“Toplum ve Tarih Değerlendirmesinde Sabiteler Değişkenler”
Özgür-Der Ereğli Temsilciliği’nde işlenen bu ay ki usül derslerinin başlığı, “Toplum ve Tarih Değerlendirmesinde Sabiteler Değişkenler” idi.
Özgür-Der Ereğli Temsilciliği’nde her ayın ilk haftası gerçekleştirilen usül derslerinin bu haftaki başlığı, “Toplum ve Tarih Değerlendirmesinde Sabiteler Değişkenler” idi. İlk dönem İslam algısı ve örnekliği ile güncel konu ve yaşanılanların irtibatlarının kurulduğu, doğru bir usuli bilincin oluşması adına, faydalı değinilerin olduğu sunum, Hamza Türkmen tarafından gerçekleştirildi. Bahsi geçen konuda özet olarak şu değinilerde bulunuldu;
“Öncelikle yaşanmakta olan yılbaşı ve mevlit kandili’nin yerli yerinde değerlendirilmesi konumuzla da irtibatlı olarak değerlendirildiğinde önem arz ediyor. Toplumlarımızda saptırılmış Aziz Nicola/Noel Baba algısı ile, saptırılmış Hz. Muhammet inançları canlı örnekliği ile devam ediyor. Galat-ı Meşhur olan Mevlit algısı, Peygamberi hatırlama, anlama adına hasen olarak görülebilir fakat hududullahı aşmama kaydı ile. Ne yazık ki toplumumuzda çoğunluğu oluşturan Resul algısı, Nur-u Muhammediye inancı gibi Sünni ve Alevi inanç sisteminde tasavvuf felsefesindeki sudur inancı üzerine kuruludur. Pagan kültürün ürünü olan bu inanç, Allah’ın bizlere öğütlediği Kur’an’daki Rasul algısı ile çelişir. Allah’ın nurunun taşarak varlığı oluşturması doktrini, cahili saptırılmış bir inançtır, İslam ile hiçbir bağı olamaz. Kainatın efendisi bir beşer değil, Allah’tır. Doğru Rasul inancını Mevlit Kandili gibi zeminler kullanılarak bu topluma anlatarak ıslah etmek ile sorumluyuz.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, Al-i İmran Suresi 137.ayette “Yeryüzünde gezip dolaşın da sizden öncekilerin ne halde olduklarını görün”, Hac Suresi 46.ayette “Onlar yeryüzünde gezmezler mi?” gibi bir çok ayetinde hem tarih, hem de toplum değerlendirmesine dair vurgularda bulunur. Yine Rabbimiz Kur’an’da, yeryüzünde insanların dillerinin renklerinin farklı olmasının Allah’ın birer ayeti olduğu, insanların kendi aralarında anlaşmazlıklara düştükleri anlatılır. Rabbimiz ideal olanı da bizlere göstererek, Allah’ın vahyini şahitleştiren Rasulun yolunun takipçisi bir ümmet olmamızı talep eder. Mesela Musa a.s Tur dağına çıkıp kavminin içine döndüğünde, Samiri’nin kandırdığı kitlenin içinden, gerçekten Rasulun çizgisinin takipçisi bir ümmetin de olduğunu zikreder. Bakara Suresi 143. Ayette “ Biz hakikatin şühedası olan bir ümmet olun dedik. Rasul de size şahitlik etsin…”, Al-i İmran Suresi 120. Ayette “ Siz hayırda yarışan bir ümmetsiniz..” Enbiya Suresinde “ Sizin Ümmetiniz tek bir ümmettir.” Vurguları bu anlatılanları bir sorumluluk olarak bizlere hatırlatır.
Bizler günümüzde nimeti büyük ölçüde kaybetmiş bir ümmetin yetim bırakılmışlarıyız. Noel kutlamalarına katılan toplumun hali bunun çarpıcı göstergelerindendir. Peki bizler nimeti yeniden kazanacak, şahitliğini yaparak bu toplumu ıslah edebilecek bilince ne kadar sahibiz? Bunun üzerinde iyi düşünülmeli ve gereğini yerine getirmeliyiz. Rasulun yolunun takipçileri olarak, O’nun sünneti olan ilk ayetlerin gelmesi ile, toplumun içine çıkarak yapmış olduğu uyarı ve hatırlatmaları açıkça zikredebilmeliyiz. Rasulullah, ayetlerin şahitliğini yaparken birçok iftiraya, yıpratıcı söz ve şiddete uğramasına rağmen vazgeçmedi. Toplumun güncel sorunlarına değindiği gibi, Rum suresindeki vurgulardan anlaşılan, dünyadaki gelişmeleri de takip ettiği görülüyordu. Anlattıkları saptırılmak istendi, alaya alındı, yok sayıldı ama, bir taraftan da bu mesaj gündem oluşturdu ve toplumun hemen her tabakasına ulaşan bir etki uyandırdı. Bugün toplumlara mesajın ulaşmasının en güçlü kanalı medyadır. Özellikle insanların dinlenmeye çekildiği, güncel mevzuları bilmek istediği ana haber bültenlerinin olduğu saat aralıkları, toplumun İslami bilinçlenmesini etkileyecek en önemli araçtır. Bizler, İslami taleplerimizi gündeme taşıyacağımız bu araçları kullanacak çabayı göstermeliyiz.
Özellikle 1.dünya savaşı sonrası İslam coğrafyasının işgali ile, iktidarlara getirilen cahili ulus kimlikli yönetimler aracılığı ile sapkın batı kültürü topluma hakim hale geldi. Bizler bu kirlenmiş kuşatılmışlığı yeniden Kur’an neslini inşa ederek aşabilmeliyiz. İki dünya saadetinin yolu da buradan geçmektedir.
Toplum değerlendirmesinde Ümmet kavramından sonra zikredilmesi gereken diğer kavram da “kavim” kavramıdır. Dik durmak, kendini ayakta tutabileceğin bir güç anlamlarında kullanılan bu kavram, Kur’an’da birçok yerde zikredilir. Furkan Suresi 30. Ayette Rabbimiz “Benim kavmim bu Kur’an’ı mehcur/terkedilmiş bıraktı” vurgusu dikkat çekicidir. Kavim, Kur’an ırk temelli bir anlam olarak anlatılmaz. Buna benzer bir kavram olan “Millet” kavramı çok ciddi değişime uğramıştır. Kur’an’da millet; ya insanların dini, ya da şeriat manalarında kullanılır. Kafa sayısından oluşan bir topluluğu ifade etmekten ziyade, soyut bir manayı çağrıştırır. Batılı bir paradigma içinde Uluslaştırılma aracı olarak saptırılan bu kavram, ısrarla kullanılmaya başlandı. Yine aynı şekilde bu inanca hizmet etmesi için bir sıfat olarak kullanılan Türk kelimesi, isim haline dönüştürülerek sapkın ulusçu mantık inşa edilmeye çalışıldı. Tüm bu sapkınlıklara tavır alan, mücadele eden binlerce kanaat önderi ve Alim şahsiyet darağaçlarında asıldı, sürgün edildi. Büyük bir baskıya tabi tutulan dindar halk, kendi inançlarını muhafaza edebilme adına karşıtına sığınarak var olma söylemine de yaslandı. Fakat özellikle 1970’li yıllar sonrasında “Milli Dindarlık” gibi sorunlu bir form sahiplenilerek adeta yeni bir dini bilinç oluşmaya da başladı. Her şeye rağmen dinin toplum içinde muhafaza olması büyük bir imkanı da barındırmaktadır. Toplumumuz ne yazık ki ırk, soy, ulus gibi Kur’an dışı cahili şablonlar ile eğitildiği için, vahyin pak mesajını kitlelere ulaştırmak kolay olmayabiliyor. Anadolu’da 33’ten fazla kavmin varlığı yokmuş gibi kabullenilerek tek bir kavim üzerinden tarihsel, toplumsal değerlendirmeler yapmaktayız. Ayrıca bugünkü bilimsel gerçekler, saf duru bir Irk’tan da bahsedilemeyeceğini, çıkarılan gen haritalarında gen gruplarının birbirinden izler taşıdığını ve saf bir genin olmadığını göstermektedir. Bu sebeple modern anlamdaki bir ırkçılıktan da bahsedilemez.
Rabbimiz Kur’an’da, bir çok ayette tolum değerlendirmemize ışık tutan “insanların çoğu” ifadesi üzerinden, maide/49’da fasıktır, Rum/42’de müşriktir, İsra/89’da inkarcıdır, Yunus/36’da yalancıdır, nankördür gibi ifadeler kullanır. Yine Kur’an’dan yüz çevirir, aklını kullanmaz vs. gibi ifadeler de buna eklenebilir. Rabbimiz bu mesajları ile bizlere, asıl olanın çoğunluk olmak değil, akleden, bilinçli müslimler olmamız gerektiğini öğütler. Vahyin insanı fıtratı ile bütünleştiren, doğruyla buluşturan ve gerçek bir özgürlük hali oluşturan fonksiyonu da budur. Rabbimiz Müddessir Suresinde, “sekar” ifadesini kullanır. Tamamen gaybi olan, Rabbimizin ilmine dayanan bu konu ile ilgili insanların yaklaşımları üzerinden bir topluluk analizi ve sınıflandırması yapar ki, bu bizler için de toplumu değerlendireceğimiz önemli bir veridir. Rabbimiz ayetlerinde sürekli hatırlatmalarda bulunarak sapıtmış topluluklar değil, akleden, tefekkür eden, tedebbür eden, tezekkür eden insanlar olmamızı ister. Rasul ve ashabı da bu istikamet üzere, şahsiyetli bir şekilde Mü’min ve Mü’mineler olarak istişare edebilecek donanıma sahip ümmet olmanın örnekliğini bizlere göstermişlerdir.
Kur’an bizlere tarih konusunda özellikle kıssalar üzerinden güçlü mesajlar verir. Kıssalar vahyin bildirdiği şekilde tarihi gerçeklikler olarak anlatılır. Vahyin bildirdiği dışında yaşanmamış efsaneler şeklinde zikredilemez. Bu kıssalar, tarihi sadece bilgisel bir veri olarak değil, akl edip ibret almak için bahse konu eder. Kur’an kıssaları hadis/söz öğüt olarak da isimlendirir. Rabbimiz günleri topluluklar içinde döndürüp durduğunu belirtmiştir ki, b u da tarihin tekdüze bir çizgi şeklinde ilerlediği ya da arada geniş boşlukların olduğu kesitler şeklinde değil, döngüsel olduğuna işaret etmektedir. Yine tarihi bir gerçeklik olarak toplumlarım akıbeti de tarihi değerlendirirken Kur’an’ın kullandığı önemli bir kavramdır. Anlatılan tüm bu tarihe dair vurgular, ibret alınıp sorumluluk bilincinin kuşatılması, mücadele edilmesi içindir. Kıssalar üzerinde verilen tarih bilinci ile, Rasulullah’a ve bizlere mücadelemizde ufuk açmak için yaşanmış gerçeklikler üzerinden örnekler verilerek katkıda bulunulur. Tarihi evreler içinde bütün peygamberlerin hayatlarından yaşanmış kesitler, tamamen Rasulullah’ın güncel yaşadığı sorunlara çözüm üretme amacıyla gelmiştir. Bu sebeple tarih, bizler için sadece bilgi kaynağı değil, mücadeleyi yönlendirecek, akletmeye sevk edecek fonksiyon icra eder.
Tarih ve toplum değerlendirmesi vahyin birçok ayetinde iç içe değerlendirilmiş olduğu görülür. Sünnetullah, bu anlamda önemli bir kavramdır. Kur’an’da kısaca Rabbimizin yasası şeklinde kullanılan bu kavram, toplumların tarih içinde hangi istikamet üzere değer ifade ettiği ve akıbetlerinin nasıl değişebileceğine dair çarpıcı mesajlar verir. Bu manada “ Bir kavme verdiğimiz nimeti o kavim kaybederse biz de o toplumun halini bozarız.” Ayeti dikkat çekicidir. Rasulullah’ın miras bıraktığı salih, güçlü bir toplum modelinin bozularak iktidar alanındaki nimetin yitirilmesine, Muaviye Yezit çizgisinin siyasi tavrı örnek verilebilir. Özellikle İslam topraklarının genişlemesi ve yeni coğrafyalardaki toplulukların yeterli eğitim öğretimden geçirilmeden usuli bilince sahip olmaksızın islama girişleri, güçlü bir bünyeye sahip olan ümmeti zaafa düşüren etkenlerdendir. Yine aynı şekilde yeni kültürlerdeki bilgileri öğrenme adına yapılan çeviri çalışmaları ile, faydalı ilimlerin yanında bir çok içi boş, gayba taş atan, vahyi çizginin dışında cahili anlayış ve inançlar da ümmetin bünyesine sirayet etmeye başladı. Bu sebeple tarihi seyir içinde itikadi sapma da kitleselleşmeye başladı. Mevlit kandili formlarına da bulaşan “Sudur İnancı” bu kültürün bir parçasıdır. Toplumumuzda yaygın olarak kabul gören Nur-u Muhammediye inancı bunu ifade eder. Rabbimiz “Ey İman edenler iman edin” buyururken buna benzer itikadi sapmalara dikkat çekerek, bizlere yeniden bir bilinçlenme öğüdü vermektedir.
İslam coğrafyasındaki iç dinamizm Malik b. Nebi’nin değimi ile, her şeye rağmen hicri 4.yy’a kadar devam etti. Ümmet bu döneme kadar diri bir şekilde toplumsal modelliğini örnekliğini gösterebildi. Fakat özellikle son örnekliklerden olan Muvahhidler Devleti’nin yıkılması ile beraber, bu dirilik de kaybolmaya başladı. Yine de ümmeti ayakta tutacak, nimeti yeniden kazanabileceğimiz bu form, güçlü bir şekilde olmasa da bizlere kadar ulaştı. Islah çizgisi diyebileceğimiz bu hattın güçlü bir şekilde bugün tarih sahnesine yeniden dönmeye başladığını da gözlemlemekteyiz.
Rabbimiz Enfal suresi 53. Ayette nimeti kaybedenlerin akıbetlerini bizlere haber verirken, yönetimde saltanat sapmışlığı ile şura formunun yitirilmesi, itikatte de Kur’an’ın ve yaşayan mütevatir sünnetin bütünlüğünden kopuşumuz ile oluşan toplumsal iç çürümemizin sebeplerine dikkat çeker. Dirilişimiz de, kaybettiğimiz bu bilinci yeniden diriltmekle mümkün olacaktır. Önemli zaaflarından biri olan tarihe iktidar merkezli bakışımız değişerek, ümmet merkezli olmalıdır. Bugün mesela Mısır’daki intifada bir mağlubiyet olarak görülmektedir, oysa asıl olan bu değildir. Mısır’ın mücadelesi şuan bir dünya gündemidir. Oradaki kardeşlerimiz hayatlarını ortaya koyan bir mücadele ile yeniden dirilişin şahitliğini yapıyorlar. Rabbimizin de bizlerden istediği, vahyin şahitliğini gösterebilen örnekler olabilmemizdir. Kazanım budur, galibiyet budur.”
Program gecenin geç vaktine kadar süren soru ve cevaplar ile son buldu.
HABERE YORUM KAT