Terör, İslam ve Amerika... -5
Herkes Batı ile çatışmada!
Dünyanın giderek güvensizleşen ortamının yarattığı endişeler yeni açıklamalara ihtiyaç doğurmuş görünüyor. Hepsi de Amerikalı olan Robert Kagan, Samuel Huntington ve Francis Fukuyama gibi yeni kuşak yazarlar, bize olan bitenleri ve ne yapılması gerektiği hakkında cevabı verdiklerini düşünüyor. Gerçi Huntington'ın Toynbee ve Spengler'den, Fukuyama'nın Hegel'den esinlendiğini, Kagan'ın Kant, Hobbes ve Machiavelli'den etkilendiğini söyleyenler var, ancak herkes büyük bir umutla olan biteni bu yazarların kitaplardan anlamayı bekliyor.
Harvard Üniversitesi profesörlerinden Samuel Huntington, Foreign Affairs adlı dergide yayımlanan 'The Clash of Civilizations' (Medeniyetler Çatışması) adlı makalesinde medeniyetlerin uluslararası sistemde giderek daha anlamlı aktörler haline geldiğini söyleyeli 10 yıl oluyor. Ona (ve Fukuyama'ya) göre 'medeniyetler çatışması' tarihsel bir gelişme aşamasına tekabül ediyor. 'Soğuk Savaş' sonrası dönemde çatışmanın biçimi ideolojik ve ekonomik olandan kültürel olanlara doğru evrildi. Sosyalist ve nasyonalist ideolojiler yeniden İslamlaşmaya, Hindulaşmaya, Ruslaşmaya başladılar. Liberal düşünce akımları artık sadece kâğıt üzerinde evrensel değerleri ifade ediyor ve Batı'nın bireyciliği, liberalizmi, anayasacılığı,
insan hakları savunuculuğu, yasaların üstünlüğünü esas alışı, demokrasi, serbest piyasa ve laiklik ilkeleri gibi temel ilkeler İslamcı, Konfüçyüsçü,
Hindu, Budist ya da Ortodoks kültürlerde çok anlam ifade etmiyor. Devletler hâlâ anahtar rol oynamakla birlikte çatışmalar medeniyetler arasında meydana geliyor ve gelecek.
Küçülen dünya
Ancak Huntington söylenegeldiği gibi temel çatışmayı İslam ile Hıristiyanlık arasında görmüyor. Ona göre temel çatışma dünyadaki egemen kültür olan Batı ile (değişen derecelerde olmak üzere) 'dünyanın geri kalanı' arasında. Bu çatışmayı şiddetlendiren de küreselleşme süreci. Çünkü küreselleşme ile birlikte dünya giderek daha küçülüyor ve bu durum kültürel farklılıklar ve tehlikeler konusundaki bilinçlenmeyi artırıyor.
Batı medyasındaki 'Müslüman'
Melbourne Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Randa Abdel Fattah, Batı medyasında Müslümanların ele alınış biçimlerini şöyle özetliyor:
1- Öncelikle olumsuz, sevimsiz, çirkin, pasaklı tipler seçilir.
2- Stereotiplemeler yapılır, 'Arap terörist', 'İslami köktendinci',
'baskıya uğrayan Müslüman kadın', 'İslam'ın kılıcı', 'kutsal cihat' gibi kavramlar sık sık tekrarlanır.
3- Ardından genelleştirmeler yapılır, sanki dünyadaki Müslümanlar arasında hiçbir fark yokmuş gibi davranılır.
4- Ardından sansasyon yaratılır. Heyecan verici, kışkırtıcı, tartışmalı, eksantrik ve aşırı başlıklar atılır, sloganlar kullanılır.
5- Son olarak, hikâyeler tahrif edilir. Olaylar eksik anlatılır veya çarpıtılır.
Yazar, bu klişelerin uygulanmasına örnek olarak 1998'de vizyona giren 'The Siege' (Kuşatma) adlı filmi gösterir. Ona göre, filmde bütün dinsel
pratikler; örneğin dua etmek, abdest almak, ezan okumak, Kuran'dan ayetler okumak, hatta sakal ve yeşil renk ustalıklı biçimde terörizmle irtibatlandırılmıştır. 'Dini bütün Müslüman' terörist olurken; dini
vecibelerini yerine getirmeyenler olumlu rollerde gösterilmektedir.
Amaç İslam=terörizm klişesini güçlendirmektir ve 'The Siege' de bunu başarıyla yapmıştır.
Araştırmacı Mazin B. Qumsiyeh ise son yıllarda tam 21 Amerikan filminde
Arapların bombacı, cani, kötü adam, terörist rollerinde gösterildiğini söyler. Bu filmler arasında Jane'nin Savaşı, Condor Operasyonu, Iron Eagle, Patriot Games, Amerikan Başkanı, Delta Force 3 gibi Türkiye'de de vizyona girmiş filmler vardır.
Sıradaki İran mı?
Humeyni'nin 'büyük şeytan' dediği ABD, İran'ı 'uluslararası terörün beşiği' diye tanımladı hep. Bush'un 'şer mihveri'nde saydığı İran, Irak'tan sonraki Amerikan hedefi ilan edilmiş durumda.
1979 Şubat'ında İran'da 2500 yıllık bir saltanatın son temsilcisi olan
İran Şahı Pehlevi, kendisini Allah'ın Halifesi ilan eden Ayetullah Humeyni liderliğindeki güçler tarafından devrildiğinde dünya şaşkınlık içindeydi.
Bu girişimin başarısız olacağını düşünenler yanıldı ve kısa süren bir kaos döneminden sonra İran İslam Devrimi ülke içinde kurumsallaşmakla kalmadı dünyanın dört bir yanına da ihraç edilmeye başladı. (Örneğin bugün Lübnan Hizbullahı'nın arkasında İran'ın olduğundan kimsenin kuşkusu yok.) 1979'da Tahran'daki ABD elçiliğinin İranlı teröristler tarafından kuşatılmasından sonra Reagan yönetimi, İran'ı dünya çapındaki terörizmin beşiği ilan etti ve iki ülke arasındaki ilişkiler (güya) hiç düzelmedi.
'İran-Contra' skandalı
Ancak 1985'te ABD Ulusal Güvenlik Konseyi'nin Şii teröristler tarafından Lübnan'da kaçırılan Amerikalıları kurtarmak amacıyla İran'a gizlice silah sattığı anlaşıldı. Tarihe İran-Contra Skandalı olarak geçen bu olay yüzünden ABD'nin teröre karşı savaşı hiçbir zaman samimi bulunmadı.
Ancak bugün İslamcı köktendinci hareketleri hem ideolojik olarak etkileyen hem de maddi olarak destek veren İran'ın, ABD'nin Irak'tan sonraki hedefi olduğu ilan edilmiş durumda. İran'ın 'şer mihveri'ne dahil edildiği 2002 yılından beri 'yeni muhafazakâr'lar, bir dizi konferansla gelecekteki
İran'ı tasarlamaya başladılar. Senatör Sam Brownback rejimi devirdikten sonra uygulanacak 'İran Demokrasi Sözleşmesi'ni şimdiden Senato'ya sundu. ABD'deki İsrail lobisinin yayın organı The Forward'a bakılırsa veliaht Rıza Pehlevi'nin ekibi İsrail'de Likud'dan ders alıyor.
Amerikan istihbarat güçleri, Azerbaycan'da kurdukları Turan Radyosu ile karşı propaganda atağını başlattı.
İran'ın Azeri bölgesinde ise Nevruz Emi adlı eski Azeri istihbarat subayının komutasında birlikler oluşturulduğu ifade ediliyor. Bilinmeyen tek şey son darbenin ne zaman vurulacağı.
'Şer mihveri' ve özel bir okul
Bugün ABD tarafından teröre destek vermekle suçlanan ülkeler İran, Irak, Suriye, Libya, Küba, Kuzey Kore ve Sudan'dır. Bunlardan İran, Irak ve Kuzey Kore 2002 Ocak'ından beri 'şer mihveri' (axis of evil) adı altında hedef tahtası yapılmış durumda.
Bunun dışında Afganistan, Kolombiya, Endonezya, Lübnan, Filistin, Gürcistan, Filipinler, Somali ve Yemen'in otorite boşluğu yüzünden terörist örgütler için uygun zemin oluşturduğu iddia ediliyor. Buna karşılık bazı çevreler de Rusya'nın Çeçenistan'da, ABD'nin Afganistan ve
Irak'ta, İsrail'in Filistin'de yürüttüğü savaşı devlet terörürün en açık örneği sayıyorlar.
SOA kimleri eğitti?
Gerçekten de 1946 yılında Panama'da kurulan, 1984'ten bu yana ABD'nin Georgia eyaletindeki Fort Benning şehrinde faaliyet gösteren bir okul, ABD'nin devlet terörünü başka ülkelere ihraç ettiğini düşündüren bir sicile sahip. Bu 'sözde' okulda bugüne dek Orta ve Güney Amerika'dan gelen 60 bin asker ve polis eğitilmiştir. SOA'nın mezunları arasında Bolivya'nın kanlı diktatörü H. Banzer Suarez, Guatemala'nın gizli servis şefi general Manuel A. Callejas y Callejas, Guatemala Başbakanı J. E. Rios Montt, El Salvador'da yüzlerce kişiyi öldüren paramiliter sağcı bir örgütün lideri Roberto D'Aubuisson, Panama'nın uyuşturucu kaçakçısı Devlet Başkanı Manuel Noriega, Honduras'ta '3-16' adlı bir ölüm mangasının şefi general Lois A. Discua, Haiti diktatörü General Raoul Cedras, Arjantin diktatörü L. Galtieri vardır.
Okulun 1994 yılında Covert Action adlı dergiye sızan ders programında işkence, tedhiş, psikolojik savaş, imha hareketleri gibi 'faydalı' dersler görülmesi üzerine ABD hükümeti uzun süre sessiz kalmıştır. 1996'da baskılara dayanamayan Pentagon sözcüsü Michael Doubleday okulda 1982-1991 yılları arasında Latin Amerikalı polis ve askerlerin eğitildiğini kabul etti ancak (Baba) Bush'un 'ders programındaki hataları' giderdiğini ileri sürdü. Doubleday'a göre "Bu artık antik dönemde kalmış bir hikâye" idi.
Halbuki okul faaliyetlerine devam ediyor. Nitekim 17 Ocak 2001'de ABD Savunma Bakanlığı'nın tavsiyesi ile adı 'The Western Hemisphere Institute for Security Cooperation' olarak değiştirildi. Amaç kamuoyu baskısından kurtulmaktı. 1990 yılından beri okulu takibe alan Amerikan sivil toplum hareketi SOA Watch'ın açıklamalarına bakılırsa okulda Latin Amerika için devlet teröristlerinin yetiştirilmesine devam ediliyor.
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT