Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Yazarın Tüm Yazıları >

Terör

16 Mayıs 2011 Pazartesi 15:27A+A-

Tahran’da tartışılacak konulardan biri bu: “ABD sanal sömürgeciliği: İnternet hakimiyeti politikasına eleştirel bir yaklaşım” Tebliğ sahibi Tahran Üniversitesi’nde profesör olan Said Rıza Ameli. Haberleşme ve Amerikan öğretisi konusunda uzman. İran üniversiteleri Kafkas, Amerikan, Avrupa, İsrail araştırmaları merkezleri kuruyorlar.. Düzenli yayınları var.. Bu konferans da bu çalışmalar çerçevesinde düşünülmüş. Ve tabii biraz da İran’ın kendini dışa anlatma ve lobi çabaları sözkonusu.

Nakba günlerinde, tam da İsrail’in yeniden, bölgedeki gelişmelerin doruğa ulaştığı günlerde, İran’a yönelik tehditlerinin dillendirildiği günlerde, bu konferans anlamlı..

İran-İsrail rekabeti, aslında batının çifte standardının görülmesi açısından da önemli bir örneklik teşkil ediyor.. İsrail, işgalci ve terörist politikalar uygulayan bir devlet.. Herkes biliyor ki, eli altında ciddi anlamda nükleer başlık bulunduruyor.. Batının bu konuda İran’a ve İsrail’e bakışı, yaklaşımı çifte standartlı..

İsrail Mısır’dan yükselen öfke dalgasını, ya da Türkiye’den yeniden yola çıkmaya hazırlanan Mavi Marmara gemisini, Suriye’deki gelişmeleri değil de, İran’ı önceleyen bir yaklaşım içinde.

Öyle anlaşılıyor ki, İsrail, İran konusunda batılı ülkeleri daha kolay ikna edebileceğini, arkasına alabileceğini düşünüyor..

İsrail’e göre İran kuşatılmış bir ülke. Doğusunda Afganistan, batısında Irak var. Körfez ve okyanus sahilleri ise ABD’nin kontrolünde. Kuzey sınırında ise Azerbaycan var.. Bu statü değişmeden de İran’ın işinin bitirilmesi gerek!?

Bunun yeni bir dünya savaşı demek olacağını İsrail de biliyor aslında, ama onun da kılıfı hazır: Tanrıyı kıyamete zorlayacaklar, Mesih gelip durumu düzeltecek.. İran’ın Mehdi, Yahudilerin Mesih beklentisi, aslında tarafların dini açıdan motivasyonunu tamamlıyor.

İsrail’in İran’ı saldırtmak için çılgınca bir kararla Mescid-i Aksa’ya yönelik bir atak başlatması durumunda işler bir anda kontrolden çıkabilir..

İsrail’in en büyük korkusu ise zamanın aleyhlerine işlemesi.. Mısır’da yaşanan gelişmelerin ardından Suriye’de yaşananlar, Filistin’in bölünmüşlüğünün sonra ermesi, bölgede barışın sağlanması için dünyadan giderek artan baskılar, İsrail için can sıkıcı gelişmeler.. Kaldı ki, İsrail’de ruhaniler arasında ciddi tartışmalar yaşanırken, gençler hızla dinden uzaklaşıyor ve aileler kendi geleceklerini, çocuklarının geleceklerini artık başka ülkelerde aramaya başlıyorlar..

İran büyük ve petrol zengini bir ülke. Şii olduğu için de özellikle Arap yarımadasındaki Şiiler dışında fazla sahiplenilmediği gibi bir kanaate sahip İsrail..

İsrail, İran’a karşı bir operasyonda Azerilerden, Kürtlerden, Belüclerden, Huzistan bölgesinden yararlanılabileceğini düşünüyor.. Ve tabii ülke içindeki Halkın Mücahidleri gibi seküler unsurlar ve gayri Müslim topluluklardan da..

Bütün bunlar İsrail’i umutlandıran faktörler.. Üstelik İran hızla kalkınıyor ve kendi savunma sistemlerini güçlendiriyor.. Bu da İsrail için gelecek günlerin geçen günleri aratacağı anlamına geliyor. Onun için de ellerini çabuk tutmaya çalışıyorlar.. İran biraz da dünyada yalnız olmadığını ve İsrail’in bir terör örgütü olduğunu dünyaya göstermek ve bu anlamda bir kamuoyu oluşturmak istiyor..

İran’da yapılan ilk terör konferansı bu değil. Ama bu konferans işin biraz daha “dayanışma” tarafında değil de, onun yanında, işin teorisine eğiliniyormuş izlenimi uyandırdı bende.. Bu konferans bilim adamları, aydınlar ve basın, STK ve cemaat toplulukları düzeyinde örgütlenmiş ve ay içinde bir de siyasiler, hükümet temsilcileri ve uluslararası örgütler arasında düzenlenen bir konferans toplanacak Tahran’da..

Sanırım bu konuda kalıcı bir şey yapılacaksa bir ajans kurup, hukuk ve insan hakları örgütlerinin de katılımı ile terör faaliyetlerinin izlenmesi ve raporlanması, çözüm önerilerini tartışmaya açarak, sorunun çözümü için uluslararası düzeyde sivil, siyasal aktörlerin harekete geçirilerek sorunun çözümüne katkı oluşturmak adına çaba gösterilmesi gerek. Bunun için uluslararası örgütlere baskı uygulanabilir. Yeni anlaşmalar, hukuki düzenlemeler ele alınabilir..

Aslında terörün tanımı çok zor.. Genel anlamda, yıldırma, korkutma, caydırma ve bastırmayı yöntem olarak benimseyen, siyasal amaç güden bir şiddet olgusu gibi tanımlanıyor. Ancak iş çok daha karmaşık. Mesela kazanılan terör eylemlerini birileri kurtuluş savaşı, bağımsızlık hareketi gibi tanımlıyor, kaybedilen kurtuluş savaşlarını da terör diye tanımlıyor birileri.. Kutsalla lanet arasında bir çizgiden söz ediyoruz ve insanlar bulundukları yere göre aynı olayı farklı bir şekilde tanımlayabiliyorlar..

Dünya bu konuyu bundan sonra daha çok tartışacak. Ama çözüme hâlâ çok uzaktayız. Selam ve dua ile.

YENİ AKİT

YAZIYA YORUM KAT