‘Tencere Dibin Kara, Seninki Benden Kara’
Ergün Yıldırım, sapkınlığın birçok kanaldan aldığı destekle meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir vasatta, yine sapkınlar eliyle cemaat ve tarikatların birtakım tekil örnekler bahane edilerek ötekileştirilmeye çalışılmasının absürtlüğüne dikkat çekiyor.
Ergün Yıldırım’ın Yeni Şafak’ta yayımlanan konuyla alakalı köşe yazısı (04 Eylül 2019) şöyle:
Oğlancı-Lezbiyen Gösterisinden Tarikatları Karalama Kumpanyasına
Daha bir iki ay önce Türkiye oğlancılar ve lezbiyenlerle çalkalanıyordu. CHP ve HDP belediyeleri eşliğinde bütün Türkiye oğlancıların ve lezbiyenlerin hakları için sokaklara dökülmüştü. İstanbul Sözleşmesi bunun sancağı yapılmıştı. “Gönüllü ibnelik” ve “gönüllü gayri meşru cinsellik” için Türkiye’yi ayağa kaldırmışlardı. Kadına yönelen şiddeti önlemek üzere hazırlanan bir metin, bunların manifestosuna dönmüştü. Şimdi bunun yerine cemaatler ve tarikatların tecavüzü gündeme taşındı.
Bütün tarikatlar ve cemaatler tecavüzcü ithamı altında. Önce din adı altında yapılan tecavüzler kitaplaşarak bütün Türkiye’de gündem yapıldı. Arkasında beş yıl önce sakal ve cübbe kisvesi altında yapılan sapkınlıklar yeni olmuş gibi haberleştirildi. Herkes tarikat ve cemaatleri tartışıyor. Ama tartışmanın odağında anlamak yok. Ötekileştirmek, üste çıkmak, azarlamak, tehdit etmek, ne kadar haklı olduğunu göstermek, süren düzeni devam ettirmek var. Tartışma, büyük bir karalama ve itham kampanyası üzerinden yürüyor. Tecavüz, şehvet, sömürü… Sol Kemalizm yıllarca bu teraneyi okudu.
Oysa somut suç işleyen ve tarikat denilen adamların topladıkları toplam para tek başına bir holdingi bile oluşturduğu yok. Asıl burjuvazi, oligarşi ve egemen sınıfların ganimet gibi millet mallarını talan etmesinden kimsenin rahatsız olduğu yok. İster din, ister dinsiz, isterse laiklik adı altında yapılsın sömürü sömürüdür, tecavüz tecavüzdür, sapıklık sapıklıktır. Sapıklığın, sömürünün ve tecavüzün ideolojisi, dini ve sekülerliği olmaz.
Cemaatleri karalama kampanyasında propaganda dili ile bol keseden yalan üretiliyor. Kimi vakıfların kurucularının holding sahibi olması, cemaat ya da vakfın holdingi diye lanse ediliyor. Örneğin Hüdai Vakfı’nın adının sapkın tarikatlar anılırken geçmesi, bunun çarpıcı bir örneği. Oysa bu vakıf ve cemaatlerdeki insanlar, şahsi paralarını Allah yolunda, millet yolunda ve yoksulluk yolunda harcıyorlar. Holding sahibi ne vakıf ne de cemaat. Holding sahibi şahısların üye oldukları vakıf. Onlar paralarını ve zamanlarını buraya aktarıyorlar.
Hüdai Vakfı’nın çalışmalarını yakından gözlemleyen biri olarak söylüyorum. Binlerce yoksula yardım eli uzatılıyor. Yoksul öğrencilere destek çıkılıyor, şiddet mağduru ve dul kadınların rehabilitasyonundan ekonomik ihtiyaçlarına kadar destekler sağlanıyor, dini eğitim irfan ve ilim dengesinde veriliyor. Yurtdışı Türklerin yaşadıkları ciddi kimlik sarsıntılarına cevap verilmeye çalışılıyor. Savaş ortamındaki yaralı insanlara el uzatılıyor, yetimhanelere destek çıkılıyor. 17. Yüzyıl’da Üsküdar’da fakirlere yemek ve cahillere ilim-irfan veren Hüdai hazretlerin günümüzde devam eden sivil ruhu bu. Düşünün! Asırlar içinde devam edip gelen irfan, iyilik ve sosyal destek faaliyetleri. Üsküdar’ın dünyaya uzanan hayır eli. Bir milletin gurur duyacağı bir şey değil mi bu?
28 Şubat günlerini andıran günlerden geçiyoruz. O günler Fadime Şahin, Kalkancı ve M. Gündüz sürüme sokulmuştu. Üç şahıs ile tipleştirilen cemaat, tarikat ve başörtü her çeşit zulmü gördü. Şimdi yine Müslim Gündüz, Kalkancı ve Fadime şahini andıran tipler devreye sokuluyor. Tarikat sömürü, kadın tecavüzü ve sapkınlık ile gündeme sokuluyor. Hem de “gönüllü ibnelik” ve “gönüllü gayri meşru cinsellik” savunulurken yapılıyor bunlar. Lezbiyenler ve oğlancılara özgürlük diye bağırıldığı zamanlarda. Muhafazakar bir iktidar döneminde.
Cemaat ve tarikatlar tamamen serbest olmalı. Tekke ve Zaviyeler Kanunu revize edilmeli. Din eğitimi hem sivil/gönüllü hem de resmiyette devam etmeli. Vatandaş tercih seçeneğine sahip olmalı. Cemaatler, sivil din eğitiminin tarihsel birikimleriyle var olan kurumlar. Bunları yasaklamak yerine ıslah etmeliyiz. Onları yeni düzenlemelerle hem denetlemeli hem de özgürce çalışmalarına imkân vermeliyiz. Özgür birey, özgür din eğitimi alma seçeneğini de kullanan varlıktır. Müslüman birey musiki, edebiyat, sohbet, ilim ve hizmet alımını dergâhlardan yapabilmeli. Cemaatlerin politik alandan ayrı olmaları, güven ikamesi ile mümkün. Bunu sağlamadıkça bütün grupsal yapıların devlet üzerinde rekabet ettikleri gibi cemaat-tarikatlar da bu rekabeti sürdürecekler. Kimi zaman devlet denge adına teşvik edecek. Bunu aşmak için iki şeye ihtiyacımız var. Birincisi, devlet bir ganimet alanı olmaktan çıkarılmalı. İkincisi, devlet tarikat ve cemaatleri tehdit görmekten vazgeçmeli. Cemaatlere kamusal hizmeti din ve hayır üzerinden üreten yapılar olarak bakmalı.
Türkiye oğlancılara ve lezbiyenlere özgürlüğü tartışırken, cemaatleri-tarikatları mahkûm etme paradoksunu kaldıramaz. Bu çelişki ne geriye toplum bırakır, ne siyaset, ne de uzlaşma. Kavgayı ve kutuplaşmayı daha fazla derinleştirir.
HABERE YORUM KAT