Toparlanın, Biri Bizi Gözetliyor!
Tekrarlanacak olan İstanbul seçimlerinde adaylarımız bizlere yeni projelerini açıklamaya devam ediyor. Ne kadarı gerçekleşir, ne kadarı vaad boyutunda kalır bunu zaman gösterecek. Bu durum projelerin yararlı ve gerekli olup olmadığı konusunda da geçerli sanırım. Örneğin, adaylarımızdan birisi; “daha fazla güvenlik gerekçesi ile tüm sokakları kamera ile donatacığını” söylüyor.
Şimdi denebilir ki; bunda ne var hergün taciz, gasp, şiddet, istismar haberleri alıyoruz, böyle bir tedbirin ne sakıncası olabilir? Doğrudur, bu tarz haberler tedbir almayı gerekli kılmalı,ancak insan sormadan edemiyor. Bu kameraları kim kontrol edecek? Veriler nerede toplanacak? Kimlerle paylaşılacak? Özel hayatın mahremiyeti konusunda nasıl bir hassasiyet gösterilecek? Şehrin sokak sokak “açık cezaevine” dönüşme riski nasıl kontrol edilecek?
Devlet sorumluluğunu; toplum organizasyonu, düzenlenmesi ve bireyin lehine sınırlandırılmasını şeklinde beklerken, giderek paranoya boyutuna ulaşan bir güvenlik endişesine kapılmak, artık seçim vaadi olarak karşımıza çıkıyor. Burada sorumluluk sahibi olan yetkililer; “arsız ve uğursuz tiplere engel olamıyoruz, bu yüzden hepinize ‘potansiyel suçlu’ muamelesi yapıp, gözetim altına alıyoruz!” demek istiyorlar sanırım.Ayrıca bunu vaad eden, devletin toplum güvenliğinden sorumlu kurumları değil, yerel yönetim adayı! Bu da başka bir sorun sanırım!
Aslında “Gözetim Toplumu” ilk olarak 1984 yılında dillendirilen bir kavram. Bu kavramın üzerinde durulmasının nedeni; kişisel hayatımızın hassas ayrıntılarının, her gün büyük şirketlerin ve devlet dairelerinin dev bilgisayarlarında toplanıyor, saklanıyor ve işleniyor olması. Teknolojinin geldiği bu nokta gözetimin daha da derinlere sızmasına neden oldu. Birçokları tarafından bugün dillendirilen “bilgisayarlar bizi kontrol ediyor” ifadesi bu haliyle, teknolojik belirlenimciliğin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor.
Dünyanın her yerinde farklı amaçlarla kurulan veri tabanı şirketleri,muhtelif konularda veriler toplayıp, bunlarla ilgilenen pazarlama şirketlerine satıyorlar. 1991 yılında Amerika’da gösterilen “Nerede Yaşadığını Biliyoruz” belgeseli, özellikle tüketici gözetimi için kullanılan elektronik aygıtların çoğunu teşhir etti.
Telefonların gizlice dinlenmesi ve öteki mesaj dinleme biçimleri zaten yıllardır, casusluk ve haber alma servislerinin ortak kullanımında. Dün sınırlı bir alanda, belirli insanlara yapılan bu gözetim, bugün sıradan insanların gündelik yaşamlarının rutinlerinden oldu.
Gözetim, göze batmayan yollardan yayılıyor. Çoğu zaman verimlilik ve üretkenlik gibi hedefleri izleme amaçlı, karar ve süreçlerin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Gözetleme yapanlar insanların ne yaptıklarını kontrol etmek, kaydettikleri ilerlemeyi izlemek, örgütlenmek veya korunmak için gözlemliyor. Şekli ve araçları değişse de, eski uygarlıklardan beri vergi, askerlik hizmeti, güç tespiti gibi amaçlarla nüfus kayıtları tutuluyor.
Geniş ölçekli sistematik gözetim ise, ulus devletler içinde askeri örgütlenmenin, sanayi, kasaba ve kentlerin, devlet idaresinin ve kapitalist işletmelerin büyümesiyle gelişti.
Gözetim, bazen de dinsel bir öğretinin tahrifi neticesinde ortaya çıkıyor. Batıda polis merkezlerinin gözetim uydusunun ‘yehova gözü’ keskinliğinde yorumlanıp, kesin sınırlarla kaçınılamaz olarak anlatılması bundan dolayı. Dinin sevgi ve güven esasını kullanmakda gözetimin diğer bir boyutu. Bir günahkârın rahibe günah çıkarması, birilerine olan bağlılığından, sevgi ve güveninden kaynaklanıyor!
Bir zamanların meşhur programıydı, “biri bizi gözetliyor!” Bir eve yerleştirilmiş müptezellerin tüm ahlaksızlıklarını, programın müptelalarına ifşa etme yarışına girdiği bir programdı. Sanırım gözetleme işi çok hoşumuza gitmiş olacak ki, yaygınlaşarak devam etti ve daha fazla “teşhir toplumu” haline dönüştük! Belki de felsefemizi düşünmek yerine, “görünüyorum o halde varım” tarzında değiştirme vaktidir!
Alışveriş merkezlerindeki kameraların veri gönderdiği merkezler, gsm oparatörlerin aldığı sinyallleri bulunulan mekânların mesaj birimlerine yönlendirmesi, anında telefonlarımıza gelen reklam mesajları bizi bulunduğumuz mekânda alışverişe “teşvik” eden uygulamalar. Bunlar çoğumuzun sıkça yaşadığı sıradan durumlar olsa gerek.
Yine birçoğumuz şahsi bilgisayarlarımız üzerinden ihtiyacımız olan bir ürünü aradığımız zaman, arama sonrası bilgisayarımızın reklam yönlendirmelerine maruz kalmışızdır sanırım.
Konumuz dolayımında değerlendirecek olursak teknolojinin bizi getirdiği kültürel nokta, “dikizleme kültürü” olsa gerek! Teşhirci bireylerin sanal mecraları, mahremiyet ölçümüzü giderek aşındırıyor. Öyle ki, yaşantımızı teşhir etmek ve başkalarını dikizlemek karşı koyul(a)mayan bir dürtü haline dönüşmüş durumda.
Oysa İslam ahlakında yasaklanan düşkünlüklerden birisidir “tecessüs!” Kendini ilgilendirmeyen şeyleri, belli etmeden öğrenmeye çalışma; bir şeyi ille de görme, anlama merakıdır bu düşkünlük!
Yukarıdaki örnekteki gibi reality şovlarla başlayıp, yeni medya araçları ile devam eden süreç büyük bir teveccüh görmüş ve röntgenciliğe meşru bir temel hazırlamıştır. Bilme ve bilinme dürtüsü bunun en esaslı gerekçesi.
Bugün hangi mahalle bakkalına girerseniz girin birden fazla kamera ile karşılaşacaksınız. Gerekçesini sorduğunuz zaman alacağınız cevap malumdur, güvenlik. Acaba bizi bu hale gerçekten kaygılarımız mı getirdi? Yani bütün müşterilerimizden, hatta bakkalın önünden geçen herkesten şüphe eden bir toplum nasıl olduk? Bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor.
Güvenlik, gözetlemenin güçlü bir gerekçesidir. Korku duygusundan beslendiği için rasyonel olması beklenmez. Şüphesiz “modern ötesi” çağda korumak için de sayısız sebep vardır. Ancak korkularımızın birçoğu kendi deneyimlerimizin sonucu değil. Akşam haberlerde izlenen, dünyanın bilmem neresinde yaşanan bir market soygunu, mahallemizdeki bakkalımızın korkularını besleyebiliyor. Sonuç olarak korkularımızı besleyen, korkularımızdan beslenen devasa bir sistemin içine kaybolup gidiyoruz.
O zaman tekrar soralım; İstanbul’un her sokağını kameralar ile donatmak, bizim korkularımıza çare midir yoksa korkularımızı mı besler? Eminlik sıfatını kaybetmiş bir toplumda, korkularımızı besler sanırım?
Peygamber (as) “Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer ve araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun” buyuruyor.
Suç şahsidir, ortaya çıkana kadar da suç değildir. Bir dönem sokaklar kapkaççılardan geçilmiyordu, şimdi neredeler? İstendiği zaman toplumun güvenliği, toplumun huzuru bozulmadan sağlanabilir. Bunun için belediye başkanımızın her sokağı “gözetleme evine” çevirmesine gerek kalmaz umarım!
Bu vesileyle tüm müminlerin Ramazan Bayramını tebrik ediyor, birbirinden emin olan ve ancak Rabbimizin gözetiminden korkan bir toplum olabilmeyi niyaz ediyorum. Allah’a emanet olunuz.
YAZIYA YORUM KAT