Teşkilatı mı Cezalandıracaksınız, Zihniyeti mi?
Ergenekon ve Balyoz davaları sürerken yayımlanan Büyük Medyada Ergenekon Haberciliği (Mayıs 2011) başlıklı kitabımın birinci cildinin sunuşunda şöyle yazmıştım:
“Bu kitabın başlığındaki ‘Ergenekon’ sözcüğünü ‘teşkilat’tan çok ‘zihniyet’ anlamında kullandım. (...) Demek ki, ‘Ergenekonculuk’ denilen faaliyet alanı hakkında tam bir bilgi sahibi olmak için bu alanı yalnızca ‘teşkilat’ tarafıyla değil, ‘zihniyet’ tarafıyla da irdelemeliyiz. Bu cümleden olmak üzere, Ergenekon şebekesiyle hiçbir örgütsel bağı olmamış, onun kriminal faaliyetlerine hiçbir biçimde katılmamış, dolayısıyla yasal bir suçlamaya maruz kalmamış ve kalmaması gereken; fakat oynadıkları rol itibarıyla Ergenekonculuğun zihni temelinin oluşumuna katkı sunan kimi siyasi-medyatik toplumsal aktörler de mutlaka genel analizin içine alınmalıdır.”
Kitaba o notu düşmemin nedeni, darbe davalarının, Ergenekonculuğun teşkilat yapısına dahil olanların yanı sıra, sırf zihniyet olarak Ergenekonculuğa yakın olanları da kapsayacak şekilde genişlemesiydi... Bu notu düşmüştüm, çünkü kitabım Ergenekoncu zihniyetin temel taşıyıcısı durumundaki medya kesimlerini hedef alıyordu ve kitaptaki eleştirilerimin, bu kesimlerin de tutuklanıp yargılanmalarını isteyenlerin yürüttüğü kampanyanın bir parçası olarak kullanılmasından korkmuştum.
Sonrasını biliyoruz: Gülen Cemaati’nin, kendi örgütsel çıkarları için davaların gerçek delillerinin arasına attığı “parça”lar ve yukarıdan beri izah etmeye çalıştığım zihniyet polisliğinin marifetleri yüzünden darbe davaları murdar edildi ve Türkiye çok büyük bir fırsatı kaçırdı.
Kendi kelimelerimle bir defa daha vurgulayıp tekrar edersem, olan şey şuydu: Davalar boyunca, “Ergenekon şebekesiyle hiçbir örgütsel bağı olmamış, onun kriminal faaliyetlerine hiçbir biçimde katılmamış, dolayısıyla yasal bir suçlamaya maruz kalmamış ve kalmaması gereken; fakat oynadıkları rol itibarıyla Ergenekonculuğun zihni temelinin oluşumuna katkı sunan kimi siyasi-medyatik toplumsal aktörler” de suçlandı ve sonuçta popüler deyişle kurunun yanında yaş da yandı.
Sırf Gülen cemaatinin gazetelerinde yazdılar diye profesyonel gazetecileri tutuklamak başta olmak üzere, soruşturma sürecinde ortaya çıkan kimi uygulamalar ve hatalar eski dönemi fena halde hatırlatmıyor mu?
Yegâne Delil Bir Fetullah Gülen Kitabı
Benzer hataların FETÖ soruşturmaları bağlamında tekrar edildiğine dair haberlere her gün bir yenisi ekleniyor. Tıpkı o dönemdekine benzer biçimde bir yanda sırf zihniyet akrabalığı nedeniyle tutuklananlar var, bir yanda da böyle bir akrabalık iddiasının absürd göründüğü örnekler...
Mesela, yegâne suç delili, odasında bulunan bir adet Fetullah Gülen kitabı olan öğretim üyesi Candan Badem örneği:
“TUNCELİ Munzur Üniversitesi Tarih Bölümü Başkanlığı görevinden hakkındaki FETÖ/PDY soruşturması kapsamında 3 ay önce görevden alınan Doç. Dr. Candan Badem, yayınlanan son Kanun Hükmündeki Kararname ile üniversiteden atıldı.
Munzur Üniversitesi'nde Tarih Bölümü Başkanı iken, FETÖ/PDY soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan, daha sonra 3 ay geçici olarak görevden uzaklaştırılan Doç. Dr. Candan Badem'in dün gece yayınlanan Kanun Hükmündeki Kararname ile üniversitedeki görevine son verildi.
FETÖ/PDY soruşturması kapsamında üniversitedeki odasında yapılan aramada, Fethullah Gülen'in 'Asrın Getirdiği Tereddütler 4' kitabı bulunan Doç. Dr. Badem, gözaltına alınmıştı. Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde sorgusu tamamlanan Doç. Dr. Candan Badem, adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.” (Hürriyet, 2 Eylül).
Badem, üç ay önceki gözaltının ardından serbest kaldığında, "Ateist, Marksist, sosyalist biriyim, beni nasıl FETÖ’yle ilişkilendiriyorsunuz?" diye sormuş, ardından da "Adımı FETÖ soruşturmasına karıştıranların niyeti soruşturmalara gölge düşürmek olabilir" demişti.
Türkiye böyleyken, devlet böyleyken, yargı böyleyken Candan Badem’in bu iddiası için öyle kolayına “saçmalıyor” deyip geçebilir misiniz?
Eski Bakanların Kuşkuları
Bu çerçevede ilginç bir kulis bilgisini Karar gazetesi yazarı Elif Çakır aktardı. Çakır, Başbakan Binali Yıldırım’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) hükümetlerinde görev yapmış eski bakanlara verdiği yemekte, bu yöndeki kuşkuların da dile getirildiğini yazdı. Konu, yemekte, eski AK Parti milletvekili İdris Şahin’in tutuklanması haberi nedeniyle gündeme gelmiş... Binali Yıldırım, Şahin’in tutuklandığı haberini toplantıya girerken öğrenmiş, kelepçeli fotoğrafını görünce de çok üzülmüş. Elif Çakır’ın yemekten aktardığı bilgi ve onun üzerine bindirdiği kendi yorumu şöyle:
“(Yemekte) yargının içinde FETÖ davasını itibarsızlaştırmak isteyen yargıçlar olabileceğine dair kuşkular ifade edilmiş.
Bu son konu beni de zaman zaman düşündüren bir mesele.
Görüntüde FETÖ ile mücadele ediyormuş gibi yapıp, gerçekte ise bu önemli davada kasıtlı usül ve esas hataları yaparak toplum nezdinde bu davayı sulandırmak, bu davanın itibarının zedelenmesi için gerekli zeminin sağlanmasına hizmet edenler var mıdır? Türkiye Cumhuriyeti devleti açısından hayati bir öneme sahip bu davada siyasi iradenin azami dikkat ve hassasiyet içerisinde olması gerekiyor. Tamam, yargıda 2010-2014 yılları arasındaki gibi güçlü değiller... Ancak yine de bu kez, yoğurdu yerken dahi üflemek gerektiğini düşünüyorum.
Bu kez yanlış yapma, ‘Pardon’ deme lüksümüz yok. Bu yapı giderayak, AK Parti’nin, hükümetin ve devletin içine dinamit koymaya kalkışmasın.” (Karar, 3 Eylül).
Ahmet Taşgetiren’in Uyarıları
Gözaltılarda ve tutuklamalarda gerçek ve güçlü suç isnatlarıyla hareket edilmesi; “teşkilat” ve “zihniyet” ayrımının mutlaka yapılması; sempati izharı, kitap bulundurma vb. durumların suç kapsamının dışında bırakılması yönündeki uyarılara karşı takınılan tavırlar açısından da tablo, darbe davaları dönemini andırıyor... Bu uyarılar ve eleştiriler, “soruşturmanın kapsamını ve hızını kesme” çabaları olarak değerlendiriliyor, hızını alamayan bazı köşe yazarları da eleştiri sahiplerini “kripto cemaatçi” olarak damgalıyor.
İşte bu koşullarda, belki de en değerli uyarılar ve eleştiriler, bu türden damgalama çabalarının kimseyi ikna edemeyeceği bir isimden, Star gazetesi başyazarı Ahmet Taşgetiren’den geliyor.
Taşgetiren, konuya dair uyarılarını dile getirdiği ilk yazısında bazı örnekleri hatırlattıktan sonra şöyle yazmıştı:
“’Güven sorunu’ doğru, FETÖ yapılanması söz konusu olduğunda, en hayati problem niteliğinde. ‘Kime güveneceksiniz?’den herkese her türlü suçlama yöneltilebilir noktasına gelmek ve buradan da güvensizliğin daha da derinleşeceği bir alana savrulmak mümkün. Buradan varılacak olan şey ise, çok geniş bir gayrı memnunlar zümresinin oluşmasıdır.” (“FG ile akrabalığı var ama”, Star, 24 Ağustos 2016).
Şunlar da, Ahmet Taşgetiren’in 1 Eylül’de kaleme aldığı “FETÖ’cü tasfiyesi: Mağduriyetler” başlıklı yazıdan:
“Dünkü Akit’in ‘Okur postası’ köşesinde, ‘Sayın Cumhurbaşkanıma’ başlıklı destan gibi bir serzeniş mektubu var. Bir yardımcı doçentin FETÖ bağlantısı iddiasıyla açığa alınma hikayesi anlatılmış ağabeyi tarafından. ‘Sayın Cumhurbaşkanım lütfen kurunun yanında yaş yanmasın’ diye bitiyor mektup. Oralarda bir yara kanıyor. Duygusal travmalar yaşanıyor. Bence çok daha titiz olmak gerekiyor.”.
Aynı hataları yapıp her seferinde farklı sonuçlar beklemek, Türkiye’de neredeyse milli bir spor... Fakat bir önceki örnek bu kadar tazeyken, ondan ders çıkarmayıp bir kez daha aynı tuzağa düşülmesini anlamak çok zor.
Serbestiyet
YAZIYA YORUM KAT