Tekrar 'Polise taş atan çocuklar' için
İki buçuk ay kadar önce "Polise taş atan çocuklar"a Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde kesilen ağır cezalara dikkat çeken peş peşe iki yazı yayımladım. İkinci yazının yayımlandığı gün (15 Mart), İzmir mitingini izlemek için (ilk ve son kez!) Başbakan ile birlikte yolculuk yapanlar arasındaydım. Başbakan, İzmir'den dönerken, âdet olduğu üzere, uçaktaki gazetecilerin tek tek sorularını alıyor ve cevaplıyordu. Sıra bana gelince kendisine henüz çok taze olan son iki yazımın konusu olan "Polise taş atan çocuklar"a kesilen cezalarda gözlenen suç-ceza dengesizliği hakkında ne düşündüğünü sordum. Başbakan'ın cevabından aklımda kalan aşağı yukarı şöyle bir değerlendirme: "Biz bu düzenlemeyi Batı'daki örneklerinden yararlanarak getirdik."
Vakit çok dar olduğu için cevaba cevaben bunun böyle olmadığına dair birkaç söz söyleyip konuyu kapattım. Başbakan'ın konuyla ilgileneceğine dair bir şeyler söylediğini de hatırlar gibiyim. Böyle olması gerekir, çünkü İstanbul'a dönünce yakınlarıma, Başbakan'ın konuyla ilgileneceğine dair bir izlenim edindiğimi söylediğimi de hatırlıyorum. Ama açıkçası, Başbakan'ın -bin türlü mesele içinde- konuştuğumuz konu ile çok da yakından ilgilenmediği gibi bir intiba uyandı bende.
Bu konu Başbakan'ı niçin doğrudan ilgilendiriyor ve de ilgilendirmeli? Çünkü, 5532 numaralı "Terörle Mücadele Kanunu'nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 8. Maddesi onun Başbakanlığı döneminde, 17/07/2006 tarihinde yürürlüğe girdi. 8.maddede şöyle deniliyordu:
"3713 sayılı Kanun'un 9'uncu maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi
"Madde 9- Bu kanun kapsamına giren suçlarla ilgili davalara, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 250'nci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ağır ceza mahkemelerinde bakılır. Bu suçlardan dolayı onbeş yaşın üzerindeki çocuklar hakkında açılan davalar da bu mahkemelerde görülür."
Nerede kalmıştı Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme. Bu sözleşmenin Anayasa'nın 90. maddesi hükmü gereği iç hukukumuzda kanun hükmünde olması akla gelmemiş miydi? AİHM kararlarının konuya ilişkin kararları neredeydi.
Sen tut koskoca bir kanunun tarif ve müeyyidesini çizdiği koskoca bir suç demetinin görüldüğü koskoca bir mahkemeyi "onbeş yaşındaki çocuklar" aleyhine açılan davalarda da yetkili kıl; "yasakoyucu"nun daha adil davranması gerekmez mi?
Tamam, Türkiye 2005 yılında geçtiği yeni sistemle artık eskisi gibi 15 değil, 18 yaşın altındakileri "çocuk" sayıyor. Ve çocukların çocuk mahkemelerinde yargılanmasını kabul ediyor. Ancak bu "çocukluk" yaşı sınırı, isnat edilen suç "Terörle Mücadele Kanunu" çerçevesine girince derhal 15'e geri iniyor. Öyle olması gerekiyor, çünkü bu iş ciddi; "çocuk" filan dinlemiyor.
Konuyu bugün tekrar açmamın nedenine gelince.
Dün değinmiştim, Hidayet Tuksal, Star gazetesinin kendisine –pek yerinde bir kararla- köşe açtığı yeni köşe yazarımız. Bugüne kadar söz aldığı toplantılarda kendisini dikkatle dinleten Tuksal'ın yazıları da aynı derecede ilgiyi hak eden türden. Tuksal, son iki yazısında "Polise taş atan çocuklar"ın başına gelenleri değerlendiriyor.
"Yakın çevremdekiler de dahil, bu mevzudan haberdar olan pekçok kişinin şöyle düşündüğünün farkındayım" diyerek devam ediyor: "Onlar da bu suçları işlemeselerdi! Zaten bu bir PKK taktiği. Çocukları alanlara sürüyorlar, ondan sonra da hukuk, insan hakları, çocuk hakları diye ortaya çıkıp, kendileri için yeni bir propaganda alanı yaratıyorlar. Bu oyuna gelmemek lazım. Anaları babaları çocuklarına sahip çıksın! "
Tuksal bu gözleminde-tespitinde haklı; bence de çevremizdeki insanların büyük bölümü böyle düşünüyor; buna devlet yetkililerimizin çok daha büyük bölümü de dahil şüphesiz.
Yazar, "Polise taş atan çocuklar"a ilişkin "derin Türkiye"nin üzerinde uzlaştığı bu yorumu, -çağrıcıları arasında olduğunu belirttiği "Çocuklar İçin Adalet" hareketinin 4 binden fazla imzacısı gibi- eleştirirken şöyle diyor: "Farklı düşünüyoruz, çünkü analarının babalarının sahip olmasının beklendiği bu çocuklar güvenlik konseptiyle kuşatılmış bir bölgede açtılar gözlerini dünyaya. Nice aşağılanma hikayeleri dinlediler, ya da bizzat yaşadılar!"
Tuksal, uzun zamandır bir kadın hakları aktivisti olmasının da getirdiği bir anlayışla Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları Grubu olarak konuyu Meclis'e taşıdıklarını anlatıyor:
"Meclis'teki vekillere, grup başkanvekillerine ve görüşebildiğimiz bakanlara, gayri resmi bilgilere göre 12-18 yaş arasında 2 binden fazla çocuğun Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargı sürecinde olduğunu anlatmaya çalışıyoruz."
Tuksal, söz konusu kişilere anlatılan bu "hukuksuzluğun" ne anlama geldiğini gözümüzde daha iyi canlandırabilmemiz için şu benzetmeyi de yapıyor:
"Bu şu demek: 5 adet orta büyüklükte okul dolusu çocuk, terörle mücadele ekipleri tarafından yakalanmış, gözaltı sürecinde çeşitli şiddet uygulamalarıyla karşılaşmışlar, haklarında 'terör örgütü üyesi olmak, terör örgütü lehine slogan atmak, gösterilerde yüzlerini kapamak ve polise taş atmak' gibi suçlardan dava açılmış. Bu çocuklardan bir kısmı 1 yıla yakın tutuklu kalmışlar. (…) Çoğunun eğitim hayatı kesintiye uğramış, daha önemlisi 'çocukluğu' kesintiye uğramış!"
Peki bu "hukuksuzluğa" dur demek için kim ne yapmalı?
Yapılacak ilk iş apaçık ortada değil mi? 2006 yılında çocukları, Terörle Mücadele Kanunu çerçevesinde görevlendirilmiş özel ağır ceza mahkemelerinin eline teslim eden Meclis çoğunluğunun, yaptığı yanlışın farkına vararak ilgili maddeyi yeni bir kanunla değiştirmesi.
YENİ ŞAFAK
YAZIYA YORUM KAT