‘Temizlemek’le bitmiyor, ama, yola çıkılmıştır!
Üniversite, bir ülkenin beyni demektir.. Bir bedendeki baş ne ise, o.. 'Kafa karışıklığı' deyimini, üniversitelere de uygulayabilirsiniz.. Bunun nasıl bir facia olduğunu anlamak isteyenler, Osmanlı ve bugünkü Türkiye'nin son yüzyıllarına bakabilirler..
Gerçi, üniversite kısaca 'bilimler yurdu..' diye tarif edilir, ama, bu kelimenin daha geniş bir mânası vardır; insanın 'univers'e, kainat'a bakış açısını şekillendiren bir öğretim yuvasıdır..
İslâm tarihinde, muhakkak ki, Resul-i Ekrem (S)'in, İslâm Milleti'ne dünyaya bakış açısı vermek açısından, bir 'başöğretmen' ve mescidinin de üniversite olduğu açık..
Bugünkü mânada sistematik ve kurum olarak üniversiter eğitim ilk sistemli medresenin ise, Emevîler tarafından Tunus'ta Zeytûne Medresesi ve Fas'ın Fez şehrinde Qayrevan Medresesi kurulduğu biliniyor.. Onları, İslâm inanç, kültür ve medeniyetinin miladî-710'lardan itibaren, İspanya üzerinden Avrupa'ya girmesinden sonra, Gırnata (Grenada), Kurtuba (Cordoba) takib eder.. Abbasîler zamanında ise, Bağdad, Şam ve Kahire'de medreseler tesis olunduğu biliniyor ki, bunların en ünlüsü, Bağdad'daki Nizâmiye Medreseleri idi.. Selçuklular zamanında, ise, Semerqand, Buhara ve Şehr-i Rey medreseleri, Anadolu'da da Erzurum, Sivas, Kayseri, Konya gibi mekanlarda kurulan medreseler kendi çağının yüzakı eğitim kurumlarıydı.. Kayseri'deki Gevher Nesibe Dâr-uş'Şifâsı, bugün bile hayranlık uyandıracak tıbbî-ilmî araştırmaların merkezi idi.. O medreselerden yetişmiş olan İbn Sinâ, İbn Hazm, Farâbî, Birûnî, İbn Rüşd gibi isimler de, beşer aklının gelişmesindeki temel taşlarıdır.
Antik Yunan ve Roma'da da bazı tahsil kurumları var idiyse de, bugünkü mânada üniversite pek yoktu.. Avrupa'daki ilk üniversitelerin Endülüs'deki medreselerden ilham alarak ve kiliselerin kontrolünde geliştiği biliniyor..
Osmanlı döneminde ilk medrese ise, Orhan Gazi tarafından İznik'te 1360'larda kuruldu. Önceleri genel bir isimlendirmeyle, ders okunan mekan mânasında, 'medrese' denilen bu kurumlar daha sonra, 'külliye'lere dönüştü; Fatih (Sahn-ı Seman) Külliyesi, Süleymaniye Külliyesi gibi isimler altında, astronomiden tıbba kadar birçok fakülteler halinde hizmet gördü. Medreselerin bir üst bölümü olan 'Enderun' ise, Osmanlı'ya yönetici yetiştiriyordu.
Bu 'külliye'lere, 1863'den itibaren, 'Dâr-ul'Funûn..' (Fenler Evi) denildi..
Dâr-ul'Funûn, 1933'te çok büyük çapta bir temizliğe tâbi tutuldu, yüzlerce hoca atıldı.. Hem de şahsiyetleri aşağılanarak.. Ve 'Dâr'-ul'Funûn' ismi de 'Üniversite'ye dönüştürülerek..
Kemalist devrimlere ayak uydurabilecek bir üniversite isteniyordu.. Hiçbir ilmîliğe dayanmıyan, sahte ve düzmece ihtiyaçlarla nasıl bir üniversite kurulmak istendiğinin hikayesine, bu sütunlarda daha önce, 'Prof. Halil İnalcık Kitabı' dolayısiyle değinilmişti; ki, komik olmanın ötesinde, tekrarı bile insana ızdırab verir..
1947'de, II. Dünya Savaşı sonrası, ortaya çıkan yeni 'Soğuk Savaş' döneminde ise, İsmet İnönü zamanında rejime aykırı gelen nice isimler üniversiteden atılmıştı..
Ama, üniversitelerde, 1933'deki büyük 'temizlik'ten sonraki ikinci büyük 'temizlik', 1960 Askerî Darbesi sonrasında yapıldı, binden fazla üniversite üyesi bir çırpıda üniversiteden atıldı. Bunlardan birisi de, Prof. Fuad Sezgin idi ki, o bugün, Frankfurt Üniversitesi'ndeki çalışmalarıyla dünya çapında bir İslâm medeniyeti araştırmacısı..
Bu 'temizliği', 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi sonrasında, üniversitelerde yapılan yeni bir 'temizlik' ve tasfiye hareketi takib etti, yüzlerce öğretim üyesi eşiğe konuldu.. Arkasından YÖK (Yüksek Öğretim Kurumu) denilen bir acaib kurum geliştirildi.. Kemalist-laik çizgide güdümlü üniversiter eğitim yapacak bir üniversite için..
Bugün, TC üniversitelerinin, bilimsel araştırma açısından, dünya üniversiteleri arasındaki sıralamada yeri, yok gibidir.. Milletin milyarlarca doları, bilimsel araştırma için değil, 'resmî ideolojiyi güçlendirmek için', irtica ve türban tartışmalarıyla laiklik gösterileri için harcandı..
Şimdi, YÖK temizleniyor, yeni yeni.. Ama, elbette böylesine bir kutublaşmanın olduğu bir toplumda, kutbun öteki tarafı da, diğer kutbu temizlemek hesabında.. Üniversitelerin hangi fâsid 'bilimsel' faaliyetlerin yuvası haline getirilmek istendiği, 'Ergenekon İddianâmesi'nden bile anlaşılmaktadır..
Sabır ve kararlılık isteyen zor bir konu.. Bu konuyu Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün milletin hayrına olacak şekilde çözüme kavuşturmak dikkatinde olduğuna inanıyorum.. Nitekim, açıkça darbe çığırtkanlığı yapanları geniş çapta 'temizlemiştir.'
İnsan bazen‚ 'temizle-temizle bitmiyor..' diye ümidsizliğe bile düşebilir, ama, dönüşü olmayan bir yola çıkılmıştır. Yoksa, başkaları kendi 'temizliğini' yapmak için pusudadır.
*YÜZÜMÜZÜ AĞARTAN DEĞİL, KIZARTAN BİR -SÖZDE- MODERNİTE..
Türkiye'de üretilen bir tv. dizisinin arabçaya tercüme edildikten sonra arab dünyasında gösterilmeye başlanması üzerine, Lübnan'da, Filistin'de ve diğer arab ülkelerinde artan rahatsızlıklar hepimizi düşündürmelidir.. Sözkonusu toplumlarda, bu filmlerin İslâmî değerler düzenini ve aile kurumunu tehdid eden bir saatli bomba haline dönüşeceği kanaati yayılıyor.. Bu konuda, birçok fesadın içinde olan Suûd rejimi bile rahatsızlığını dile getirmiş bulunuyor..
Bu gelişmelere son bir tepki de, Irak'dan geldi.. Irak'daki şiî müslümanların en büyük fetvâ merci olarak bilinen Âyetullah Ali Sistanî evvelki gün yayınladığı bir hüküm ile, 'türk televizyonlarında yayınlanan ve arabçaya çevrilen çoğu dizilerin seyredilmesinin caiz olmadığını' belirtti..
Bağdad'da yayınlanan 'es'Sabah' gazetesinin yazdığına göre, Sistanî, fetvasında, 'sözkonusu dizilerin çoğunun 'ahlâkdışı' ve 'gayrimeşrû' olduğunu ve insanların harama, günaha ve tuzaklara düşmesine zemin hazırlayabileceğini' ve 'müslümanların, bu gibi bütün ahlâkdışı programları seyretmemeleri gerektiğini' hatırlattı.. Sistanî, 'Bu dizilerde, hanımların yüzkızartıcı ve aşağılayıcı şekilde gösterilmesi, haramdır' diyor ve muhtevası düzgün yayınların izlenmesini tavsiye ediyordu..
Bilmiyorum, bu gibi fetvâların yayınlanması, türk televizyon kanalları için gurur verici midir?
Bu vesileyle bir diğer hususa daha değinmekte fayda var, umutsuz bir vak'a olsa bile..
Hürriyet, geçen yıl yaptığı açıklamada, internet sahifesindeki müstehcen resimlerin yayınlanmasına son verildiğini açıklamıştı.. Ama, bu ne kadar sürdü, o bile anlaşılamadı ve hâlâ da, sözkonusu sahifeler, neredeyse baştan ayağa, bir fuhşiyat bataklığı halinde..
E. Özkök Bey! Bu sahifelere hiç mi bakmazsınız? Böylesine behimî / hayvanî titreşimlerin hâkim kılındığı bir toplumda, insanların birbiriyle olan bağları kopmaz mı?
Siz kendi aileniz mensublarını da o şekilde sergilemek ister misiniz? Bir bakınız o örnek aldığınız Batı dünyasında bile o gibi fotoğraflar ancak, porno dergilerinde yayınlanıyor.. Yoksa siz, 'porno' yayını yaptığınızı bilhassa mı vurgulamak istiyorsunuz?
YAZIYA YORUM KAT