Temel sorular
Tarihsel olayları anlamaya, onları yansız bir biçimde değerlendirmeye çalışmak kolay iş değil.
Tarihi tarihçilerden öğrenmek zorundayız ama o tarihçiler de hemen her zaman başka tarihçilerin ve nihayette kendi dönemini gözlemleyen insanların önermelerini takip ediyorlar. Bu kişilerin hepsinin birden önyargısız olma, bilerek ya da bilmeyerek yaşanmış olanı çarpıtmama ihtimali ise epeyce zayıf. Bu durumda tarih karmaşık bir geçmişten, bizim kulağımıza uygun gelen, anlaşılır ve mantıklı bir 'hikâye' oluşturmaya dönüşüyor. Tarihçinin namusu, eldeki olgu ve bilgilerin hiçbirini dışarda bırakmayacak ve onları bilinçli olarak manipüle etmeyecek bir anlatı oluşturmakla sınırlı. Bu durum, aynı olaya ilişkin farklı tarih söylemlerinin üretilmesine neden oluyor ve bizler bunların arasında salınıp duruyoruz.
Yapabileceğimiz şeylerden biri, bu tarihsel söylemlerin apaçık olguları bize ulaşmış bilgiler çerçevesinde ele alıp almadıklarına bakmak. İçsel tutarlılığı sağlamak uğruna gerçekliği göz ardı etmek veya çarpıtmak türü yollara girip girmediklerini sınamak... 1915 Ermeni tehcirine ilişkin olarak da en azından üç temel soru var.
Birincisi 'erkekler nerede' sorusu... Talat Paşa'nın defterinde de kaydedildiği üzere Ermenilerin, Edirne'den Kars'a onlarca kafile halinde yürütüldüğünü ve bunların esas olarak kadınlar, çocuklar ve yaşlılardan oluştuğu konusunda söylem birliği mevcut. Öte yandan Türk milliyetçisi tarihçilerin tezine göre 'aynı dönemde' Ermeni çeteleri isyan halindeydi ve yüzbinlerce insan öldürdüler. Acaba bu erkekler, kendi eşleri, çocukları, anne ve babaları az sayıda jandarma eşliğinde sürgüne giderken, onları niçin kurtarmaya çalışmadılar? Kafilelere saldıran çapulcu çetelere karşı niçin savaşmadılar? Ayrıca acaba bu çeteler bir araya gelip niçin bir isyan başlatmadılar? Düşünün ki o yıllarda Ermeni nüfusu bir buçuk milyondu ve kabaca üçyüz bin eli silah tutan erkeğe sahipti. Bu sorunun yanıtı, Ermeni erkeklerin daha önceden askere alınmış olmalarıdır. Ama cevap tatmin edici değil, çünkü aileleri çöllere doğru sürüklenirken Ermeni erkeklerin askerden kaçıp onları kurtarmaya çalışmamaları pek inandırıcı olamaz. O halde bu durumun açıklaması ne olabilir? Belki de bunu yapamayacak durumdaydılar... Belki de büyük çoğunluğu artık hayatta değillerdi... Kısacası soykırım tanımı, sadece sürgünlere değil, aynı zamanda orduya alınmış olan erkeklerin başına gelenlere ilişkin olarak da düşünülmeli.
İkincisi 'mallar nerede' sorusu... Tarihçiler doğal olarak 1915 yılı etrafında yaşananlara yoğunlaşmış durumdalar. Ancak Türk/Ermeni meselesi bunun çok ötesinde bağlamlara oturuyor. Çünkü söz konusu mesele Anadolu'nun sadece insani, kimliksel ve kültürel bileşimini değiştirmekle kalmadı, sosyal zümre ve cemaatler arasındaki dengeleri de geriye dönülmez bir biçimde dönüştürdü. 1915 öncesinde Ermenilerin önemli bir bölümü Anadolu şehirlerinin merkezinde oturmaktaydılar ve şehir merkezlerinin nüfusu içindeki oranları çok yüksekti. Bunun anlamı merkezdeki yapı ve arazinin yine büyük oranlarla Ermenilere ait olması yanında, hemen merkez dışında da geniş topraklara yayılan manastır ve mezarlıklara sahip bulunmalarıdır. Bugün söz konusu merkez dışı geniş toprakların hepsi şehir merkezinin göbeğinde yer almakta ve en kıymetli arsaları oluşturmakta. Acaba bütün bu zenginlik nasıl bir mekanizma içinde devşirildi? Kimlerin eline geçti? Bu insanların Cumhuriyet eşrafı ve yönetici sınıfıyla bağlantısı nedir? Ermenilerin terk etmek zorunda kaldıkları malların, yani emval-ı metrukenin, İttihatçılarca 'titiz bir biçimde' müsadere edildiği, bunların Cumhuriyet idaresi altında 'makbul' kişilere dağıtıldığı ve ganimet mantığının günümüze kadar geldiğini tahmin etmek epeyce gerçekçi bir varsayım olmaz mı? Kısacası soykırım konusu sadece insanlara ne yapıldığı değil, yapanların bunu nasıl işlevselleştirdiği ve buradan nasıl bir 'yeniden dağıtım' sistemi ürettikleridir ve tam da bu nedenle içe dönük bir 'Türk meselesi' olarak da yüzleşmeyi beklemektedir.
Üçüncüsü 'belgeler nerede' sorusu... Hepimiz her fırsatta arşivlerin açılmasından söz ediyoruz. Ancak İttihatçıların merkez arşivinin, Teşkilat-ı Mahsusa arşivinin, dönemin İçişleri Bakanlığı arşivinin ve tehciri organize eden bölümün arşivinin niçin kayıp olduğunu sorgulamıyoruz. Oysa 1915'in hemen sonrasında kaleme alınanlar, bunların bilerek yok edildiklerini açık örneklerle anlatıyor. Acaba Osmanlı gibi 'arşivci' bir devletin yöneticileri böylesine hassas bir dokümantasyonu niçin saklamadı? Acaba geriye kalanların Genelkurmay arşivinde saklanması niçin tercih edildi? Görülüyor ki soykırım meselesi sadece geçmişte yaşananlarla değil, bugün hâlâ süren bir devlet zihniyetiyle ve doğrudan statükoyla bağlantılı.
Bu konu bir 'Ermeni meselesi' olmaktan çoktan çıktı. Demokratikleşmenin, yeni bir Türkiye inşa etmenin ve bu sayede biribirimizin yüzüne bakabilmenin önkoşulu haline geldi.
ZAMAN
YAZIYA YORUM KAT