Tiyatroya karşı çadır tiyatrosu
İran’ın yaptığı bir tiyatroyduysa, İsrâil’in yaptığı, yallah yallah bir vodvil, hattâ çadır tiyatrosuydu.
Süleyman Seyfi Öğün / Yeni Şafak
Gelişmeleri hatırlayalım. Evvelâ İsrâil İran’ın Şam Konsolosluğunu vurdu. Bu saldırıda, uluslararası hukukta İran toprağı sayılan bu binâda çok sayıda İranlı yüksek rütbeli subay hayâtını kaybetti. İsrâil’in niyeti bir denklemi bozmak, Gazze savaşının tesir sâhasını genişletmek, doğrudan İran’ı bu savaşa dâhil etmekti. Bu durumda Batı desteği hemen gelecek ve İsrâil de Büyük İsrâil’i inşâ etmek fırsatı yakalamış olacaktı. İran hakikaten de sıkışmıştı. Gazze katliâmını uzaktan seyretmiş, Lübnan ve Sûriye’deki unsurlarını susturmuş, coğrafyadaki denkleme sâdık kalmayı tercih etmişti. Ama bu defâ kaçacağı bir yer kalmamıştı. Günler sonra, adını, adresini ve zamânını vererek İsrâil’e çok sayıda Kamikaze drone ve füze ile İsrâil’e saldırdı. Devreye giren ABD ve Birleşik Krallık uçakları ve savunma sistemleri bunları havada avladı. İsrâil saldırıyı neredeyse hasarsız atlattı.
Aslında İran, tam da Ortadoğu denklemini muhafaza etmek isteyen ABD’nin istediği gibi davranmış oldu. Hattâ bu eylemiyle ABD’nin, İsrâilli faşist siyâsal kadrolarının tahriklerine ve oyununa gelmemesini sağlamış oldu. Bâzı çevrelerin, İran’ın pısırıklığı olarak değerlendirdiği bu tabloyu ben farklı görüyorum. İran, son derecede zekî bir siyâset yürüttü. Bence istediklerini elde etti. Ölçülü saldırı ile bir taraftan İsrâil’i cevapsız bırakmamış oldu. Diğer taraftan, çok daha kuvvetli bir saldırıyı yapabileceğini hissettirdi. Nihâyet hem kendi iç hem de coğrafyadaki İran yanlısı kamuoyunu rahatlattı. Yâni tâbiri câiz ise “hamamın namusunu” kurtardı. Dahası, denklemin içinde kalacağını ortaya koymuş oldu.
İsrâil’in de bâzı kazanımları olmadı değil. En başta dünyâ kamuoyu nezdinde Gazze katliâmını unutturdu. İkinci olarak ise, yine dünyâ kamuoyunun nazarında “kendisine saldırılan” bir devlet olarak yıpranmış imajını görece de olsa tâmir etti. Ama kayıpları daha fazla oldu.
İsrâil en başta, kendisine başka bir devlet tarafından asla saldırılamayacağı şeklindeki yaygın ve yerleşik algıyı bozdurmuş oldu. Dahası, eğer bu tarz bir saldırı daha geniş çaplı olarak bir daha vâki olursa tek başına bunu göğüsleyemeyeceği de çok bâriz olarak ispatlanmış oldu. Ama en büyük kaybı, kendisini savunan ABD ve Birleşik Krallık nezdinde elinin düşmesi oldu. ABD, eğer İran’a ağır bir karşı saldırı yaparsa ve bunun akabinde daha şiddetli bir İran saldırısı gelirse, İsrâil’e aynı desteği devâm ettiremeyeceğini açıkça ilân etti. Bu, İsrâil için en kötü korkuyu; yalnız bırakılma korkusunu kendisine derin bir şekilde hissettirdi.
Hâsılı, İsrâil emeline nâil olamadı. Atlantik’i coğrafyaya çekemedi. Bu sûretle, başından beri Rusya ve Çin’in, Ortadoğu’da kendisinden yana müdâhil olması için uğraşan; lâkin netice elde edemeyen hasmı İran ile eşitlenmiş oldu.
İsrâil bu hâliyle tam da ABD’nin kucağına düştü. Artık Gazze’de de eski fütursuzluğu ile davranamayacak. AB ise bu fırsatı doyum tokum kullanacaktır. Nitekim, İsrâil’in plânladığı Refah katliâmını asla kabûl etmeyeceğini; dahası, Batı Şeria’daki kanunsuz yerleşimciliği cezâlandıracağını ifâde etti. Hâsılı, artık İsrâil’in eli yavaş yavaş düşmeye başladı. Bunun en açık göstergesi, İran’a yaptığı son derecede cılız misilleme teşebbüsü oldu. Herkesin alay ettiği, tiyatro olarak küçümsediği İran saldırısı karşısında çok daha zavallı kalan ve İsrâil’in prestijini sarsan “gûya” bir misillemeydi bu. İran’ın yaptığı bir tiyatroyduysa, İsrâil’in yaptığı, yallah yallah bir vodvil, hattâ çadır tiyatrosuydu.
Esas soru, bundan sonra İsrâil’in tâkip edeceği yolun ne olacağıdır. Gazze’de sıkıştırdığı, ezmeye çalıştığı mâsum ve mazlum Filistin halkının âhı çıkmaya başlayacak görünüyor. İsrâil, muhtemelen savaşı Lübnan, Sûriye ve Irak’a doğru büyütmek isteyecektir. Bu coğrafyadaki İran’a müzâhir unsurlara karşı saldırılarının son günlerde artması da buna işâret ediyor. Batının desteğini de ancak bu sûretle almaya devâm edebilir. Yâni İran’a, en azından şimdilik diş geçiremedi ama Şiî Hilâli’ndeki operasyonlarını yoğunlaştırmasına bir mâni yok.
Bu hâdiselerin Türkiye’yi alâkadar edecek doğrudan veyâ dolaylı neticeleri olacağı muhakkak. Eğer İsrâil, Sûriye ve Irak’taki İran’a müzâhir unsurlara saldırılarını yoğunlaştırmaya başlarsa, İsrâil ile yakın ilişkilere sâhip olan PKK’nın bu sürecin içindeki konumunun ne olacağını doğrusu çok merak ediyorum. Bunu bilhassa Sûriye için çok hayâtî gördüğümü söylemeliyim. Eğer PKK-PYD , bu hesaplaşmaya İsrâil’den yana dâhil olursa, PKK-İsrâil ittifâkı üzerinden şekillenen manzaranın Türkiye açısından çok düşündürücü olacağı âşikâr.
Ama esas dikkat çekici olan, Türkiye’nin, Irak hükûmetinin de desteğini alarak Irak’a, nisan sonu, mayıs başı gibi yapacağını ilân ettiği harekâtın âkıbeti ile bağlantılı. İsrâil saldırıları Irak’ta da mâkes bulur ve bu memleketi de istikrarsızlaştırır mı? Bu istikrarsız durum, Türkiye’nin operasyonuna nasıl tesir eder? Asker sayısı neredeyse 300.000’i bulan tam teçhizatlı, üstelik Irak kanunlarınca meşrû olan; üstelik PKK ve KYP ile yakın ilişkileri olan İran yanlısı Haşdi Şâbî Örgütü Türkiye’nin bu teşebbüsü karşısında nasıl bir tavır alacaktır?
Hâsılı, bu bahar ve yaz günleri hakikaten de çok çetin geçeceğe benziyor...
HABERE YORUM KAT