Trump dönemi ABD politikaları uluslararası ilişkilerde ne tür değişikliklere sebep oldu?
Başkan Trump’ın dört yıllık görevi boyunca izlediği dış politikanın tüm dünyada yansımaları oldu. DW, Trump’ın küresel siyasette yarattığı değişiklikleri inceledi.
ABD seçimleri: Trump uluslararası ilişkileri nasıl değiştirdi?
Haber-Analiz: Cristina Burack / Deutsche Welle
ABD Başkanı Donald Trump, 2016 seçimleri öncesinde yürüttüğü kampanyadaki sloganıyla dış politikada izleyeceği yolu aslında açıkça belli etmişti: "Önce Amerika"
Tüm dünya, Trump’ın bu sözleriyle neyi kastettiğini dört yıllık görev süresi boyunca daha net anladı. Kadro değişimleri, tek taraflılık, çatışmalar, beklenmedik sürprizler ve kafa karışıklığı Trump’ın dış politikasına damgasını vurdu.
3 Kasım’daki seçimlerde sonuç ne olursa olsun, Trump ile gelen dış politikadaki değişimlerin, şimdiden diğer küresel aktörlerin olaylara yaklaşımlarını ve diplomasi alanlarını şekillendirdiğini söylemek güç değil.
İşte bazı önemli değişiklikler:
ABD artık çok taraflılıktan kaçınıyor
Trump, Oval Ofis’e geldiğinden bu yana uluslararası işbirliğini baltalayan birçok adım attı. ABD’nin Asya ülkeleriyle ticaret anlaşması olan Trans-Pasifik Ortaklığı’ndan çıktı. Ardından ABD’yi Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve 2015 Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası oluşum ve anlaşmalardan çıkardı. Kudüs’ü resmi olarak İsrail’in başkenti olarak tanıma ve ABD Büyükelçiliği’ni Küdüs’e taşıma gibi tartışmalı kararlar verip uluslararası dengeleri göz ardı etmeyi seçti.
Toronto ve Oxford üniversitelerinde görev yapan, ABD'deki Council on Foreign Relations adlı düşünce kuruluşunda da çalışmalarda bulunan tarih profesörü Margaret MacMillan, ABD'nin "ittifaklar ağına ve uluslararası kuruluşlara zarar verdiğini" ve bu durumun da ülkeyi "dünyada daha zayıf bir pozisyona" getirdiğini söylüyor. Pew Araştırma Merkezi’nin Eylül ayında yaptığı bir anket de, ABD'nin birçok ülke kamuoyundaki imajının son on yılların en olumsuz seviyede olduğunu ortaya koyuyor.
Transatlantik ilişkiler zarar gördü
Düşünce kuruluşu Carnegie Uluslararası Barış Vakfı, transatlantik işbirliği olarak da bilinen, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana süregelen Avrupa-ABD ortaklığına dair bir değerlendirmesinde "Trump'ın çok taraflılığa yönelik hasmane tavrının, Washington ile Avrupa başkentleri arasında felsefi bir farkın göstergesi olduğunu" yazdı.
Ancak Trump iktidarı esnasındaki AB-ABD ayrılığı ideolojik bir bölünmeden daha da fazlası: Trump, transatlantik ilişkileri ciddi biçimde altüst etti. NATO gibi ittifakların değerini defalarca sorguladı. ABD birliklerini Almanya'dan çekme kararı aldı. ABD ayrıca AB'ye gümrük vergileri koydu, Rus gazını Avrupa’ya taşıyacak Kuzey Akım 2 Projesi'ne katılacaklara da yaptırım tehdidinde bulundu.
MacMillan'a göre bu adımlar ilişkilerde kalıcı değişikliklere yol açabilir. MacMillan, "Bu bir arkadaşlık gibi. Arkadaşlarınıza güvenirsiniz. Ancak güven zedelendiğinde yeniden tesis etmek zor. Avrupa, ABD’ye güvenme alışkanlığı edinmişti. Ve belki de şimdi Avrupalılar bunu artık açıkça yapamayacaklarını ve onlarca yıldır tartıştıkları gibi, kendi bağımsız dış politikalarını daha çok geliştirmeyi düşünüyorlardır." diyor.
Çin’e eleştiri yağmuru
Karşılıklı restleşmelerle ilerleyen ticaret savaşından, Çinli telekomünikasyon devi Huawei’ye yönelik yaptırımlara kadar Trump’ın Çin konusundaki çatışmacı politikası, kuşkusuz Asya ülkesini uluslararası ilgi odağı haline getirdi.
Çin’in küresel ticaret düzenlemeleri kriterlerinden çok uzun süredir haksız bir şekilde yararlandığını ve insan haklarını ihlal ettiğini düşünen birçok kişi Trump’ın Çin’e yönelik keskin eleştirilerini memnuniyetle karşıladı.
Council on Foreign Relations adlı düşünce kuruluşunun başkanı Richard Haass, Trump'ın dış politikasına dair 2019 Nisanında yayınladıkları ara dönem değerlendirmesinin önsözünde, Trump’ın "ticaret alanındaki eylemleri konusunda Çin'e meydan okumakta haklı" olduğunu yazdı.
MacMillan da benzer şekilde "Trump'a pek itibar etmek istemiyorum. Ancak bence sesini yükseltmekte haklıydı. Veya hükümet, fikri mülkiyet konusunda Çinlilere sesini yükseltmekte haklıydı" diyor ve "ABD-Çin gerilimleri Trump'tan önce başlamış olsa da, çok daha keskin ve daha belirgin hale geldi" değerlendirmesini yapıyor.
Twitter diplomasisi
Trump yönetiminde dış politikada farklı zamanlarda ve farklı iletişim kanalları aracılığıyla karışık mesajlar verildi. Bu mesajlar Trump'ın sert söylemler içeren kişisel Twitter hesabı ile sınırlı değil.
Londra'daki King's College çatısı altındaki Bilim ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi'nde sosyal medya ve çatışma tırmanması üzerine araştırma yapan Alexi Drew, Trump'ın Twitter diplomasisinin uluslararası ilişkiler açısından ne kadar tehlikeli olabileceğine dair önemli bir örnek olarak ABD-İran ilişkilerini gösteriyor.
Drew, "Kendinizi İran Dışişleri Bakanı Cevad Muhammed Zarif ve İranlıların yerine koyun. ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan ve Trump’ın şahsi Twitter hesabından yapılan birbiriyle çelişen açıklamaları okuduğunuzda ABD’nin pozisyonunun tam olarak ne olduğunu tespit etmek çok zor. Verilen mesajlar ve içerikler birbiriyle uyuşmuyor" tespitini yapıyor. Ancak Twitter’ın tek başına bir çatışma başlatabileceğine inanmayan Drew, Twitter’ın yine de bazı çatışmaları körükleyebileceğine dikkat çekiyor.
Cesaretlendirilen otokratlar
Dört yıllık Donald Trump iktidarının bir başka sonucu da otokrat yöneticilerin küresel siyasette cesaretlendirilmesi. Birçoğu Trump'tan önce de iktidarda olan bu politikacılara, Trump’ın bazen destek verip bazen de yaptıkları eylemleri eleştirmemesi, gizli bir onaya da işaret ediyor.
Trump'ın Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından Suudi Arabistan'a karşı tutumu, buna bir örnek. Trump, Suudi kraliyet ailesi üyelerinin, gazetecinin ölümüne karıştığının iddia edildiğine dair kanıtlar artarken bile açıkça Riyad’a destek verdi.
MacMillan'a göre, Trump yönetimde olduğu sürece de otokrat liderler, ABD'den herhangi bir ters tepki almamaya devam edecekler.
HABERE YORUM KAT