Terörden beslenen Makyavelist Siyonizm
Moshe Sharett, günlüklerinde İsrail'in, daha ilk kurdurulduğu yıllardan itibaren, Filistin'de ve Orta Doğu'da, güvenlikçi kaygılarla değil, tam tersine bilinçli ve programlı olarak, saldırgan bir güç haline gelmek hedefiyle hareket ettiğini söylemektedir.
Prof. Dr. Cengiz Gül / Açık Görüş
II. Dünya Savaşı'ndan sonra dünyada barış ve güvenliği sağlamak ve yıkıcı savaşların meydana gelmesini önlemek için 51 ülke tarafından kurulan ve günümüzde 193 ülkenin üyeliğiyle en büyük uluslararası örgüt konumunda bulunan Birleşmiş Milletler (BM), bu kuruluş ve var oluş misyonundan ne kadar uzak düştüğünü ve hatta koptuğunu pek çok olayda göstermiş olsa da, özellikle 7 Ekim 2023'ten sonra, Filistin işgalcisi İsrail'in Gazze'de sürdüregeldiği soykırım ve barbarlıklar karşısında ABD ve İngiltere'nin adeta bir kuklasına dönüşerek, bu insani felaketi önlemek bir yana, Siyonist vahşet ve terörünün bir anlamda koltuk değneği haline gelmiş durumdadır. Siyonist rejim lehine kullandıkları vetolarla ABD ve İngiltere'nin güdümüne giren BM'nin içinde yargı organı sıfatıyla öne çıkan Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ise, kararlarının icrai gücü olmasa bile, içinden geçtiğimiz süreçte, soykırımcı İsrail ve suç ortağı ABD'nin tüm tehditlerine rağmen görevini yürütmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede UAD, Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından Aralık 2023'te İsrail'e karşı açılan soykırım davasında, İsrail'in Gazze'de işlediği savaş ve insanlığa karşı suçları sebebiyle, tüm sivillerin korunması ve insani yardımların ulaştırılmasına yönelik tedbir kararları almıştır. Nikaragua tarafından Ocak 2024'te açılan davada da Almanya'nın, Gazze'deki soykırıma ortak olma suçundan yargılanmasını yürütmektedir. Bu dava süreçlerini, ABD ve Siyonist lobilerin ağır baskı ve tehditleri altında sürdürmeye çalışan UAD, 16 Temmuz 2024'te aldığı bir kararla, Gazze'de soykırıma devam eden İsrail'in, Doğu Kudüs ve Batı Şeria başta olarak, diğer Filistin şehirlerinde de 1948'den bu yana işgalci bir güç olarak bulunduğu gerçeğini uluslararası bir yargı kararı olarak kabul edip duyurmuştur.
UNRWA da hedefte
BM'nin, 1948'den beri işgalci İsrail tarafından yurtlarından edilerek, geçim kaynakları yağma ve gasp edilen Filistinli Müslümanlara gıda, sağlık, eğitim ve barınma konularında yardım için 9 Aralık 1949'da kurduğu "Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı", yani kısa adıyla UNRWA'nın da, aynı UAD gibi, soykırımcı İsrail tarafından hedefe konduğunu özellikle belirtmek gerekir. Şöyle ki, temel fonksiyonu, Gazze'deki açlık, kıtlık, barınma ve can derdiyle boğuşmak zorunda kalan Filistinli Müslümanlara BM adına yardım ulaştırmak olan bu insani kuruluş, Siyonazi soykırımını yavaşlatmıştır. İsrail bundan rahatsızlık duymuştur. UNRWA, 21 Temmuz 2024 tarihinde, soykırımcı İsrail'in parlamentosu Knesset'e sunulan bir kanun tasarısıyla, terör örgütü olarak ilan edilmek istenmiştir. Kuruluşun faaliyetlerini yasaklamayı ve çalışanlarının da dokunulmazlığını kaldırmayı hedefleyen bu tasarı Meclis'teki ilk oylamasında kabul edilmiştir. Gazze'de gözünü kan bürümüş İsrail'in uluslararası toplumu ve hukuku ayaklar altına alan bu pervasız tavırları karşısında, BM'nin sessiz ve tepkisiz kalması, var oluş gerekçesini çöpe attığını ve dolayısıyla iflasını göstermiştir.
Devlet mi terör organizasyonu mu?
İşgalci İsrail, UNRWA'yı bir kanunla terör örgütü ilan etmeye kalkmak suretiyle, uluslararası hukuka ve bu en büyük küresel örgüt üzerinden tüm uluslararası topluma nasıl kafa tutan ve meydan okuyan bir terör organizasyonuna dönüştüğünü alenen göstermiştir. Hedefi ve çalışmaları, BM vasıtasıyla tüm dünya insanlığı adına Gazze'de soykırımcı İsrail'in neden olduğu vahşice saldırı, işgal ve katliamlarla ortaya çıkan yıkım ve yokluğun yaralarını bir nebze de olsa sarmak olan, BM'ye ait böylesine bir insani yardım kuruluşunu bir kanunla terörist olarak yaftalamaya çalışan İsrail adlı yapılanmanın, uluslararası hukukun norm, ilke ve uygulamaları açısından artık bir devlet olarak tanımlanamayacağı da iyice netleşmiş olmaktadır. Kendisini uluslararası hukukun ve örgütlerin üzerinde görerek, Filistin'deki işgal, zulüm ve soykırım suçlarına karşı aleyhinde verilen hukuki kararlara ve bu kararları alan uluslararası örgütlere rest çekip tehditler savuran Siyonist İsrail'in, bir devlet refleksiyle hareket etmek yerine; işgal, gasp ve yağmayla birlikte, Gazze'nin sınır kapılarını 17 yıldır kapatarak kara, hava ve denizden mutlak bir ablukaya maruz bırakma, insani yardımları engelleyerek tüm sivilleri açlık-susuzluk ve kıtlığa mahkûm etme, hastane, okul, cami, kilise ayırt etmeksizin bütün yapıları ve güvenli olduğu düşünülerek buralara sığınan tüm sivilleri de imha ve hatta soykırıma dönüşen toplu katliamlar yapma gibi terör yöntemlerini, 1948'den başlayıp 1967 sonrasında artırarak ve özellikle 7 Ekim 2023'ten bu yana da çok yoğun bir şekilde uygulamaya devam etmesinden dolayı, hukuken meşru bir devlet olarak kabulüne asla imkân kalmamıştır.
Arz-ı mev'ud ütopyası
Dış politikasını, tamamen Tevrat ve Ahd-i Atik gibi Yahudiliğin muharref, yani kendi menfaatlerine göre bozdukları dini metinlerine dayandıran ve orada anlatılan arz-ı mev'ud (vadedilmiş topraklar) hedefi üzerinden yürüten İsrail, 1948'den bu yana Filistin topraklarında Müslümanlara karşı yürüttüğü işgal, gasp, zulüm ve katliamlarını da, bu kendilerine vaat edildiğini iddia ettiği ve hatta Türkiye'nin de dörtte birden fazlasını içine alan bu toprakları ele geçirmek için haklı birer eylem olarak görme motivasyonuyla hareket etmektedir. Böylesine, ütopik olduğu kadar saldırgan ve yayılmacı bir hedefe ulaşmak için de her yolu mübah sayan Makyavelist Siyonizm, bu batıl ve sömürgeci hayallerini gerçekleştirmek amacıyla 76 yıldır Filistin'in yüzde 90'dan fazlasını işgal etmiştir ve soykırımı da kendi güvenliği için meşru birer yöntem olarak lanse etmeye kalkmaktadır. Hâlbuki bu hususta, 1948-1956 döneminde İsrail'in ilk dışişleri bakanı ve ikinci başbakanı olarak öne çıkan Moshe Sharett, İsrail'in önemli dış politik kararlarının nasıl alındığını kaydettiği özel günlüklerinde, İsrail'in, daha ilk kurdurulduğu yıllardan itibaren, Filistin'de ve tüm Orta Doğu'da, güvenlikçi kaygılarla değil, tam terine bilinçli ve programlı olarak saldırgan bir güç haline gelmek için uğraştığına işaret etmektedir. Siyonizmin, provakasyon ve siyasi komplolara dayanan ve süreç içerisinde giderek uzmanlaştıkları terör stratejisinin İsrail tarafından kesintisiz biçimde uygulandığını belirten Sharett, bu terör stratejisini hayata geçirmek için de, istihbarat toplamak, korku, gerilim ve kaos oluşturmak amacıyla Arap toprakları içinde gizli terörist eylemler düzenlediklerine dikkat çekmektedir. İşte bu noktada, mağdur edildikleri ve güvenlik kaygılarıyla yurtlarını savunmak zorunda bırakıldıkları türünden sahte algıların arkasında ise, aslında Yahudi inancı açısından 'kutsal terör' olarak da görülebilen saldırgan ve yayılmacı bir organizasyonun bulunduğu gerçeği kendini göstermektedir. Siyonist barbarların hâlihazırda Gazze'de icra ettikleri her türlü zulüm, soykırım ve savaş suçlarının da yine aynı Siyonist zihniyetin 'kutsal terör' örnekleri kapsamına giren çok daha vahşi tezahürleri niteliğindeki terör eylemleri olduğunu da burada belirtmek gerekir. Bu ütopyasına ulaşmak hırsıyla gözü dönen İsrail, 7 Ekim 2023'ten sonra Gazze'de başlattığı soykırım saldırılarının başından itibaren, insan görünümlü hayvanlara karşı savaştıklarını ve çocuk, kadın, yaşlı ve hasta demeksizin tüm sivilleri de Hamaslı kabul etmek suretiyle, aslında tüm Gazze'nin yok edilmesini amaçladıklarını ifşa etmiştir. Hatta, gözaltı merkezlerinde ve hapishanelerinde esir tuttuğu Filistinli Müslümanlara karşı icra ettiği vahşice işkencelerine, asker üniformalı teröristlerinin kameralar önünde gerçekleştirdiği cinsel saldırı ve tecavüzlerini de ekleyen Siyonist terörizm, batıl ve sapkın hedefleri uğruna, adeta şeytana pabucunu ters giydirecek derecede alçaklıkta sınır tanımayan ve oradaki Filistinli esirlerin şahsında tüm insanlık onuruna karşı savaş açan katiller sürüsü olarak, ütopik taassupları uğruna Batılı sömürgeci güçlerden aldığı sınırsız desteğin de verdiği hadsizlik ve pervasızlığın da etkisiyle, İslam ülkeleri başta olmak üzere, tüm dünya insanlığının barış ve güvenliğini alenen ve ciddi şekilde
HABERE YORUM KAT