Etyen Mahçupyan

Etyen Mahçupyan

Yazarın Tüm Yazıları >

Tenzih

13 Mart 2011 Pazar 01:26A+A-

Panellerde ve televizyon tartışmalarında sıkça duyulan bir cümle vardır. Diğerlerini eleştirecek olanlar 'buradakileri tenzih ederim' derler.

Böylece onlar eleştirinin dışında kalırlar ve tartışma tatsızlık olmadan biter. Eleştiri yazılarının da raconu iyi niyetli kişileri 'tenzih' ederek eleştirmektir. Ne var ki herkes kendisini 'iyi niyetli' kategorisine soktuğu için sonuçta söz konusu eleştiri sulandırılıp kenara kalkmış olur. O nedenle ben bu yazıda kimseyi tenzih etmiyorum... Diğer bir deyişle eleştirimin konusu olan herkesin farkında olarak ya da olmayarak bir tür 'kötü niyet' taşıdığını söylemiş oluyorum.

Konumuz Şener ve Şık hakkındaki suç iddiası ve tutuklanmaları. Eldeki bilgiler, savcılığın bu iki gazetecinin 'araştırmacı' gazetecilik faaliyetleri bağlamında yazmakta oldukları kitapların, Ergenekon ağının planı ve yönlendirmesi sonucu olduğunu düşündüğünü ortaya koyuyor. Öte yandan gazetecilik mesleğinin bilgi almak kastıyla bir suç örgütünün çeperinde dolaşmayı gerektirdiği de teslim edilmek zorunda. Ancak burada iki kritik nokta var: Birincisi gazeteciler yaptıkları işin kendilerini suç örgütüne alet edebileceğini bilirler ve bunun sorumluluğunu taşırlar. Dolayısıyla eğer bir kullanma varsa, bunu bilmezlikten gelme şansları azdır. İkincisi, suç örgütüne bilgi amacıyla yakınlaşmanın sonucunda o örgütü deşifre edecek yayınların çıkması beklenir. Ama eğer tam da örgütün istediği türden metinler yazılmışsa, savcılığın daha organik bir birliktelikten kuşkulanması şaşırtıcı olmaz.

Bu tablo Şener ve Şık'ın suçlu olduklarını göstermez. Ancak savcılığın niçin onların suçlu olabilecekleri fikrine kapıldığını gösterir... Bu durumda mesleki ve ahlaki dayanışmanın vurgusu, yargının hızlanması ve şeffaflaşması üzerine olmak zorundadır. Olayı bir basın özgürlüğü meselesine dönüştürmek, Batılıları geçici olarak ikna edebilir ama Türkiye'yi bilenler için bir tür manipülasyon niteliği taşımaktan kurtulamaz.

Doğrudur... muhafazakâr basın da elinden geldiğince yorumlu haber basmakta, çatışmanın tarafı gibi davranmaktadır.

Doğrudur... savcının açıklaması tehdit içermekte ve bu kabul edilemez bölüm savcılığın nesnelliği hakkında sorular uyandırmaktadır.

Doğrudur... yargı suçtan hareketle suçlu üretmekte ve gazetecilerin her türlü bağlantısını suç kapsamında değerlendirme eğilimi taşımaktadır.

Doğrudur... terör davalarında gizlilik kapsamının sanıkları ve avukatlarını da içermesi akla da insan haklarına da aykırıdır.

Doğrudur... savcılığın bilgisi çoğunlukla emniyetin bulgularına dayandığı ölçüde, emniyet içindeki siyasi tutumların savcılık makamını manipüle etme imkânı vardır.

Ancak bu aksaklıkların tümü onyıllardır süregelen bir zihniyetin ve hukuk yapılanmasının sonucudur. Diğer taraftan yargı Ergenekon ağını deşifre eden gazete ve gazetecilere yüklenmeye devam etmekte. Dava açılmış veya soruşturma aşamasında olan dört binden fazla dosya var... Ama bu konuda her nedense bir mesleki ve ahlaki dayanışma gözükmüyor.

Acaba neden? Bunun nedeni laik kesimin marazi bir 'solculaşma' yaşaması olmasın? AKP iktidarının sürekliliği karşısında laik muhalefetin aczi, sadece bu kesimin içe kapanmasına ve yabancılaşmasına yol açmadı. Laik kesim siyaseti etkileyemeyecek bir konuma sürüklendi ve kendilerini 'siyaset yapan aktörler' olarak algılayan aydınlar boşlukta kaldı. Söz konusu siyasi çaresizliğin sonuçlarından biri 'solculuğun' bir dayanışma cemaati haline dönüşmesi ve içeriğini yitirmesidir. Ancak daha vahimi bu cemaatsel yaklaşımın ahlaki zemininin de kaymakta oluşu... İlkelerden yola çıkar gözüken ama siyasi fırsatçılıktan beslenerek, kendisini yeniden aktörleştirmeye çalışan bir yapı var ortada.

Laik aydınların solculuk üzerinden cemaatleşmesi her zaman ahlaki zaaflar içermiş ve vahim siyasi deneylerin malzemesine dönüşmüştür. Bütün bunların Şener ve Şık'ın suçlanması ile veya bizzat onların ahlaki duruşuyla doğrudan bir ilgisi yok. Bu iki gazeteciye gösterilen aydın dayanışmasının manipülatif ve omurgasız niteliğiyle ilişkisi var...

Dolayısıyla Taksim'de ağızlarını bağlayarak basın özgürlüğüne sahip çıkanların, bir de kendi çevrelerine halisane bir biçimde bakarak, gözlerinin de bağlı olup olmadığını sorgulamaları hayırlı bir gelişme olur. Burada herkesi bir kaba sokmanın doğru olmadığı açıktır. Birçoklarını tenzih etmek gerekir... Ama ben hiçbirini tenzih etmiyorum. Becerebilenler bu işi kendileri yapsınlar.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT