Töre, örf ve adet!
H. Ziya Ülken, töre kelimesinin Türkçe "türemek" fiilinden gelmiş olabileceğini söyler. Türklerin Oğuz boyundan türemiş olmaları temeline dayanan bir gelenek ve âdetler düzenidir. Bir yerden bir yere göçüldüğü zaman belli bir düzene göre yerleşilir.
Töre, beşeri topluluğun fiziki ve sosyal çevreye uyumunu sağlayan yerleşik kurallar bütününe denir. Kelimenin Tevrat'ın aslı olan "tora"dan türediğini de söyleyenler vardır. Bu anlamı doğrudan köklü, kesin ve tanımlanmış hukuk kurallarına, şeraite karşılık olur.
İslam hukuk ve tefekkür mirasında "töre"den çok "örf ve irfan"a iltifat edilmiştir. Bu da iyilik, ihsan, cömertlik, hediye/atiye demektir. Bu anlamda örf ve irfanı dört ayrı anlam seviyesinde ele alabiliriz: a) Hukuk ve siyaset (Örf ve örfi hukuk), b) Sosyoloji ve kültür (Örf ve âdet). c) Kelam ve tasavvuf epistemolojisi (İrfan ve ma'rifet). d) Toplumsal sözleşme ve iletişim (Tearuf ve muarefe). e) Ortak ahlaki zemin (Ma'ruf).
Meşru töre, muhtevası açıklığa kavuşmaya muhtaç salt gelenek ve göreneklerde değil, örf zemininde ifadesini bulur. Bu açıdan törenin sorunlu türleri de vardır. Törenin, tarihimizde hukukta ve siyasetteki formu Osmanlı'da Hanedan'ın tahtını korumaya matuf örfi hukuk; siyasetteki anlamı ise katl'dır. Bu formuyla, töre referansını doğrudan ve açık bir biçimde İslam dininden ve fıkıhtan almaz, ancak resmî ulema buna şer'i bir çerçeve (meşruiyet) aramaya çalışmışlardır. Sosyo-kültürel seviyede törenin "örf ve âdetler" olarak oldukça geniş ve sivil bir alana yayıldığını söyleyebiliriz. Bunun bir yüzü sivil hukuka bakar: Örf olarak ele aldığımızda İslam hukukunda bağlayıcı kaynaktır. Örf her halükarda referans alınır, çünkü örf iyidir (7/A'raf, 199). Toplum hayatında doğmuş bulunan ve uzun zamandan beri uygulanması sebebiyle hukuken bağlayıcı sayılan, ancak yazılı olmayan hukuk kuralları bu ad altında toplanır. "Âdetler" seviyesinde ele aldığımızda törenin iyisi olduğu gibi kötüsü de olabilir. Kısaca "kötü örf" yoktur, ama "iyi âdet" olabileceği gibi "kötü âdet" de olabilir. "Âdet", ayrıldığı şeye, yere tekrar dönmek, avdet etmek manasında "avd" ve "avdet" mastarından yapılan bir isimdir. Avd, zaman zaman bir işi yapmak ve işlemek, bazı işleri ara sıra tecrübe ettikten sonra tekrar yapmak, bir işe başlayıp bitirip bir daha yapmak, ikilemek ve dönmek anlamlarına gelir. "Muavede" bir işin başına dönmek, bir şeyi âdet edinmek; Mead, dönülecek yer, yaratılmışların döneceği yer, ahiret yurdu demektir. İyi olduğu zaman örf'le aynı manada kullanılır.
Modernlik, emredici ve taşıyıcı araçlarıyla kendini empoze ettiğinde, bilumum örf ve âdetleri "geleneğin tasfiyesi" çerçevesinde yürürlükten, yani tedavül ve teamülden kaldırmak ister. Bu, modernliğin tasfiyeci ve tekçi (monist) karakterinin zorunlu sonucudur. Bunun için hukuku İlahi menşeinden ve beşeriyetin binlerce yıldır tecrübe edip nesilden nesile devrettiği örflerden arındırarak, içini manevi ve ahlaki özlerden kopararak salt kurallar ve kanunlar seviyesine indirgemek suretiyle yapar; kanunlar ve anayasalar aracılığıyla yapamadıklarını baskı politikaları ve otoriter rejimler üzerinden yapmaya çalışır ki, Batı-dışı dünyanın modernleşme tarihi bunun trajik örneklerinden ibarettir.
Örf ve âdetler tabiatları gereği birden fazladır, örf ve âdetlerin korunduğu, ama sıklıkla daha üst bir referansa (Kur'an ve Sünnet'e) göre test edilip tashih edildiği toplumlarda çoğul hayatlar, çoğul yaşama biçimleri vardır. Töre, örflerden kopup, belli bir âdet biçimine indiğinde zalimane olur. Âdeti insani kılan örf'tür. Bu manadaki âdeti El Hindi "İnsanların selim tabiatlarınca benimsenen ve tekrar edile edile kişilerin tutum ve davranışlarında yerleşen şey" olarak tanımlar. İbn Emir el Hace, âdetin "üzerinde tefekkür edilmeden tekrar tekrar yapılan şey haline geldiğinde" zalimane töreye dönüştüğünü söyler.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT