Tom Amcanın Kulübesinden Sam Amcalığa
Tom Amcanın Kulübesi’nden çıkan biriydi Obama. Fakat –başlangıçtaki bütün farklılıklarına rağmen- Sam Amca’ya benzemesi, dönüşmesi çok uzun bir zaman almadı.
Harriet Beecher’in Tom Amcanın Kulübesi adlı bu kitabını Ali Emre okuyucularımız için değerlendirdi.
Ali EMRE / Haksöz Haber
Obama ve Tom Amcanın Kulübesi
4 Kasım’da ABD seçmeni sandık başına giderek başkanlık seçimi için oy kullanacak.
Öğrenilmiş, bir imaj olarak üstüne giydirilmiş sempatik tavırlarına, farklı bazı yönlerine, kimi konularda eskisine göre daha dengeli politikalar izlemesine, “emperyalizm ve sömürü” anlayışına yeni ve daha yumuşak bir çehre kazandırmasına rağmen Obama’nın işi hâlâ zor görünüyor.
Zira bu siyahî başkan, halk gözünde bir “kahraman” olmadığı gibi Amerikalıları başarısı ile ikna etmiş, seçimlere rahat bir tavırla giren usta bir politikacı görüntüsü de vermiyor. Bu arada, Amerikan seçmeninin -birkaç sürpriz dışında- başkanlarına genellikle ikinci dönem şansı tanıdığını belirtmek gerekiyor. İkinci dönem seçilemeyen son ABD Başkanı, Körfez Savaşı galibi baba Bush’tu.
*
1961 doğumlu Barack Hussein Obama, bundan dört yıl önce 4 Kasım 2008’de yapılan başkanlık seçimlerinde % 52'lik rekor oy oranıyla 44. ABD başkanı seçildi. 20 Ocak 2009’da, görevi 43. başkan George W. Bush'tan devralarak resmi görevine başladı.
Çocukluk ve gençlik yılları -birçok siyahî insan gibi- sıkıntılarla, göçlerle, tutunma çabalarıyla geçmiş bir isim Obama: Annesi ve babası o iki yaşındayken ayrılıyor. Babası, öz vatanı Kenya’ya dönerken annesi başka biriyle evlenip Jakarta’ya taşınıyor. Okumak için Hawai’deki akrabalarının yanına gidiyor on yaşındayken. Annesiyle ayrıldıktan sonra yalnızca bir kere gördüğü babası 1982’de ölüyor.
Okumaya ve ayakta kalmaya çalışan Obama, bizzat kendisinin kaleme aldığı anılarında, gençlik yıllarında acılarını, özlemlerini ve küçümsenip dışlanmasını bastırabilmek için bir süre alkol ve uyuşturucu kullandığını söylüyor. Hawai’de lise eğitimini tamamlayınca, Los Angeles’taki Occidental College’e giriyor. Burada iki yıl öğrenim gördükten sonra yeni bir göç başlıyor ve New York’taki Colombia Üniversitesi’ne devam ediyor. 1983’te bu okuldan da dereceyle mezun oluyor. 1985’te Chicago’ya yerleşiyor ve bir aidiyet arayışı eşliğinde Trinity United adlı Hıristiyan kilisesine katılıyor. 1988 yılında yılında girdiği Harvard Hukuk Fakültesi’nden, 1991’de büyük bir başarı göstererek mezun oluyor. Harvard Law Review adlı yayının ilk siyah editörü oluyor bu okulda. Okula girdiği yıl tanıştığı Michelle ile 1992 yılının Ekim ayında evleniyor. 1999’da ilk kızı Malia ve 2001’de ikinci kızı Sahsa dünyaya geliyor. Politikaya ilgi duyan Obama, 1996 yılında, Illinois Eyaleti’nden senatör seçilerek bu alanda ilerlemeye başlıyor.
Kendi içinde bir başarı öyküsü olmasına rağmen, gelinen noktada, birçokları için büyük bir hayal kırıklığı oldu Obama. Bazı konularda iyi laflar etmesine, eskisine göre daha kuşatıcı ve umut aşılayıcı bir perspektifle yola koyulmasına rağmen, kendisini çevreleyen murdar mekanizmaya teslim olmakta gecikmedi. Onu büyük bir sevgi, değişim talebi ve görece daha barışçıl bir dünya özlemiyle alkışlayanlar, başa geldiğinde günlerce kutlama yapanlar hatta köylerinde içecekleri suları bile yokken adına deve kesenler yanıldıklarını kısa sürede anladılar.
Kendi ülkesindeki ürkek ve başarılı sayılamayacak yönetiminin yanında genel konjonktürde de ciddi bir değişim başlatamadı Obama. Direnemedi. Değiştiremedi. Çabuk yoruldu. Silikleşti. Zulmün, emperyalizmin, sömürünün, vahşi kapitalizmin kanlı bakracından içmeye koyuldu o da. ABD için bir bataklığa dönen Irak’tan çekilme kararı alsa da Afganistan onunla birlikte daha büyük bir kan gölüne döndü. Yoksullar, ezilenler, küresel kapitalizmin boyunduruğu altında inleyenler için ciddi hiçbir politika geliştiremedi. İran’a bakışı değiştirebilecek önemli ve kalıcı hiçbir adım atmadı ve düşmanlığı körükledi. Kafa karışıklığından kurtulamadı. Ve en son, daha önceki tutumu ve vaatleriyle çelişmek pahasına, Filistin’in bir devlet olarak BM’de tanınmasına vize vermeyeceklerini açıkladı. İsrail’in tarafını tutmaya devam etti.
*
Tom Amcanın Kulübesi’nden çıkıp Beyaz Saray’a yürüyen bir isimdi Obama.
Yayımlandığında büyük bir ses getiren, dünyayı değiştirdiğine inanılan kitaplardan biriydi Harriet Beecher’in Tom Amcanın Kulübesi adlı bu kitabı.
Bundan tam 160 yıl önce yayımlandığında, “dünya roman tarihinin en sansasyonel olayı” olarak nitelendirilmiş ve kısa sürede onlarca dile çevrilmişti. Yazarı, Amerika’nın hem en sevilen hem de en çok nefret edilen kadını hâline gelmiş, tiyatroya da aktarılan roman yüz yıldan fazla bir süre sahnelerde oynanmıştı.
Amerikan iç savaşında yazarla tanışan Lincoln, “Demek bu büyük savaşa neden olan küçük hanım sizsiniz.” sözleriyle övmüştü yazarı. “Bu kitap Tanrı’nındır, ben sadece O’nun söylediklerini kaydettim.” diyerek kitabını savunmuştu Beecher.
Aslında zayıf bir kurguya ve melodrama, yanlışlarla ve tahrifatlarla dolu bir içeriğe, basmakalıp tiplere sahipti Tom Amcanın Kulübesi. Fakat köleliğin yarattığı zulmü açıkça anlatmakta, insanlık dışı uygulamaları göstermekte ve güçlü bir duyarlılık halkası oluşturmakta başarılı oldu. Kitabı bugün okuyan birinin bile dehşet içinde kalacağı, zaman zaman gözyaşlarını tutamayacağı, hem ezilen kölelere karşı büyük bir merhamet hem de zorbalara yönelik bitimsiz bir öfke ve nefretle dolacağı muhakkak.
Evet, işte bu Tom Amcanın Kulübesi’nden çıkan biriydi Obama.
Fakat –başlangıçtaki bütün farklılıklarına rağmen- Sam Amca’ya benzemesi, dönüşmesi çok uzun bir zaman almadı.
HABERE YORUM KAT