Temel tanımlar: Sol, Marksizm, sosyalizm
Materyalizm neden Marksizm ile özdeş değildir ve bunlar (çoğu zaman) birbiri yerine kullanılamaz ? Marksizm neden sosyalizm ile özdeş değildir ve bunlar (çoğu zaman) birbiri yerine kullanılamaz ?
Geçmişte ve bugün Marksist tarihçiliğe ilişkin düşüncelerimi yazacaktım ki, sarahat uğruna bazı basit tanımlara gerek olduğunu düşündüm. Derken en temel noktadaki tanım boşluğu veya bulanıklığına da gitti aklım : sol ve sosyalizm. Onu da katmaya karar verdim.
Peki, (1) sol nedir ? İllâ sosyalistlikle özdeş midir ? Hayır, sol(culuk) mutlak değil göreli bir kavramdır. Farklı dönem, toplum ve politik konjonktürlerde, somut duruma göre siyasette bir merkez, bir sağ ve bir sol oluşur. Bu sağ ve sol da kendi içlerinde derecelidir. Faraza (geçmişte) gerçek bir devrimci kriz, bir devrim durumu oluştuğunda sağ ve sol buna göre belirlenir(di). Bir darbe olasılığı, bir faşizm tehlikesi, bir askerî vesayet rejimi karşısında, gene hep somut duruma göre belirlenmelidir. Örneğin teorik açıdan “burjuva demokrasisi”ni reddetseniz bile, 1920-22’de İtalya, 1926-33’te Almanya, ya da 2002-2011’de Türkiye gibi koşullarda, revolüsyonist beğeninize çok uygun düşmese bile o “kötü” parlamentarizmi savunmanız gerekebilir. Bu da o momentte Weimar’ın, Sosyal Demokratların veya AKP’nin merkezin sağında değil solunda, demokrasi cephesi içinde yer almasını (görülmesini) beraberinde getirir.
ABD gerçekliğinde, örneğin, Demokrat Parti ortanın soludur, Cumhuriyetçiler sağı, neo-con’lar ve Tea Party ise daha da sağı. Siz istediğiniz kadar Obama da sol mu olurmuş deyin. O politik kültür ve yapılanış böyledir.
(2) Özetle, solda yer almak sosyalistlikten daha geniş bir kavramdır. Her konjonktürde, sosyalist olmayan kalabalık bir sol (potansiyel) mevcuttur. Ne ki, bunu görememek sosyalist solcuların yaygın özelliğidir. Kafaları karışıktır; solun göreliliğini unutuverir; kendileriyle, sosyalistlikle özdeş sanırlar. Neden ? Çünkü 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren siyasî yelpazenin sol kanadının tamamını değilse bile büyük kısmını fiilen sosyalist ve komünist partiler kapladı. Hattâ realitenin de ötesinde, ideoloji ve söylem açısından sol kavramını tekellerine almaya kalkıştılar. Aldılar da.
Zihniyet yapılarının özerk bir gücü vardır. Bugün sosyalizm çöktüğü, örgütlü bir güç olarak sosyalist sol da kalmadığı halde, bu alışkanlıklar ölü ağırlığını koruyor. Bir kambura dönüşüyor. Solu yeniden tanımlamanın önüne en büyük engel olarak dikiliyor.
(3) Marksizm de bir ideolojiydi (ve kendini ideoloji değil bilim sanması onun illüzyonu, “yanlış bilinci”ydi). Bununla beraber, herhalde tarihin görüp göreceği en kapsamlı düşünce sistemiydi. Kendine has bir felsefe teorisi, bir tarih teorisi, bir ekonomi teorisi, bir siyasî mücadele teorisi, bir devrim teorisi ve bir gelecek teorisi vardı. Her şey gelip bu devrim ve gelecek teorisini beslemeye, desteklemeye dayanıyordu. O geleceğe sosyalizm ve sonra komünizm (ya da, sosyalizmin ikinci aşaması) adı verilmekteydi.
Sadece (sanayideki yeni işçi sınıfına dayanan) siyasî projesiyle değil, fikrî planda ansiklopedik ve ekümenik karakteriyle de Marksizm, her bakımdan 19. yüzyıla özgüydü. Aydınlanma’nın kapsayıcılık, kucaklayıcılık ihtirasının hükmettiği o ortamdan fışkıran bir entellektüel projeydi. Bir daha (astrofizikçiler dışında) kimsenin böyle “her şeyin teorisi” gibi bir şey kurmaya kalkışacağını sanmıyorum.
(4) Materyalizm, Marksizmin evrene ve realiteye bakışıydı, felsefî metoduydu. O da Marksizmden daha eski ve geniş bir şeydi ve gene öyledir. Marksizmin diğer bölüm ve alt teoremlerini, özellikle siyasî projesini içine almayabilir. Tersten söylersek, Marksizm materyalizme indirgenemez. Materyalist (bir tarihçi) olup da Marksist (bir tarihçi) olmamak pekâlâ mümkündür. Büyük çoğunluğun durumu da böyledir.
(5) Sosyalizm Marksizmden önce de vardı. Fakat bir kere Marksizm doğup gelişince, özel olarak Marksizmin gelecek projesi, politik ve sosyo-ekonomik dönüşüm programı haline geldi. Bir adım sonra, böyle bir programa sahip (komünist) partilerin (ihtilâl yoluyla) iktidara geldiği ülkelerde, gene o program doğrultusunda kurulan rejimlerin adı oldu. Öyle çok esrarengiz, çok transandantal bir şey değildi. Dört köşetaşı vardı : şiddete dayalı “işçi” devrimi, parti diktatörlüğü, devlet mülkiyeti, merkezî planlama (veya kumanda ekonomisi). Hepsi gayet somut, elle tutulur şeylerdi.
Bu temel kurumları önemsizleştirip, hattâ tamamen görmezden gelip sosyalizme batınî mânâlar yüklemeyelim; tarih-dışı, soyut, sadece bize özgü bir kişisel yorum, bir efsane, bir mystery religion haline getirmeyelim lütfen.
TARAF
YAZIYA YORUM KAT