
Trump-Putin yakınlaşması, ABD-AB gerilimi ve Türkiye
Osman Sert, Trump'ın politikalarını etraflı bir analize tabi tuttuğu yazısında, Trump-Putin yakınlaşması ve ABD-AB gerilimi bağlamında Türkiye'nin durduğu/durması gereken yerin ne olması gerektiğini değerlendiriyor.
Trump hayra vesile olur mu?
Osman Sert / Karar
Hayır gördüğümüzde şer, şer gördüğümüzde hayır olabilir. Trump’ın nasıl görüldüğüne dair genel kanaat aynı ama sonu ne olur orası muamma. Kişinin karakteri, iş tutuş tarzı, insana ve evrene yaklaşımı bir bütün. Birinin evinde çok iyi olup yabancılara kötü davranması da çok mümkün değil özünde iyi çevresinin kötü olması da o kadar kolay değil. Lider neyse üç aşağı beş yukarı çevresi de o.
Trump’ın başkan olana kadar ya da seçimden sonra yaptıklarını makro bir çerçeveden değerlendirmek geleceği öngörmek için daha sağlıklı. Seçim kampanyasında Michigan’da Müslüman konuşmacılara kürsü vermesinin demokrat rakiplerinin vizyonsuzluğunun ve dar elitist cehaletlerinin kendisine açtığı alanı kullanmaktan öte anlamı olmadığını görmek çok zaman almadı.
Türkiye’de Biden yönetiminin İsrail yanlısı ideolojik saplantılarının da etkisi ile Trump hayali kuranlar olmadı değil. Neyse ki memlekette en az aranan erdemlerden biri tutarlılık olunca dün ne dediklerinin çok bir kıymeti yok.
Trump’ın Gazze Şeridi’ndeki Filistinlilere (bunun yerine insanlara diyelim) dair akla zarar planları kafasındaki dünya, insan, adalet algısına dair çok sarih bir fotoğraf veriyor. Başkan Yardımcısı Vanje, ABD yönetiminin dünyaya dair sanrısının sadece tek bir coğrafya ile ilgili olmadığını Münih’te gösterdi.
Sorun uluslararası sistemin fazlasıyla ABD’nin belirleyiciliğine bırakılmış olması. NATO bütçesinden Dünya Sağlık Örgütü’ne, Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı UNRWA’dan IMF’ye kadar birçok uluslararası kuruluşun mali omurgası ABD katkısı üzerine oturmuş durumda. Başta Avrupa olmak üzere sistemin getirdiği öngörülebilirlikten faydalanan ülkelerin bir yanda ABD’den şikâyet edip diğer yanda sistemin sürdürülebilirliği ya da daha adil bir zemine oturması için sorumluluk üstlenmekten kaçınmasının bir sonunun olması mukadderdi.
3 gün önce Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da ABD ve Rusya heyetlerinin görüşmesi yeni bir dönemin başladığını ilan ediyor. İşin kötüsü kendisini daha çok Amerika’nın öncülüğünü yaptığı uluslararası sisteme entegre edenler için “Amerikasız” değil “ABD’nin yıkıcı ve bozucu” rol oynayacağı bir dönemin kapıları açılıyor.
Avrupa ülkeleri iki küresel savaşı başlatıp milyonlarca ölü ile bedel ödediğinde arkasından gelen istikrarın kendiliğindenliğine kendilerini kaptırmışlardı. Tamam, Orta Doğu ya da Çin Denizi’nde yapabilecekleri sınırlı. Arap Baharı gibi savundukları ‘değerlerin’ arkasında duracakları fırsatlarda da jeopolitik ve ideolojik korkularına esir oldular. Son İsrail katliamları ise Avrupa’nın “değer temelli” söylemlerinin maliyet üretmediği, ABD istediği kadar ve istediği zaman anlam ifade ettiğini gösterdi.
Ama en azından Rusya gibi burunlarının dibindeki bir tehdide karşı çok daha uzun vadeli önlemler alıp en azından kendi güvenlikleri için üstlerine düşeni yapabilselerdi Washington’ın ‘bana müsaade’ deme anı geldiğinde daha güçlü bir pozisyonda olabilirlerdi.
Sıkıntılı olan, Washington’da küresel barışı ya da istikrarı bir kenara bırakın ABD’nin uzun vadeli çıkarlarına dair bile tutarlı bilgisi ve perspektifi olmayan bir iktidar varken Avrupa’nın da lidersizlik ve vizyonsuzluk içerisinde debeleniyor olması.
Ankara’dan bakınca hepsi için “beter olsunlar” demek işin kolayı. Sonunda Türkiye de Avrupa’daki son 70 yılın güvenlik illüzyonundan en fazla faydalanan ülkelerden biri. Sadece ülkenin ihracat rakamlarına ve yurtdışında yaşayan Türklerin nerelerde olduklarına bakmak yeter bunu görmek için.
Dolayısıyla oluşan güvenlik boşluğu ve yönsüzlüğün getireceği avantajlar olmakla birlikte riskleri yönetmek de kolay değil. Rusya’nın ABD ile masaya oturduğu aynı gün Trump’ın at pazarlığına indirgediği Ukrayna krizinde Zelenski’nin Ankara’da olması hem riskleri hem de muhtemel jeopolitik açılımları aynı anda işaret ediyordu.
Avrupa başkentlerinin sorunlu jeopolitik ve dünya okumalarına bakınca iyimser olmak için elimizde çok gerekçe yok. Fransa, Almanya, İngiltere ve Türkiye ekseninde gelişecek bir Avrupa güvenlik mimarisi bölgede sağlıklı bir dengenin oluşmasını sağlayabilir. Eurofighter Typhoon savaş uçağı sürecinde yaşananlar Avrupa’nın bölgesel güvenlik için gerekli adımları atmakta ağırdan alabileceğinin bir örneği olarak hafızada tazeliğini koruyor. Türkiye’de savunma sanayiinin neredeyse tek bir aktörün öncelikleri üzerinden şekillenmesi Ankara’nın esnekliğini sınırlasa da uzun vadede jeopolitik mecburiyetler tarafları daha makul ve gerekli bir dengede buluşturabilir. Türkiye’nin temel sorunu ise iktidarın kendi elleri ile yarattığı derin ekonomik kriz ve içerdeki demokrasi açığı ile süreci yönetmek zorunda kalması.
Avrupa ile daha yakın bir entegrasyon Ankara ve Brüksel’in çıkarına ancak bu Türkiye’nin diğer esnek ittifaklarını terk etmesini de gerektirmiyor. Bilakis Amerikasız bir dünya Ankara’nın çok daha esnek ve dinamik bir çizgi takip etmesini mümkün kılabilir. Burada yapılacak yanlış Putin’in Ukrayna’yı işgaline kadar ülkeyi etkisi altına alan Avrasyacı ezberlere ve Rus etkisine kapılmak olur. Trump’ın şuursuz hırsları Türkiye’nin tarihinde en fazla savaştığı, varlığını en fazla tehdit eden ülkenin Rusya olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
HABERE YORUM KAT