için rutin müttefik havadan havaya yakıt ikmali desteği sağladı.”
Yemen'in yedi vilayetinde düzenlenen Amerikan hava saldırılarının ilk gecesinde en az 27 sivilin öldüğü ve 22 sivilin de yaralandığı bildirildi. Husilere ait Al-Masirah TV kanalı, Sa'ada vilayetinde ABD saldırılarının kurbanı olduğu anlaşılan, tıbbi bakım gören perişan ve ciddi şekilde yanmış çocukların görüntülerini yayınladı.
“Meşru müdafaa” teriminin tekrar kullanılması ilginçtir.
Sömürgeci devletler dünyanın her yerinde saldırgan ağırlıklarını ortaya koyuyorlar, ancak kendilerine meydan okunduğunda birdenbire “meşru müdafaa” içinde hareket etmeye başlıyorlar. İsrail, işgal ettiği Filistin topraklarında soykırım yaparken bile “nefsi müdafaa” yaptığını iddia etmektedir. İşgal, tanımı gereği bir saldırı eylemidir; Filistinlilerin işgale karşı meşru direnişi gerçek bir meşru müdafaadır, ancak haydut devlet ve destekçileri tarafından “terörizm” olarak kınanmaktadır.
Güçlü yerlerde bulunan çok sayıda güçlü insan, demokrasi adına hareket ettiklerini iddia ederken korkunç zulümler ve savaş suçları işlemektedir. Trump, Starmer ve Netanyahu, tıpkı Holokost'un 20. yüzyıla damgasını vurması gibi 21. yüzyılı tanımlamaya başlayan bir kötülük üçlüsünü temsil etmektedir. Faşist gibi davranmak için o çizmeleri giymek zorunda değilsiniz.
Fransız Enformasyon Bakanı André Malraux şu sözleri söylerken bu üçlüyü düşünüyor olabilir: “İnsan olduğunu sandığı şey değildir, sakladığı şeydir.” Bu üç sömürgeci canavarın yalanları ve örtbasları, gizli savaşları ve kötü eylemleri asla affedilmeyecek ve unutulmayacaktır.
* Yvonne Ridley, İngiliz gazeteci ve yazar. Orta Doğu, Asya ve Teröre Karşı Küresel Savaş ile ilgili konularda siyasi analizler yapıyor.
HABERE YORUM KAT