Travma
"Travma", tıp terminolojisine ait. Dışarıdan gelen bir etki ile vücutta meydana gelen tahribatı, yani bildiğimiz yaralanmaları ifade ediyor. Dengir Mir Mehmet Fırat'ın New York Times'ta yer alan ve tartışılan sözlerinde geçen travma ise, fizikî değil insan, daha doğrusu toplum zihnindeki kalıcı psikolojik tahribatı anlatıyor.
Fırat, Cumhuriyet devrimlerinin toplumu "travmatize" ettiğini (muhtemelen Türkçesi "travmaya yol açtığı" şeklindedir) söylemiş. Bildiğimiz psikolojik travma: Bireyin veya toplumun hayatını tehdit eden ve derin izler bırakan bir olaydan sonra başlayan kaygı belirtileri, ürkeklik, korku tepkileri; kısaca ruh sağlığındaki bozukluklar. Cumhuriyet devrimleri toplumun ruh sağlığını gerçekten bozdu mu?
Dengir Mir Mehmet Fırat, entelektüel birikimi yüksek, güven telkin eden saygın bir politikacı. Önü ve arkası dikkate alınmadığı için sözlerinin yanlış yorumlandığını söylüyor. Belli ki Fırat, bugün yaşadıklarımızı açıklamak için bir tarih muhasebesi yapmış. Üstelik kuraldır: Her devrim "travma" yaratır. Soracağımız sadece şu sorudur: "Ödediğimiz bedele değdi mi?" Ben, bu "travma" sözünden ziyade, gösterilen "travmatik tepkiler"in üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.
Dünya Klasikleri arasına benim favorim olan Saint Exupéry'nin "Küçük Prens"inde, tam da Fırat'ın bahsettiği "kıyafet devrimi"ne dair ironik bir anekdot vardır. Bir Türk bilim adamı, Küçük Prens'in yaşadığı gezegeni ilk keşfeden kişidir. Uluslararası Astronomi toplantısında bu keşfini açıklar. Başındaki festen dolayı onu kimse dinlemez. Sonra "dediği dedik" bir Türk önderi çıkar ve fesi çıkartıp şapkayı giydirir. Artık Türk bilginine herkes saygı göstermektedir. Exupéry, Avrupa'yı ve şekilciliği eleştirmektedir. Ama "Küçük Prens"in bu kısmı, yakın zamana kadar Türkçe tercümelerde yer alamamıştır. Travmatik olan, bu anekdottan rahatsızlık duymak değil midir?
Bizler büyük travmaların toplumuyuz. Bu travmaların başında savaşlar ve muhaceret gelir. En yakınından başlayalım. 1864'te başlayan Çerkes göçü, nesiller boyu devam eden bir travmaya yol açmıştır. 93 Harbi sonrasında, İstanbul'a akın eden Balkan muhacirleri yürek yakan bir hikâyedir. Hele Balkan Savaşları'nda katliama uğrayan ve yaşadıkları topraklardan sürülenlerin yaraları birkaç nesilde bile kapanmamıştır. Cumhuriyet'i kuran kadrolar bu travmaları kendi bireysel hayatlarında en ağır şekilde yaşayanlardan meydana gelmiştir. Cumhuriyet'in giriştiği reform hamlelerinin ve devrimlerin arkasında, her şeyini kaybetmiş, son bir hamle ile kalanı kurtarmış bir neslin gece rüyalarına giren kâbuslar durmaktadır. Bu yüzden Cumhuriyet'in ulus-devlet formunda inşa edilmesi doğru ve yerinde bir tercihtir. O berbat kâbuslardan kurtulmak için ulus yaratma teşebbüsleri ve bunun için toplumu silkeleyen, sarsan devrimler de o travmaların sonucu olarak yorumlanmalıdır.
Toplum bu devrimlerle sarsıldı, sonra mecraını buldu ve kendini demokrasi içinde ifade etti. Üstelik bu sağlıklı bünyeyi, medenî bütün ölçüleri yerle bir eden askerî darbelere rağmen sürdürdü. Ama Cumhuriyet Devrimleri, asıl bürokratik seçkin azınlık üzerinde bir travma yaratmış görünüyor. Atatürk Devrimleri somut prensipler olarak, Anayasa'nın 174. maddesinde sekiz kanun olarak sıralanıyor. Oturup bu kanunlara kimlerin uymadığına bakalım.
"Paşa" unvanı, askerlik mesleğini ataerkil bir otorite kaynağı olmaktan çıkartmak için yasaklanmıştı. 2590 sayılı devrim kanununa aykırı biçimde, bu unvanı bugün en çok kimler kullanıyor? Cumhuriyet'in savaş açtığı hurafeler arasında falcılık da vardı. 677 sayılı devrim kanununa aykırı olarak falcılara taşınanlar, astrolojiye inananlar ve gaipten haber almaya çalışanlar kimler?
Tarih kendi hükmünü veriyor. Türkiye tercihini doğru yaptı. Büyük mucizeler gerçekleştirdi. Devrimlerin kendisini değil, bu devrimleri bir istismar aracı olarak kullananlara bakalım. Atatürk devrimlerini iktidarı gaspetmek, dikta yönetiminin gerekçesi olarak kullanmak isteyenlerin yol açtığı travma, Cumhuriyet tarihi boyunca karşılaştığımız en büyük travmalar dizisi olmadı mı? Cumhuriyet Devrimleri'ne kimsenin itirazı yok. Ama her günümüz askerî vesayet haberleri ile, bizi kilitleyen darbe korkularıyla geçmiyor mu? İçinde yol aldığımız darbe sürecine rağmen, bir toplumun, "ne zaman darbe olacak" endişesi ile yaşamasından daha büyük travma olabilir mi?
Zaman gazetesi
YAZIYA YORUM KAT