Telekulağın feriştahı!
İstanbul'da, bu yılın mart ayının 8'inde bir cinayet işlenir. Polis, kısa zamanda şüphelileri belirler, bunları gözaltına alır ve bu arada isimleri soruşturmayı yürüten savcılığa da bildirir.
İstanbul’da, bu yılın mart ayının 8’inde bir cinayet işlenir. Polis, kısa zamanda şüphelileri belirler, bunları gözaltına alır ve bu arada isimleri soruşturmayı yürüten savcılığa da bildirir.
Savcılık, şüphelilerin ve şüpheli olması muhtemel bazı isimlerin geçmişe dönük telefon irtibatlarını ve varsa konuşma içerik kayıtlarını öğrenmek için mahkemeye başvurur. Mahkeme, ‘Geçmiş dönemin konuşma kaydı olur muymuş’ diye düşünmeden bu talebi onaylar.
Bu talep onaylandığında tarih 9 Mart 2009’dur. Oysa bugün aynı cinayetin mahkeme dosyasına baktığımızda 7 Mart 2009’da, 8 Mart 2009’da ve 9 Mart 2009 sabah 08.26’da gerçekleşmiş, yani mahkeme kararıyla telefon dinlemelerinin başladığı saatten önce gerçekleşmiş konuşmaların içeriklerini görüyoruz.
Nasıl oluyor da oluyor? Nasıl oluyor da, daha hakkınızda mahkemenin verdiği dinleme kaydı bile yokken telefonlarınız kaydedilmiş oluyor, sonra da bu kayıtlar mahkeme dosyanıza giriyor?
Üstelik bu cinayet ‘sıradan’ denebilecek kişiler arasında geçen bir alacak verecek anlaşmazlığından kaynaklanan bir cinayetse, hepimizin paranoyası daha beter tetikleniyor elbette.
Sorumuza geri dönelim: Nasıl olur da henüz ortada bir suç yokken, henüz bir savcılık soruşturma yapmazken, henüz hakkınızda mahkeme kararı yokken telefonunuz dinlenebilir?
Bu son derece çarpıcı haberi ortaya çıkartan Radikal muhabiri İsmail Saymaz’a göre üç ihtimal var: 1. Türkiye’de hakkında mahkeme tarafından verilen dinleme kararı olsun veya olmasın herkesin telefonu dinleniyor ve kaydediliyor; 2. Bu dosyadaki şüpheliler, daha önceden beri başka bir suç şüphesiyle ve mahkeme kararıyla dinleniyordu zaten, o soruşturmada elde edilen kayıtlar bir biçimde cinayet soruşturmasının dosyasına girdi; 3. Türkiye’de resmi makamların elinde geçmişte olan konuşmaları ‘yakalayan’ bir ‘uzay teknolojisi’ var.
Birinci ihtimal, pek çoğumuzun aklındaki ihtimal olmakla birlikte, 70 milyon insanın telefon konuşmalarının tamamını sürekli izleyip kaydedecek ve bunları da belki aylarca yıllarca saklayacak bir depolama teknolojisi dünyada yok.
Ancak yine de bu ihtimale güç veren resmi rakamlarımız var elimizde: Şu anda bile Türkiye’de yaklaşık 80 bin kişinin telefonu dinleniyor. Yani sokakta gördüğünüz her 1000 kişiden biri potansiyel suçlu. Bu çok ama çok büyük bir rakam.
İsmail Saymaz’ın Cumartesi günkü Radikal’de yayımlanan haberinde yer verdiği üçüncü ihtimali de eleyebiliriz; geçmişte yaşananları geri getiren bir teknoloji yok elbette.
Böylece geriye kalıyor ikinci ihtimal: Yani, bu cinayetteki şüpheliler, başka bir suçun soruşturması nedeniyle telefonları mahkeme kararıyla dinlenmekte olan kişilerdi. Polis, elindeki kayıtlarda başka bir suça ilişkin bilgiler de olduğunu görünce belki de iyi niyetle bu kayıtları o suçu soruşturan ekibe iletti. (Örnek olsun diye söylüyorum: Mesela telefonları narkotikçiler dinlemektedirler, bir cinayetin bilgileri ellerine geçer, o bilgiyi cinayet masasına iletirler vs.)
Telefon kayıtlarında cinayetle ilgili kuvvetli karine gören polis bunları savcıya vermekte sakınca görmedi. Savcı da, onları alıp dosyasına koydu.
Ancak burada sorun şu: Acaba o kayıtlar bu cinayet davasında delil olarak kullanılabilir mi kullanılamaz mı? Bu konuda mahkemelerin ve Yargıtay’ın farklı kararları var. Korkarım o kayıtlar delil olarak kullanılamayacak.
Bir başka mesele, doğası gereği ve yasa gereği ‘gizli’ olması gereken bir soruşturma, yani cinayet şüphelilerini ve başka pekçok kimseyi kapsayan, belki hâlâ sürmekte olan ve telefon dinleme kararlarının alındığı o soruşturmanın gizliliği bizzat bir savcı tarafından ihlal edilmiş oldu. Ya bu ihlal yüzünden çok daha büyük suçları işleyen kişiler serbest kalacaksa?
Ama galiba bu ‘soruşturmanın gizliliğini ihlal’ suçu sadece gazeteler ve gazeteciler tarafından işlenebilen bir suç.
Geçenlerde aynı suçu Türkiye’nin Adalet Bakanlığı herkesin gözünün içine baka baka bir yazılı açıklamasında işledi, kimseye bir şey olmadı.
Hatırlatayım: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili aykırı kararlarıyla tanınan Sincan Ağır Ceza yargıcı, hakkında Adalet Bakanlığı’nca yürütülen bir soruşturmada telefonlarının dinlemeye alındığını fark eder. Bu kayıtlara dayanak olan mahkeme kararını ister. Bu küçük çapta skandal tartışılırken Adalet Bakanlığı, kendini kurtarmak için olsa gerek, hâkimin telefonlarının Ergenekon soruşturması nedeniyle mahkeme kararıyla dinlendiğini herkese ilan eder.
Böylece; 1. Ergenekon soruşturmasının gizliliği bizzat bakanlık tarafından ihlal edilmiş olur; 2. Ergenekon diye yapılan telefon kayıtlarının Ergenekon savcısı dışında kişilerin de (Adalet Bakanlığı müfettişleri) eline geçmekte olduğu anlaşılır.
Gördüğünüz gibi İstanbul Güngören’de işlenen bir cinayet sebebiyle ortaya çıkan düzensizlik ile Sincan Ağır Ceza hâkiminin başına gelen şey aslında neredeyse aynı şey.
***
Bana soracak olursanız bu telekulak konusu (kişisel bilgilerin korunmasıyla birlikte) en önemli medeni haklar konularımızın başında geliyor.
Bir demokrasi olacaksak biz vatandaşların da öncelikle ‘birey’ olmamız gerekiyor. ‘Birey’ olabilmemiz için de kişisel hayatımızın sahiden dokunulmaz olması gerekiyor.
Anayasa’nın verdiği bu teminatı iktidarlar sürekli tırtıkladı tırtıkladı ve sonunda geriye neredeyse polis devletine benzeyen bir hayat kaldı bize.
Bireyselliğimizi sözde ‘toplumun iyiliği için’ feda ede ede sonunda onu aramaz hale geldik ki en vahimi bu.
RADİKAL
YAZIYA YORUM KAT